Boş arama ile 22 sonuç bulundu
- Yoksa Siz de mi "Deli" siniz?
Deli mi, aydın mı? : İki farklı sıfat, tek fark Başkaları için "Deli mi acaba yoksa bilge mi?" diye düşünerek güzel beyninizi yormadan önce bu iki sıfat arasından sizi betimleyenin hangisi olduğunu düşünmeye ne dersiniz? Kendinize yakıştırdığınız seçenek ne yazık ki gerçeği yansıtmayabilir. Aklınızı mı oynatıyorsunuz yoksa aydınlanıyor musunuz? İşte bu soruyu hakkıyla cevaplayabilmek için önce biraz vakit ayırıp bu yazımı okumanızı tavsiye ederim. Yazıma devam etmeden önce bu blog yazısını okumak yerine dinlemeyi ya da izlemeyi tercih edenler için YouTube video linkini de paylaşmak istedim. Okumaya devam etmek isteyenler ise aşağıdaki linke tıklamadan devam edebilir. 2014 yılında Youtube’da yayınlanmış olan ve benim de 4-5 yıl önce keşfettiğim, izlediğimde beni çok etkileyen bir TED-X konuşmasına geçtiğimiz günlerde tekrar rastladım. Konuşma aynıydı tabii. Ama ben farklıydım muhtemelen. Çünkü genellikle yıllar önce izlediğim ya da okuduğum ve beni o anda etkileyen şeyler, yıllar geçtikçe çok da anlam taşımaz benim için. Zaten taşısaydı sorun olurdu. Hiç değişmemişim ya da hiç gelişmemişim demek olurdu çünkü bu benim için ya da "at gözlüğüne" sahip olan biri olduğumu gösterirdi. "Hiç anlam taşımazlar" demek de haksızlık oldu geçmişin oldukça anlamlı öğretilerine. "Yavan geliyorlar bugün bana" demek daha doğru olacak sanki. Nasıl anlatayım, bilemedim. Hani mantıya eşlik eden yoğurda sarımsak koymamanın ağızda bıraktığı tat gibi bir yavanlık. Yine yiyorsun ama bir şey eksik diyorsun… Fakat bahsettiğim videoya geçtiğimiz günlerde denk gelip tekrar izlediğimde, ağzımda bıraktığı tat, bu kez yoğurda sarımsak eklenmiş olmasını farketmemden çok daha fazlasıydı… Kalorisinden kaçmaktan ötürü yıllardır yemediğim ama çok özlediğim o pul biberli tereyağı vardır ya; onu da gezdirdiler sanki mantının üzerine ben videoyu tekrar izlerken . Anlayacağınız, tadına doyamadım bu kez izlediğim videonun. Bahsettiğin Ted-X konuşmasını yapan ise film yapımcısı, fotoğrafçı ve usta belgeselci, Phil Borges. 25 yılı aşkın süre, yerlilerin yaşamları ve kabile kültürleri üzerine araştırmalar yapmış olan ve dünya çapında bilinen belgesellere imza atan bir idealist. Çalışmaları dünya çapında müze ve galerilerde sergilenen belgeselcinin izlediğim TED X konuşmasını yapması için davet edilmesinin sebebi ise CRAZY WISE adlı ödüllü belgesel filmi… Özetle psikolojik krizleri olumlu bir deneyime dönüştüren bireylerden neler öğrenilebileceğini anlatan bir belgesel. Böyle yazınca da kendi kendime gülümsedim çünkü belgesel beni anlatıyor sanki. Ama sonuncu psikolojik krizimi henüz olumlu bir deneyime dönüştüremedim. Zaten dönüştürebilsem, Phil Borges bile duyardı ve yeni bir belgesel daha çekerdi, emin olun… Fakat belgeselin içeriğinden ziyade, yaptığı konuşmanın sonunda insan ruhu konusunda izleyicilerle paylaştığı öznel ve cesur bakış açısı tüylerimi diken diken yaptı. Bu sebeple sizlerle de paylaşmak istedim. Biliyorsunuz ki, insan psikolojisi konularında anlatılanlar, öğretilenler, bilinenler çoğunlukla mutlak gerçek değildir. Ama bazen gerçekler acı geldiğinde yaşayana; kulağa ve akla mantıklı gelen farklı bakış açıları ‘plasebo’ etkisi yapabiliyor insanlarda. Özellikle de ruhu hali hazırda acı gerçeklerden mütevellit hastalanmış ve aklı selim kalabilmek için kendini onaylamaktan tükenmiş yorgun ruhlarda. Phil Borges, kabile kültürlerine olan ilgisi sebebiyle araştırmalar yapmak için bizzat o kabileleri ziyaret ederken, henüz teknolojiden nasibini almamış, içinde bulunduğumuz modern çağda bile iptidai yaşamlar sürdürülen bu kültürlerin kendisine, kazandığımız şeyler kadar kaybettiğimiz şeyler olduğunu gösterdiğini söyleyerek başlıyor konuşmasına. "Fark ettiğim şeylerden biri, ilişkilerin çok farklı olması." diyor. "Sadece insanlar arası ilişkiler farklı değil, insanların tabiatla olan etkileşimleri de sıra dışı." Seyahatlerinde tanıştığı Hawaiili bir kadın, bir yengecin bir delikten kum çıkardığını gördüğü esnada "Kum, kuzeye doğru dağılıyor, demek ki yarın bir fırtına gelecek" dediğinde ve fırtına da geldiğinde, "Doğayla ilişkimizin, televizyondan izlediğimiz hava durumu özetlerinden ibaret olduğunu anladım" diyor, Borges. "İnsanların birbirleriyle olan ilişkileri de çok farklı demiştim." diyerek devam ediyor ünlü belgeselci. "Bağlı oldukları belirli bir kurumları yok, sosyal güvenlikleri yok, huzurevleri yok, sağlık sigortaları yok. Hayatta kalmak için birbirlerine tamamen bağlılar ve bir statü farklılıkları da yok." diyor. Düşünsenize, özel veya devlet hastanesi ayrımı da yok. Şartlar herkes için eşit. Daha çok parası olan daha şanslı addedilmeyince de tabii; kıskançlık, fırsatçılık, yarış, statü kavgası ve ego da yok. Olmayanı hakir gören, olanı da dolandırıcı bilen yok. Çünkü ortada para ve paranın satın aldığı bir şey yok. Belgeselci doğa ve insanlarla olan ilişkilere birçok örnek verdikten sonra, insanların ruhla olan ilişkisinden de bahsetmek istediğini söylüyor ve işte beni o çok etkileyen ve tüylerimi diken diken yapan yorumunu da bu konuyu anlatırken yapıyor. 25 yıl önce Tibet'te bir proje için çalışırken Tibet bölgesinin kahinliğini yönlendiren ve Dalai Lama'nın baş kahini ünvanını taşıyan bir medyumla röportaj yapmak için verdiği uğraşların sonucunda onaylandığını öğreniyor ve kendisine belirtilen saatte söylenen adrese gidiyor. Röportaj için seçilen mekanın o sırada içerisinde 60 keşişin bulunduğu çok da büyük sayılmayacak bir manastır olduğunu anlayan Borges, içeri giriyor ve beklemeye başlıyor. Bir süre sonra röportaj yapacağı medyumun içeri girdiğini ve içeri girer girmez de, keşişlerden birkaçının telaşla medyumun kafasına kocaman bir şapka yerleştirdiklerini gözlemliyor. Akabinde medyumu kendisi için hazırlanmış olan özel bir alana oturtuyorlar. Kendisi oturmuyor yani… Ayakları elleri tutuyor kahinin bu arada ama birileri kucaklayıp oturtuyor Günümüzde devlet başkanlarının bile herhangi bir koltuğa ya da sandalyeye kendi kendine oturduğunu görüyoruz, değil mi? Medyumluğa olan saygıya bakın lütfen. Halk için devlet başkanından bile önemliler. "Medyum ya da kahin ya da şaman, ne demek isterseniz onu seçin çünkü çok fazla kelime var onlar için kullanılan. Her bölgede hitap şekli farklı" diyerek devam ediyor Borges. Kahin şapkası itinayla başına yerleştirilip, özenle kendisine tahsis edilen alana oturtulurken diğer keşişler de boş durmuyor tabii. Guruları içeri girer girmez davullarını çalmaya ve şarkılar söylemeye başlıyorlar. Kendi kendime "Bir gün şöyle karşılanmadan bu hayattan gidersem, vallahi gözüm arkada kalacak" dedim ben de Borges'i izlerken. Medyum transa girmiş gibi dingin ve oldukça havalı otururken birdenbire tiz bir sesle konuşmaya başlayınca diğer keşişler de telaşla kahinlerinin ağzından çıkan her bir kelimeyi yazmaya başlamışlar. Fakat yaklaşık beş dakika sonra, medyum aniden fenalaşıp bayılmış ve bu kez de keşişler onu kucaklayarak apar topar odadan çıkarmak zorunda kalmışlar. Buna şahit olan ve ne olduğunu merak eden Borges "Bu gösteri miydi? Kalp krizi mi geçirdi yoksa?" diye herkese sormuş ama cevap alması mümkün olmamış ve oteline dönüp haber beklemeye başlamış. İki gün sonra beklediği haber gelmiş ve medyumla röportajı için yeniden saat ve adres verilmiş. Videoyu izlerken benim de aklımdan geçenler oldu. Mesela ben bir ömür boyu konuşsam da bayılma hakkım yok gibi. Çünkü bir topluluğun önünde anlatıp anlatıp bayılırsam, anlattıklarımın önemi kalmaz ki… Bayılıyor muyum yoksa ? Çünkü o hissi yaşıyorum ki hiç bayılmasam da. Saatlerce tane tane konuşsam da. Bu arada belgeselcimiz anlatmaya devam ediyor ve Thupten’in, yani kâhinin, o zamanlar 30 yaşında olduğunu belirtiyor. Videonun çekildiği 2014 yılında ise 50 yaşlarında olması gerekiyormuş. Röportajına bu bayılma anı hakkında sorular sorarak başlamış. O gün manastırda söylediği hiçbir şeyi hatırlamadığını söylemiş kâhin de ona. Trans halindeyken hiçbir şey hatırlamazmış. Hemen ardından, uzun süre kendini çok zayıf hissettiğini de belirtmiş kâhin. Gazetecimiz bu konuda merakını giderdikten sonra asıl merak ettiği konu hakkında yöneltmiş sorusunu: "Nasıl medyum oldunuz ve diğerleri değil de neden siz? Hemen cevap veriyor kâhin de… Medyum, guru, üstat artık her neyse. "Bilirsin belki, bu konularla ilgileniyorsan tabii" diye başlıyor cevaplamaya. "Küçük yaşta anlaşıldı her medyumda olduğu gibi. Kafamın içinde sesler duymaya başlamıştım. Kendimi hasta hissediyordum ve kafam çok karışıktı. Çok da korkuyordum aynı zamanda. Aslında ya öleceğimi ya da kendimi öldüreceğimi düşünüyordum sürekli". Bu durum bir şekilde aileye aksediyor ve akabinde haber salınıyor etrafa ve evlerini yaşlı bir keşiş ziyaret ediyor sonunda ve diyor ki, “Bak evladım, senin çok özel bir yeteneğin var. Sen seçilmiş bir insansın. ve merak etme sakın. Ben sana transa girip çıkmayı öğreteceğim. İşte o zaman bu özel gücünü kontrol edebileceksin” Hatta elleriyle besliyor keşiş çocuğu , "özel" olduğu için ve eğitimi için bir yıl boyunca o evde yaşıyor.. Ve inanır mısınız, filmin sonunda kimse nankörlük yapmıyor. Karşılık beklemiyor. Bilim kurgu filmi gibi. İki taraftan biri kazık atmadan nihayetlenen bu serüvende vuku bulan ve kulağa masal gibi gelen, karşılıksız, beklentisiz ve çıkarsızca sergilenen özen ve ilgi beni derinden etkiledi. Beni annem böyle sevmedi çünkü İşte o çocuk o gün ve ölmediyse bugün, Dalai Lama'nın baş kâhini, Tibet'in onuru, gururu, umudu, filozofu ve gururu oluyor. Zamanın en büyük, en ünlü, en saygıdeğer kahinlerinden biri olarak da tarihe geçiyor. Borges, iki yıl sonra, Uluslararası Af Örgütü için başka bir proje için Kenya’nın kuzey kesiminde bulunan Samburu bölgesinde yerlilerin fotoğraflarını çekerken rehberi bir ara ona dönüp ve diyor ki: "Biliyor musun, bizim medyumlar birkaç gün önce bana fotoğraflarını çekmek için birinin geleceğini hissettiklerini söylediler. " Fazla düşünmüyor bu kehanet hakkında gazetecimiz tabii ki. Yani pek şaşırmıyor ve tepki vermiyor. Rehber çocuk konuşmaya devam ediyor yine de: "Ayrıca dediler ki, o kişi onların fotoğraflarını çekerken yanlarında olmayacakmış. Çok uzaktan ve saklanarak çekecekmiş.” Gazeteci kırıcı olmak istemese de rehberinin bu olağanüstü sandığı ama kulağa saçma gelen kehanetlerine bir son vermek için: "Hayır, saklanamam ve uzakta duramam, çok kısa lensler kullanıyorum ben portre çekerken ve genelde o kişinin tam önünde duruyorum. Üzülmeni istemem ama belki de bu kez kahinlerin pek de doğru tahminlerde bulunamamışlar" diyor. Borges akşam olduğunda ona tahsis edilen eve dönüyor ve ertesi gün yapacağı çekim için alışkanlığı gereği yatmadan önce malzemelerini hazırlıyor, lenslerini temizliyor, çantalarını topluyor… Ve o sırada daha önce hiç kullanmadığı yeni kamerasını getirmiş olduğunu hatırlıyor ve çocukla konuşurken de bunun aklından çıkmış olduğunu fark ediyor… İlginçtir ki; yeni kamerası panoramik bir kameraymış ve bu tür kameranın odaklanabilmesi için çekilecek objeye ya da insana oldukça uzak durmak gerekiyormuş. "Tesadüfe bak" diye düşünüyor Borges ama konunun fazla üstünde de durmuyor. Sabah oluyor ve bu kez de büyük bir projenin küçük bir bölümü olarak yine bir kahinle yapacağı kısa bir röportaj ve fotoğraf çekimi için yola koyuluyor. Ama işte o gün gazetecimiz , kahinlere duyulan inancı ve saygıyı tekrar tecrübe ettiği için ileride bir gün sadece kahinlerle ilgili bir belgesel hazırlama fikrini kafasına koyuyor. Ve çekimini yapmaya gidiyor. O gün röportaj yapacağı ve fotoğraflarını çekeceği kâhin; Sukulen adlı, 37 yaşında, beş çocuğu olan bir kadın… Röportaj esnasında Sukulen'in de Dalai Lama'nın medyumuyla birebir aynı hikâyeye sahip olduğunu anlıyor.. O da 12 Yaşındayken görsel halüsinasyonlar görmeye başlamış., sürekli başı döndüğü için kendisini hep hasta, yorgun ve halsiz hissetmiş. O da sonunda bu durumu büyükannesine anlatmış ve büyükannesi de dinledikten sonra demiş ki: "Biliyorsun, değil mi? Senin özel bir yeteneğin var, sakın korkma. Hasta değilsin, özelsin" ve o andan sonra Sukulen'i bu konuda her daim desteklemiş. "Kelimenin tam anlamıyla" diyor gazetecimiz "Tüm dünyayı dolaştım kahinlerle ilgili özel belgeselimi hazırlarken" ve oldukça uzun süren ön hazırlık süresince dünyanın 4 bir yanına dağılan ve farklı kültürlerde farklı kelimelerle hitap edilseler de aynı konumda olan ünlü şamanların, guruların, kahinlerin, medyumların yerlerini belirliyor. Yaşadıkları bölgede bulunan insanlara sormadığınız sürece kim olduklarını tahmin edemeyeceğiniz ve genellikle de izole yaşayan kişilermiş bir çoğu. Bir Moğol şamanı ile röportaj yaparak başlamış gazetecemiz belgeseline Ve 8 yıl sonunda toplamda birbirlerinden çok uzak bölgelerde yaşayan toplamda 40 guruyla röportaj yaptığını, hepsinin aynı yaşlarda başlayan aynı halüsinasyon hikayesine sahip olduğunu ve sonrasında ise bilge bir yaşlı, bir şaman ya da aile üyesi tarafından yönlendirilerek şaman olduklarını şaşkınlıkla gözlemlediğini belirtiyor. Tabii ki medyumlar genellikle "çağrı" olarak adlandırıyorlarmış bu yaşadıkları ilk halüsinasyonları. Borges ise röportaj yaptığı kişilerin "çağrı" olarak adlandırdıkları tecrübenin aslında psikolojik bir kriz, şizofreni belirtisi ya da şizofreni başlangıcı olduğunu da anlamış tabii ki bu süreçte. "Tüm bu belirtilere ek olarak ortak bir konu daha vardı hikayelerinde" diyor belgeselci. "Yaşadıklarını anlattıklarında onlardan şüphe duymayan, onlara güvenen, onlara ömür boyu destek veren, eğiten ve onlara kendilerinden bile çok inanan bir akıl hocaları vardı. " Ulusal Ruh Sağlığı Enstitüsü'nden bazı istatistikler paylaşarak devam ediyor konuşmasına Borges.. "Beşimizden biri hayatımız boyunca psikolojik bir kriz yaşıyor ve bu şu anda yükselen bir rakam. 20 kişiden biri bu yüzden iş görmez hale geliyor ve tüm bu vakaların %50'si 14 yaşından önce gerçekleşiyor Bu arada, az önce bahsettiğim şamanların çoğu ya ergenlik döneminde ya da ilk gençlik yıllarında halüsinasyon yaşamış insanlar." Ve belgeselcimiz kabile yaşamının insan - ruh ilişkisinde de modern kent yaşamından çok farklı olduğunu bu röportajlar sayesinde gözlemleyebildiğini söyleyerek devam ediyor konuşmasına Şu cümlelerinde gözlerimi dolduruyor usta gazeteci. "Alnında akıl hastalığı damgası varsa ya da dosyanda, ya da arkandan konuşulanlarda, bir iş bulamazsın. Şeker hastası olmak ya da kanser olmak gibi bir şey diyorlar uzmanlar. Değil işte. Bu ne yazık ki insan hayatında tecrübe edeceği en büyük damgalanma. Ve özellikle de bu halüsinasyonları gören eğer ki bir çocuksa, Ve ona ne olduğunu bilmiyorsa., anlayamıyorsa ve gün gelip paylaşırsa doktora götürülür tabii ki modern şehir yaşamında. Doktor der ki satır aralarında ya da açıkça, 'Sen hastasın artık ve bu senin gerçeğin.' Yaygın tedavi yöntemi olarak da genellikle aile, çevreye acı içinde haber salmak, çocuğu okuldan almak, önüne gelene dert yanmak, ağlamak, vahlamak yöntemlerinin yanısıra , doktorun reçeteye yazdığı ilaçlarla semptomları bastırmayı da eş zamanlı olarak kullanır. Hasta, hasta olduğunu zorla öğrenir ve yine zorla izole edildiği için "çok izole" olur sonunda. Hangi ilaç bu durumda birini iyileştirir ki ? " Ve şöyle devam ediyor Borges: Eğer ki bu insanları oldukları yerde tutarsan, eğer ki onları damgalamazsan, eğer ki onları etiketlerle korkutmazsan ve onlara kırıldıklarını ya da bozulduklarını söylemezsen ve eğer ki gönülden destek verirsen, her daim onlara özel olduklarını söylersen ruhları bu şamanlar gibi kendi kendini iyileştirebilir" diyerek bitiriyor konuşmasını… Ama ben de birkaç cümle eklemek istiyorum bu beni derinden etkileyen bakış açısının bana verdiği güce dayanarak. Birkaç cümle dedim çünkü ben tek cümle ile açıklayamam hiçbir duygumu, düşüncemi... Ayıp olur ikisine de çünkü... Savunduğuma değer vermek mi diyelim, gevezelik mi bilmem ama şunu bilin ki hangi sıfatı seçtiyseniz şu anda ekran karşısında benim için; bir insanın bir diğerinde yarattığı etkinin önemini anlatacağım size işte o birkaç cümlemle. Şifacı mısınız yoksa damgacı mısınız, okuduktan sonra cevabınıza göre kendiniz karar verin. Ve doğru olanı da siz seçin. Değişin diyemem belki… Ama kimsiniz bilin. Olumlu ama küçük bir bakış açısıdır belki elinizdeki ve önemsiz gelir size ama bir gün o açı, birinin hayatını değiştirir işte öyle bir iki dereceyle. İşte ben de doğruları değil inandıklarımı anlatacağım size. "Bana ne?" demeyin ama diyorsanız da kapatın kendinizi evinize; izin verin, güzel bakanlar biraz gezsin dışarlarda. Ben çünkü, kim olduğumu öğrenmek için kendi canımı çok yaktım ama bir başkasınınkini asla… Çok önemli bir maharet de değil. Övünmek için söylemedim yani. Var böyle insanlar. Ama yolculuklarında damgalanıp evlerinde saklanıyorlar. Egosu da tatmin ister insanın. Buna da eminim ama egonun tatmini için bir diğer insanı kullanmayın. Kötülüklere odaklanmadım ben hiç. İnsanlarda kendilerinin bile görmediği güzellikleri gördüm. Potansiyellerini söyledim onlara. En azından söylediğimde birini mutlu ettim. "Para ödeyin" de demedim onlara. Söylerken ben de bir şey kaybetmedim. Sebebini anlamadım ama hiç. Ben niye böyleyim? Çok uzun bir hikâye aslında. Kısaca belirteyim burada ama. Kendimde olduklarından değil de olmalarını çok istediğimden, çeşitli güzellikleri ya da yetenekleri çok zorlanarak da olsa tek başıma çıkardım ben. Tek başıma diyorum çünkü belki de ilk hatamı aynı o şamanlar gibi ilk ailem gördü benim de. Hata dediğim de onlardan farklı olmak. Halisünasyon görmek ya da gaipten sesler duymak değil. Damgayı toplumdan yemeden önce farklı olmamdan dolayı evde damgalandığım için de yıllar sonra iki yol çıktı önüme. Başkalarını damgalamak ya da damgalananlara hatalarının, farklılıklarının, aslında yetenek olduğunu anlatmak… Şans belki. İkincisini seçtim ama bir şaman olamayacağımı hep bildiğimdendi bu belki de…Ben hep bir başkasını şaman yapmak istedim. Damgayı ilk adımda yapıştırırlarsa çünkü en güvendiklerin, el aleme de anlatamazsın... Damga diyorum, alnının tam ortasında, görüyorlar saklasanız da... Bir insanın bir başkasına olan inancı şaman yapabilir işte bir akıl hastasını. Ve çok zeki, çok erdemli, iyi kalpli, çok akıllı bir insanı ise akıl hastası yapar en yakını sandığı. Bu sebeple her daim derim: "Siz karşınızdakinin aynasısısınız. Ne düşünüyorsa o olursunuz" Bu sebeple önce iyi bir kalbe sahip olun ve sonra kalbinizin iyi olduğuna inanan insanlar bulun. İki kişi ele ele dünyayı yerinden oynatırsınız ve sonuçlara siz bile şaşırırsınız Buna eminim... "Okuya okuya kafayı yedin" dendi bana 3 yaşımdan beri. Erken okumam mucizem değil, deliliğim bilinirdi. Günlerde göbek atmadığım için sanırım ve dedikodu ya da fitne yapmadığımdan ve her şeyi sessizce gözlemlemeyi tercih edip anlatılanlara, dedikoduya, başkalarının sahip olduklarına ya da sahip olamadıklarına ilgi duymayı çok istesem de başaramadığımdan dolayı en çok hemcinslerim tarafından dışlandım. Ben anlatmaya çalıştım ama anlamadıklarında da uzaklaştım. Hiç kızmadım. Benim arkamdan da çok konuşuldu. Klasik Türk kadını felaketi. Ne önemli bir acı değil mi? Ben onu da takmadım. Çok çalışmam lazımdı. Aile bakıyordum çünkü. Hatta "Boş kadın, dolu silahtır" demiştim bir kitabımda. "Patlar" Patlıyorlardı zaten çevremdekiler ama kör oluyor gözümüz en sevdiklerimize. Anlamıyorsunuz patlasalar bile elinizde, gözünüzün önünde... Çok küçükken damgaladılar beni dedim ya damgalanan insanların kaderi sanırım. Yıllar boyu çalıştım, aileme destek olmak ve tek tabanca çalışmak yük gelmedi asla bana. Fakat zamanla iyi bir kariyer yapınca, iş hayatında başarılı sayılınca, kitap falan da yazınca, yazdıklarım okununca damgam silindi sandım. Gururlandırdım sandım çevremdekileri. Emin değilim ama tam anlayamadım. Çünkü dedim ya; vaktim yoktu. Çalışmam lazımdı. Soluklanıp olanı biteni izleyecek zamanım hiç olmadı. Ama sizi damgalayanlar, tam da aksini ispat ettiğinizi sandığınızda öyle filmlerdeki gibi pişman olup da yanlış düşünmüşüm galiba demezler. İnsan beyni her daim kendini kayırır ve sürekli kendini haklı çıkarmak için çalışır ya işte bu yüzden bu tür durumlarda tam tersine, onları yalancı çıkardığınız için kızarlar bu kez de size. Rekor kırınca ikinci kitabım, şampanya patlatmadılar mesala bizim evde… Benim ailem, belki de birçok Türk ailesi gibi - ya da ben öyle zannediyordum - hep izole ve mutsuzdu. Mutluluk paylaşılması ayıptı sanki. Dedim ya damgam silindi sanıyordum ama bazen cümleleri de duyuyordum. "Senin ne edepsiz olduğunu bilseler" dedi annem, kitabım çıktıktan hemen sonra… Çok defa... Onun hoşuna gitmeyen bir şey ağzımdan çıktığında. Küfür falan da değil bu arada… "Anne, ne olur üzme kendini" dediğimde bile üzülürdü, küserdi benim annem. Üzüntüsü geçerse hatırı sorulmaz sanırdı… Onu bile anladım. Ben zaten başkalarını anlamak için programlanmışım. Ama böyle mutluydum ben… Damgamı siliyordum çünkü o sırada… ve bunu başardığıma inanıyordum. Söylemek istediğim şu, damga silinmiyor asla. Yanınızdaki silmek istemiyorsa... Pişmanlık duyup yanlış çıkmak istemez dedim ya insan, şöyle bir duygu yaşanıyor sanırım: "Biz deli diyorduk ama bir sürü takipçisi oldu şimdi. Millet ne der yalanlarımıza? Bu akıllı akıllı konuşuyor ekranlarda." Yani gururlandırdığım için daha çok kızılıyormuş bana aslında. Beyin de çok garip bir organ. İnandırıyor kendini kendisini bile söylediği tuhaf yalanlara. Her atasözünü sevmem ama çok sevdiğim bir atasözü var konuyla ilgili. "Adın çıkacağına canın çıksın." Özellikle ülkemizde çok geçerli ve geçerliliğini asla yitirmeyecek gibi. Yalanlarına daha kolay kanabilmek için o beyin, o yalanı gidip başkalarını da anlatıp rahatlıyor ve nedense anlattıkları kişiler de, onlara anlatılanları irdelemeyen, sorgulamayan, mantık aramayan, hakkında konuşulan kişiye söz hakkı tanımayan, ve belki de anlatılanlara inanmaya çok teşne kişilerden özenle seçildiği için de, "delilik" denen şey işte bazen toplu yaşanabiliyor. "Canlı bombaların nasıl beyni yıkanır ki böyle?" diye düşünürdüm ben. Sizde düşünmüşsünüzdür eminim. Hiç düşünmeyin... Bence insanlar kendi beyinlerini tırnak törpülerken bile kendi kendilerinene yıkayabiliyorlar işte.. Velhasıl kelam, başarı mı, takipçi mi, aşk mı, para mı, ne varsa elimde; hak etmediğimi düşünmüşler… Silememişim o damgayı... Çok köklüydü çünkü... Bu sebeple düşünün şimdi Başkalarındaki yanlışı görüp doğru yapmak için ben neden bir ömür uğraş vermişim? Ruhunda hasar olan insanlar var evet. Ama damgalayanlar onlar. Bakın ikisi de ruh arızası ama damgalananlar genelde diğerlerine maruz kalanlar... Yanlış gördüğünüz şeyde bile potansiyel bulun, lütfen... Çıkmıyorsa da çekip gidin ama küsmeyin ve devam edin buna. Ama yüzüne vurup da hatasını ya da farklılığını bir insanın; her daim ego tatmin etmeyin... Anlıyorum o duyguyu da… Beslenmek istiyor eksik egolar. Benim gibi hayata başlayanlar belki onlar ama seçmek elinizde hala... Egonuzu tatmin etmek isterseniz insanlara yardım edin. Ben o yolu seçtim ve deli deseler de pişman değilim İki tür ruh hastalığı var ya da kişilik bozukluğu. İşte artık her neyse... Başkalarına zarar veren arızalar ya da kendine zarar veren arızalar… Bu iki delilikten hangisini seçmek istersiniz? Ben bir başkasına zarar vermeyi istemedim. Gireceksem kendi günahıma girdim. Kendi hakkımı yedim. Hesabı kendime verdim. Bulun şimdi bozulmuş, kırılmış bir insanı ve bir güzellik görün onda... Ve karşılık beklemeden söyleyin onlara yüksek bir sesle. Çok zor duyacaklardır emin olun ama bağırın lütfen... Bir şizofrene guru derlerse bir ömür; olur ama bir guruya deli dersen de deli olur. En yakınlarınıza bakın ama iyice. Görmek çok zor çünkü Dünyayı kurtarmaya gidiyorum dediğinizde; en yakınınız dediğiniz o kişi: "Yolcu edeyim seni" deyip bir maşrapayla ardınızdan su döküp sıkıca sarılıp ve kulağınıza size inandığını fısıldayarak mı uğurlar sizi ? Öyleyse, o insanı sakın kaybetmeyin. Belki ikiniz de delisinizdir ama dünyayı kurtarmaksa hayaliniz kimseye zarar vermezsiniz ve bir de ellerinizi bırakmamayı başarırsanız kim bilir belki de dünyayı siz kurtarır, tarihe bile geçersiniz… Kötülüğe, negatife, tuhaf hislere, diken üstünde yürümelere ve ne yazık ki bir halta yaramayan çevre eleştirilerine açmam ben kapımı artık. "Hızır" demiştim bir videoda "Gelse kapıma, ağzını burnunu kıracak kadar korkuyorum insanlardan" Bu da geçer ama... Çünkü ben dünyayı kurtarmaya giderken maşrapası elinde hazır bekleyerek beni uğurlayacak biri var hayatımda. Dedim ya kilitledim kapıları pencereleri artık kötülere. Ama her daim açıktır benim kapım delilere… Sizin görmediğiniz bir güzelliği gösteren olursa size bu hayatta, her zorlukta bu sözümü hatırlayın: "Dünyanın en şanslı insanısınız. Bu sebeple o zorluk her neyse onu da atlatacaksınız." Nilgün BODUR NİLGÜN BODUR İLETİŞİM LİNKLERİ: NİLGÜN BODUR ONLINE RANDEVU NİLGÜN BODUR SOSYAL MEDYA KANALLARI INSTAGRAM FACEBOOK YOUTUBE SPOTIFY TWITTER PINTEREST LINKEDIN NİLGÜN BODUR RESMİ WEB SİTESİ NİLGÜN BODUR KİTAPLARI ONLINE SATIŞ LİNKLERİ TÜM KİTAPLARI KAİDEYE TAMAH ETMEYEN İSTİSNADIR HAYAT AKILLANDIM ARTIK ŞİMDİ DAHA DELİYİM YANLIŞLIKTAN DEĞİL YALNIZLIKTAN SEN GİTTİN YA BEN ÇOK GÜZELLEŞTİM SIRADAKİ TEŞEKKÜRÜM BANA YANLIŞ YAPANLARA
- Haklı Olma Hastalığı
Neden bazı insanlar suçluyken suçsuz gibi davranmakta ve suçlarını kabullenmekte zorlanırlar. Haksızken Haklı Gibi Davranan Bu İnsanların Kişilik Özellikleri Nelerdir? Haklı Olma Hastalığı Nedir? Sıklıkla bu soruları soruyorsanız kendinize ya da çevrenize, konuyla ilgili bakış açımı aktarmak isterim sizlere. Yanıt olursa sorularınıza, ne mutlu bana... Yazıma devam etmeden önce bu blog yazısını okumak yerine dinlemeyi ya da izlemeyi tercih edenler için YouTube video linkini de paylaşmak istedim. Okumaya devam etmek isteyenler ise videoya tıklamadan devam edebilir. Bazen haklı olmak için diretene ve çaresiz hissedene, bilgece “Haklı mı olmak istiyorsun, mutlu mu?” diye sorarız. “Mutlu” diye cevap verir beriki de. Ve sorun çözüldü sanılır. Ama gerçek şudur ki, haklı olmanın mutlu olmakla ilişkisi çok yakındır. Haksızlığı kabullenince mutlu olacakmış gibi düşünürüz bir anda bu saçma soruyla karşılaşınca. Oysa ki içimizin ilkel ve bence kusursuz adalet sistemi peşimizi bırakmaz. Hatasız hissederken, hatalıymış gibi yapıp yani alttan alıp mutlu hisseden birini hiç görmedim ben. Haklı olduğumu ispatlayıp, karşımdakini de ikna edip, nedamet duygusunu yaşadığını ve benden içtenlikle özür dilendiğini görürsem rahatlarım çünkü. Kuş gibİ olurum… Bir süreliğine tabii ki, hak savaşını kaybedip özür dilese de karşınızdaki, genelde aynı hatayı sürekli yapmaya devam eder. Ve bir süre sonra da siz hatadan yorulmazsınız da, o sürekli özür dilemekten yorulup en sonunda “Yeter ama uzatma” der. Çünkü yapılan haksızlık pişman olunmayı gerektirse de bizim için, aslında diğeri de bu muhakemeyi yapacak güçtedir ve pişman olacağı bir şey olduğuna inanmadığı için yapmıştır zaten. Bir kitabımda yazmıştım. Ben hiç özür dilemek zorunda kalmadım ve bırakılmadım. Çünkü hiç kimseye hata yapmadım. Pişman olacağım bir duyguyu yaşamaktan hep kaçtım…. Özür dileyenler ise bir alkışı hak ettiklerini düşünürler. Bana göre “özür” dilemek değildir erdemli olan, birini bencillikten mütevellit kırmamak ve özür dilemek zorunda kalmamak alkışı hak eder. Özür dileyenler genelde pişman olanlar değildir. O duyguyu en başından göze almamak gerekir. Özür dilemeyi karşısındakine lütuf gibi görenlerdi çoğu zaman özür dileyenler. “Özür dilerim, eşeklik ettim” cümlesi Türkçe’de telaffuzu en zor cümle diye bu cümleyi her sarf edene alkış tutmak yersizdir. Sarf edenin de alkışı hak ettiğini düşünmesi… Okumayı söken ilkokul talebesine kurdele takmak gibidir. Yapması gereken bir şeyi yaptı diye madalya verilir her özür dileyene. Tekrar ediyorum. Özür bile dilemeyenin yanında özür dilemek erdem gibi gelse de herkese, iki basit kelimeden oluşan bir cümledir ve sarf edeni erdemli sanmak gereksizdir. Pişmanlık çok ağır bir duygudur; yaşayabilen için tabii ki… Ve o duyguyu yaşamaktan korkan kişiler kul hakkına girmezler ve sevdiklerine içten bir özrün bile telafi edemeyeceği yaralar açmak istemezler. Özür yara bandıdır. Yani ortada bir yara vardır. Amaç yaralamamak olmalıdır. Peki şu haklı olma hastalığı ve sebebi nedir? Bu hastalık genelde haklı olanın değil, özür dilemesi gerekip de onu bile dilemeyenin hastalığıdır. İnsanlar, ebeveynlerinin, eşlerinin, arkadaşlarının veya kardeşlerinin onlara “Yanılıyorsun…” ya da “Bence öyle değil, böyle…” “Yok yok, senin düşündüğün gibi değil” “Bence yanlış düşünüyorsun” gibi sıklıkla maruz kaldıkları sesleri içselleştirir. Böylece zamanla neredeyse düşünce felci olurlar ve yapacakları her şeyin yanlış olduğunu düşündükleri için hangi yöne gideceklerini bile seçemez hale gelirler. Kimseyi, eylemlerinin sonuçları konusunda sorumsuz olmaya teşvik etmek için söylemiyorum bunları. Yani yanlış yapanlar suçu aileye, arkadaşa, eşe, dosta, topluma atmasınlar. Bireysel etik her şartta gelişebilir ve sorumluluğu da bireye aittir. “Doğru" ve "yanlış"ı kulak ve göz değil, vicdanı öğretir çünkü insana. Yine de bilinçaltımıza yerleşen minik parazitler, vicdanımızı ve etiğimizi bile sorgulatır bize. Bir şeyi 40 kere dersen olur fikrine çok inanırım ben. Manipülasyon denen şey az ama sık maruz kalınan dozlarla yapılınca farkına varmak zorlaşıyor ve insana kendi doğrularını sorgulatıyor. Ve zamanla da “öyle değil, böyle” diyen insan olmaya başlıyorsunuz Çünkü doğrularınız o kadar sorgulanmış ki, doğru ya da yanlış yapma kısmını es geçip, bu sürünün içinde var olabilmek adına “öyle değil, böyle” diyerek ayakta kalmayı başarmışsınızdır. Tebrikler... Toplumun bir parçası oldunuz ve artık bireysel değerlerinizi değil, hakkınızı savunur hale geldiniz ve ne yazık ki çoğu zaman haklı olmasanız da. Haklı olup olmadığınızı hiç bilemezsiniz ama çünkü doğru ve yanlışı öğretmediler size bu yolculukta…. Bazen, haklı olup olmadığımıza takılıp kalmak, yanlış olmaktan daha büyük bir sorun olabilir bu sebeple bizler için… Mantıksal ve duygusal süzgeçlerden geçmemiş bu haklı olma saplantısı ise, her eylemini vicdanının süzgecinden geçiren ve doğruluğunu belki de defalarca sorgulamış olan muhataplarınıza hayatı zul ediyor… Haklı olmak neden bu kadar önemli? Haklı olmayı istemek insan doğasıdır. Yani zaten ne kadar objektif olabiliriz ki? Her insan kendini kayırır. Sorun dozu ayarlamaktadır. Haklı olmak, şefkatten, sevgiden, merhametten, empatiden daha önemli olduğunda sorun başlıyor. İkili ilişkilerimizde de çoğu zaman durumu bu raddeye geldiğinin farkına varmayız; sadece takılıp kalırız ve tartışmalar da hiçbir yere gitmez ve hiçbir yere götürmez. Yine de bu tür tartışmalar genelde haklı olanın sessizce içinde şüpheler başlatır ve yavaş yavaş gerçek benliğiyle temasını kaybederiz. Bu kendimizi bize sorgulatan vicdani ve ahlaki sesler çoğu zaman doğru bile değildir. Güvensizlik veya incinme yaratırlar genelde gerçekten haklı olanda. Çünkü haklı olan sorgulayabildiği, empati kurabildiği, vicdanını süreç olarak kullanabildiği için haklıdır. Ve işte aynı beceriler sebebiyle de kendini tekrar sorgulamaktadır. İnandıkları ile birlikte öz güvenini ve öz saygısını yitirir zamanla… Ve belki de bulaşıcı bir hastalık gibi onun kanına da zuhur eder, hiçbir dayanağı olmadan sürekli “Ben haklıyım” diyen ve dedirten virüs. Genelde, terk edilme endişesi, başarısızlık, utanç ve hayal kırıklığı duygularından kaçınmak için haklılığın ispatı için uğraşırız. Oysa ki tüm hayatımızda bu duyguları parantez içine alırsak, çok rahatlarız. Kaçmak yerine maruz kalmak belki de tüm korkularımızdan uzaklaşmamızı sağlayacaktır. Haksızsın diyelim. Haksız olduğun için elaleme rezil oldun diyelim. Ne olur ki? Elalemi takmayan sendin. Hata yaparken bunu zaten belli ettin. İnsanları düşünsen, yanlışınla haklı çıkmak için çabalamak yerine, en baştan doğruyu seçerdin… Bir tartışmanın ardındaki duygular nadiren doğru veya ahlakidir. Bir tartışma ya da kavga sırasında nasıl hissettiğimiz, bize yanlış mı yoksa doğru mu olduğumuzu söylemez. Kavga sırasında genelde incinmiş hissetmek, kabul edilme ve dinlenme ihtiyacını ortaya çıkarır. Sürekli haklı olma ihtiyacı, etiklerle çok da ilgisi olmayan bir “görülme, işitilme ve onaylanma” ihtiyacıdır. Gerçek hayatta anlam, doğruluktan daha önemlidir. Ahlaki sesimizi dış kaynaklara devretmek, yalnızca kendimizle ve başkalarıyla olan yakınlığımızı azaltır. Çatışmaları anlamlı duygulara dönüştürmek, onları boş ahlaki kategorilere kapatmaktan daha zenginleştiricidir. Yani, açıkçası bazen mutlu olmak gerçekten de haklı olmaktan daha kolay olabilir. Genel olarak haklı olma ihtiyacını ve genellikle herkeste az da çok bulunan bir ihtiyacı karakterize eden şey nedir? Bu ihtiyaçta, güçlü bir iç baskının, kendi doğrumuzu teyit etme konusundaki sabırsızlığı fark edebiliriz. Bu baskı her zaman agresif olmak zorunda değildir. Onu karakterize eden, daha çocuksu olarak da algılayabileceğimiz daha kaba ve daha ilkel bir duygusal görüntüdür. Bu dev bebek, tamamen kendimize dürüst olursak, hepimizin içinde olan biri, ancak çoğumuz bunun bizi ve başkalarını etkilemesini kabul edip durdurabiliyoruz. Biraz çizgi film karakterinin omzuna oturan şeytana benziyor. Melek iyi fırsatları görürken, şeytan intikam almak, savaşmak ve cezalandırmak ister... Bu dev bebek, sürekli olarak kendi dokunulmazlığını, gerekliliğini ve mükemmelliğini kanıtlamaya çalışarak tüm sorumluluklardan kaçar. Mükemmelliğin gerektirdiği gibi davranmalıdır. Birey tehdit edici olarak algılanan yeni deneyimler için açlık duymak ve gelişmek yerine, onay ve güvence için çabalar. Güçlü görünmenin yıkıcı çıkmazına giden bir yoldur bu. Yıkıcılık derecesi birey ve muhatapları için eşittir. Her Zaman Haklı Olmak İçin Çaba Göstermenin Sebepler Nelerdir? Diğer bir deyişle haklı olma hastalığı nedir? Özetle haklı olma ihtiyacı, kişisel ve profesyonel yaşamınızda hasara yol açabilecek inanılmaz derecede sağlıksız bir bakış açısıdır. Kendi eksikliklerinin sorumluluğunu alamayan ve başarısızlıklarına sahip çıkamayan bir kişi, etrafındaki insanlar için fazladan iş yaratan kişidir. Her zaman haklı olma ihtiyacı hisseden kişi, genellikle sorunun kendisinde olduğunu kabul etmekte zorlanır, sorumluluğunu ise ait olmadığı bir yere,yani başka birine yükler. Birisi hatalı olduğunu kabul edemezse, sorunları çok daha kötü hale getirecektir, çünkü sorunun kaynağını düzeltmek çok daha fazla çaba gerektirecektir. Bu davranış büyük şeylerle de sınırlı olmayabilir. Bazen insanlar, bir sorunun cevabı veya yanlış bir iddia gibi küçük şeyler hakkında yanıldığını kabul etmekte zorlanırlar. Ve bu bir arkadaş ya da sevilen biri olduğunda çok kötüdür, çünkü gerçekten önemli olmayan gereksiz bir tartışmaya kapılabilirsiniz. Bu durum şu soruyu akla getiriyor… Neden her zaman haklı olma ihtiyacı hissederiz? Her zaman haklı olma ihtiyacı birkaç farklı şeye dayanabilir. 1- İlk olarak, yaygın bir inanç, bunun güvensizlik için bir maske olduğudur ve çoğu zaman gerçekten de öyledir. Kişi, yanlış olduklarında veya doğru olma yönündeki beklentileri ne olursa olsun karşılamadığını hissettiklerinde başkalarının onu nasıl algılayacağıyla ilgilenir. Bu tür bir güvensizlik, çoğu zaman, işlevsiz veya istismarcı aile dinamikleri yoluyla bir kişide çocukken köklenmiş bir arazdır. Bu doğru olma ihtiyacı, o kişinin yaşadığı ve o zaman için gerekli olan her ne ise onu yaşamasına yardımcı olan bir savunma mekanizması olabilir, ancak her türlü sağlıklı ilişkide ne yazık ki yıkıcıdır. 2- İkincisi, modern toplum haklı olmayan insanları cezalandırma eğilimindedir, çünkü pek çok şey anlamsız bir “kim haklı?” tartışmasına dönüşmüştür. Siyaset açık bir örnektir. Her iki taraftaki insanlar sürekli bağırır çağırır ya da kimin haklı olduğu konusunda tartışır, ve ortak bir zemin aramayı reddederler Sonunda, hiçbir yere varamazlar çünkü yanlış olduklarını kabul etmek, onlar için “düşmana” paye vermek anlamına gelir. 3- Üçüncüsü, işyerinde birinin hatalı olduğunu kabul etmenin dramatik sonuçları olabilir. İnsanlar her zaman hata yapar, ancak bu hataları sahiplenmeniz ve hatalı olduğunuzu kabul etmeniz, insanları bunu size karşı kullanmaya davet edebilir. Belki de herhangi bir başarısızlığa tahammül edemeyen bir patronunuz vardır Belki de hatanızı size karşı kullanmaktan çok mutlu olacak olan, rekabetçi bir iş arkadaşınız. Bu sebeple kişisel etiklerinize rağmen, bulunduğunuz çevreye ayak uydurmak zorunda kalırsınız. Hatanızı kabul etmenin erdemiyle kimseyi kazanamayacağınızı anlamak sizi sürünün bir parçası yapar. 4-Dördüncüsü, entelektüel elitizm sergileyen ve başkalarının hatalı olduğunda işaret ederek bilgilerinin ne kadar üstün olduğunu göstermeden edemeyen insanlardır. Çoğu zaman da gerçekten haklı oldukları için herhangi bir iyi nedenden dolayı eleştirilmeyi kabul etmezler ve hata payını kendileri için ayırmazlar. Ve bu insanlar genellikle toplumun takip ettiği fikir önderleridir ve üzüm üzüme bakarak kararmaktadır.... 5- Ve son olarak, denklemin zihinsel sağlık tarafıdır. Anksiyete bozukluğu gibi duygu durum bozukluğu olan kişiler, akıllarında ve yaşamlarında her şeyi basit ve öngörülebilir tutmanın bir yolu olarak her zaman doğru olma ihtiyacını hissedebilirler. Başka bir bakış açısını anlamaya çalışmak yerine, doğru olduğunu düşündüğü fikrine bağlı kalması, kendi iç huzuru ve mutluluğu için ona daha iyi hissettirebilir. Her zaman haklı olduğunu düşünen biri büyük resmi görebilir mi? Neyi bilmediğimizi bilmiyor olabiliriz oysaki. Neyin doğru olduğunu bildiğinize inanıyorsanız, neden yeni veya daha iyi bilgi aramakla uğraşasınız ki? Bilmeniz gereken her şeyi zaten bildiğinizi düşünüyorsanız, neden bir şey öğrenmekle uğraşasınız ki? İşte hayatı algılamanın bu dar patikası kişisel gelişimi engeller. Haklı olması gereken kişi, başkasının haklı olmasına tahammül edemez. Dünyada hemfikir olmadıkları bir görüşe sahip olan herkesle sürekli olarak hücumda veya savunmada olduklarını hissedebilir. NİLGÜN BODUR İLETİŞİM LİNKLERİMİZ: NİLGÜN BODUR ONLINE RANDEVU NİLGÜN BODUR SOSYAL MEDYA KANALLARI INSTAGRAM FACEBOOK YOUTUBE SPOTIFY TWITTER PINTEREST LINKEDIN NİLGÜN BODUR RESMİ WEB SİTESİ NİLGÜN BODUR KİTAPLARI ONLINE SATIŞ LİNKLERİ TÜM KİTAPLARI KAİDEYE TAMAH ETMEYEN İSTİSNADIR HAYAT AKILLANDIM ARTIK ŞİMDİ DAHA DELİYİM YANLIŞLIKTAN DEĞİL YALNIZLIKTAN SEN GİTTİN YA BEN ÇOK GÜZELLEŞTİM SIRADAKİ TEŞEKKÜRÜM BANA YANLIŞ YAPANLARA
- Manipülasyon
Bu İnsanlara Dikkat Edin! Konumuz, manipülatörler ve manipülasyon Birçok insan sosyal medyada paylaşılanları okuyor ve YouTube’da, Facebook’ta videolar izliyor ve bazen ortalıkta dolaşan, hatta dolaşan demek yanlış oldu; havada uçuşan terimleri duyabiliyor, ancak ne duyduklarından emin olamıyorlar, örneğin gaslighting, manipülasyon, narsisizm, anti sosyal vb gibi şeyler. Bazılarınız bu terimleri hiç duymamış bile olabilirsiniz… Bugün bu kelimelerden “manipülasyon” hakkında konuşmak istedim. Yazıma devam etmeden önce bu blog yazısını okumak yerine dinlemeyi ya da izlemeyi tercih edenler için YouTube video linkini de paylaşmak istedim. Okumaya devam etmek isteyenler ise aşağıdaki linke tıklamadan devam edebilir. Çünkü bu kelime aslında tüm mutsuz ya da depresyonda olan insanların sorunlarının ana sebebi. Aşk, kariyer, para, sağlık falan değil inanın; insanların mutsuzluğunun sebebi. Onlar için mücadele verirken yolda karşılarına çıkan manipülasyonlar ve vicdansız manipülatörler. Manipülasyon, tüm narsisistik, bol çatışmalı, zor ve günümüzde “toksik” diye de adlandırılan ilişkilerde o kadar klasik ve olmazsa olmaz bir dinamik ve bu sebeple bu kelimeye tek başına hak ettiği değer verilmiyor diye düşündüm. Ve bu yüzden kendisi hakkında bir yazı yazmak istedim. Manipülasyonun sözlük tanımıyla başlamak gerekir diye düşündüm bu yazıma. Sözlükler, manipüle etmek yüklemini , bir kişiyi veya durumu akıllıca ama haksız veya vicdansız bir şekilde kendi çıkarı doğrultusunda kontrol etmek veya etkilemek olarak tanımlıyor. Manipülasyon kelimesi ise, tanımı gereği, kendisine hizmet eden manipülatörün bir hedefe ulaşmak için gerçekleştirdiği eylem. Ve bu eylem manipüle edilenin çıkarına olmuyor tabii ki. Ancak, bu çıkarcı ve bencil insanlar sizden olarak ne istedikleri ve neden sizden bir şey istedikleri veya neden sizin yardımınıza ihtiyaçları olduğu konusunda şeffaf olmak yerine, istediklerini vermeniz veya amaçlarını gerçekleştirmeliyiz için sizi cümlelerle ve davranışlarla etkilemeye çalışırlar. Üstelik hassas duygularınızla resmen satranç oynayarak. Manipülasyon, karşısındakine suçluluk, utanç, zorunluluk, düşük öz değer ya da düşük öz saygı, kafa karışıklığı, kaygı, yeterince iyi olmama korkusu verilerek yapılır. Ve yapılan da yapan da ne yaşadığını pek bilmez. Yapan bilerek yapıyorsa zaten onun adı manipülatörlükten daha farklı bir şeydir kesin. Ben teknik terim bilemediğim için şerefsizlik veya adilik demeyi tercih ediyorum. Hepimizin sahip olduğu çok savunmasız alanlarda raks ederek gerçekleştirir manipülatörler emellerini. Manipülatif bir kişinin manipüle etmesi çok kolaydır. Hobi gibi. Sık yapıldığında, önem verildiğinde, zaman harcanıldığında git gide güzelleşiyor sonuçlar, profesyonelleşiyor. Ve özellikle eğer ki i̇kili ilişkideki bir kişi karşısındakinin ayrılma ya da terk edilme korkusu olduğunun fark ederse, o korkuya mutlaka büyük zevkle oynayacaktır. Ve sizde onlara bu oyun sonucunda alınganlık, öfke, umursamama gibi bekledikleri tepkileri verirseniz oyunun galibi bellidir. Ve bu tepkiler genellikle manipülasyonun işe yaradığının en açık göstergelerinden biridir. Genellikle manipüle edilenler, vicdan ve merhamet sahibi, duygusal kişiler oldukları için bu yöntemler onlarda çok iyi çalışır çünkü onlar kendilerini rahatsız eden şeyden, o şey her ne ise işte ondan kaçınmak i̇sterler. Yani karşındakini üzmemek, pişmanlık yaşamamak, insanları kötü durumda bırakmamak için kendi zamanlarından, paralarından, aşklarından, işlerinden verip karşılarındaki için fedakarlık yaparlar. Bana göre suçluluk, insanların en çok kaçınmaya çalıştığı en rahatsız edici duygudur. Hatta bazen yanlış bir kelime, hiçbir zaman insanların hayal kırıklığına uğramasını istemezler. Mesela bir ilişkinin bitmesini ya da o ilişkideki dengelerin değişmesini istemiyorsun, zaman ve emek harcamışsın, yatırım yapmışsın, yani resmen borsaya yatırım yapmışsın ve hisse senetlerinin değerlerinin sabırla yükselmesini bekliyorsun ama yüksek kazanç getirme ihtimali kadar, aynı hisse senedinin tahtasının kapanması ihtimali de var. Borsa bu, riskli yatırım. Ve o ilişkideki usta manipülatör der ki, “Arkadaşlarınla veya ailenle zaman geçirmeni seviyorum. Ama çok çalışıyorsun ve parçalanıyorsun. Bir yandan bunun için de çabalıyorsun. Bu yoğunluğunda çok yıpranırsın. Sanırım bu şekilde benim aradan çıkmam iyi olacak. Sen ne düşünüyorsun? Bilmiyorum.” Normal bir ilişkide, sağlıklı bir ilişkide, karşı tarafa yükü varmış gibi davranırken ekstra bir yük yaratılmaz. Zor durumda olan, biri o zor durumda çabalarken, bir yandan da kendisine yeni bir sorun yaratılarak, seçim yapmak zorunda bırakılmaz. Şimdi bunların hepsi, olumsuz manipülasyon diyebileceğim şeyin kapsamına giriyor, kişi korkularımız veya zayıflıklarımızla oynayarak bizi manipüle ediyor, küçük şeyler bile olsa… İnsanları hayal kırıklığına uğratma korkumuz aslında bizi hayal kırıklığına uğratıyor, farkında değiliz. Bu daha çok taciz edici, zalimce ama ortalama şiddette bir manipülasyon türüdür. Ama bir de pozitif manipülasyon vardır ama yine kişi karşısındakine pozitif hissettirerek kişisel çıkarlarına hizmet eder. Bu bir tür gaz verme manipülasyonu. Pozitif dediğime bakmayın, yancılık, yalakalık ve dalkavukluk denen şeydir bu işte. Hatta size birkaç yöntemi var bu işin manipüle edildiğinizi anlayabilmeniz adına aklındaki örnekleri vereyim. 1- Karşılarındakinin Kendinden Şüphe Duymasını Sağlarlar. Bu maddeleri kısa geçeceğim örneğin bu maddeyi açıklamak gerekirse “sen dedin ya” ya da “Yoo ben öyle demedim” cümlelerini çok sık sarfeden insanlar sizi kendi kendi gerçekliğinizden şüpheye düşürür. Yani önce delirtirler sonra deli derler. Şöyle diyebiliriz kukla oynatmaktan zevk alan kukla idare etmekten aşırı haz duyan özgüvensiz insanlar sizi delirterek sizin özgüveninizi düşürürler ki kendi seviyelerine inebilesiniz. seviye eşitliyorlar yani. 2-Karşılarındakini Suçluluk Tuzağına Düşürme Konusunda Uzmandırlar. Bunun da yöntemleri vardır birer cümleyle aktarayım size. Kendi yaptıkları kadar çok iş yapmadığınızı her fırsatta öne sürmek. Geçmişte yaptığınız hataları sürekli başınıza kalkmak Geçmişte sizin için yaptıkları iyilikleri hatırlatmak ve 0nlara “borçlu” olduğunuzu hissettirmek. Kızgınmış ve küsmüş gibi davranmak ama sonra onlara sorduğumuzda ortada bir sorun olduğunu inkar etmek Kısacası pasif-agresif davranışlarda bulunmak 3- Nezaketten, Merhametten, Etik Davranışlarınızdan Dibine Kadar Yararlanırlar. İlginçtir ki olması gereken artı özelliklerimiz ne yazıkki en çabuk manipülatörler tarafından kokusu alınan özelliklerdir. Fakat onlar bunu sizi methetmek için değil sömürmek için kullanırlar Türkçedeki elini veren kolunu alamaz atasözü aslında duygusal bir manipülasyonun güzel bir tarifidir. Siz iyilik yaptığınız için iyi hissedersiniz bu güzel bir şeydir. Ama bunun travma yaratan kısmı bir gün sizin ihtiyacınız olduğunda onların ortalıkta olmadığını anlamanızdır. Bu yüzden iyilik yaparken iyilik beklemeyin derim ben çünkü beklemediğin iyiliğini kötülüğünü de yaşamazsınız. Hatta nankörlük ihtimalini göze alamıyorsanız iyilikte yapmayın çünkü iyilik toplum adalet sistemimizde en çabuk cezalandırılan suçtur. 4-Bilerek Yanlış Bilgi Yayarlar Ve itibar yönetiminiz onlar tarafından yapılır çokta iyi yapılmaz bu görev. Genellikle bu tür insanlar minareyi çalmadan kılıfı hazırladıkları için sizin hakkınızda çevreye sizden önce davranarak eleştirisel yorumlarda bulunurlar. Bu önyargı yaratır insanlarda. Zaman içerisinde negatif enerjileri çevrenizden hissederken bir yandan da o kişiyle yaşadıklarınızı anlatmak istediğinizde size inanan tek kişiyi çevrenizde bulamazsınız. İşin kötüsü genel olarak çevreden aldığınız tepki ya da umursamama yani tepkisizlik, yine kendinize olan inancınızı sorgulamanıza sebebiyet verir ve Buda yine değersizlik ve özgüven eksikliği duygularını beraberinde getirir. 5- Asla Suç Üstlenmezler Ve Suçu Kabullenmezler. Üstelik ortada onlara ait bir suç varsa ki bu yeteneklerini ayakta alkışlıyorum bir şekilde işlenen suçun kendilerine karşı işlendiğine insanları ikna ederler. İşte buna benim nefret ettiğim kurban psikolojisi adı verilir. Ajitasyon dediğimiz yine insanların çevrenin de merhametine oynanılan mağdur psikolojisi ile ilgi toplayan ve çok da farkına varmadığımız varamadığımız bir gizli narsızım de denilen kişilik bozukluğu türünün en önemli özelliğidir. 6-Manipülatif Özelliklerini Saklamakta İyilerdir. Boynunda tabela olan bir manipülatör gördünüz mü? Kılık değiştirme konusunda üstün yetenekleri vardır. Onları daha da güçlü yapan da budur. Bu haltı yerken yakalanabilme ihtimallerinin farkındadırlar tabii ki. Bu konuda uzmanlaşanlardan bahsediyorum. Yine az önce söylediğim cümleye geliyorum daha önce çok minare çaldıkları için kılıfı hazır ve hatta yedekli tutarlar. 7-Yaptıkları Her Şeyi Normal Gösterirler. Hatta sizin o yaptıkları şeyi yanlış görmenizi büyük şok ve şaşkınlıkla karşılarlar. İşin ürkütücü olan kısmı öyle benim ikna yeteneğim vardır yaptım eski mesleğim dolayısıyla kişiliğim dolayısıyla da ama yanlış bir şey kullanırsanız bunu doğru olanı yanlış olan Sandırırsanız karşınızdakine ve buna ikna ederseniz kişi yine kendini sorgulamaya başlar. Özet karşısındakini güçsüzleştirerek kendini güçlü gören zavallıların kurbanlarıyla dolu toplumlar 8- Cahil taklidi yaparlar. Bunu genellikle son çare olarak kullanılır. Yani hataları yüzlerine vurulursa ve çok net bir hata varsa ortada, öyle mi işte biz böyle gördük adem vallahi ben hiç bilmem böyle şeyleri adabı muaşeretten anlaman gibi kelimeler kullanırlar ya da sizden bir şey istediklerinde sen niye yapmıyorsun dediğinde işte ben anlamam derler yani cehalet en güçlü silahlarıdır. Hatta cehalet genel olarak atom bombasıdır. Ben maddeleri saydıktan sonra genelde kapatırım ama bir konu özetle dikkat çekmek istiyorum. Sizi sürekli yeren insanın negatif enerjisinin farkına varmak o kadar zor değildir ve onlardan gelebilecek bir kötülük bizleri çok da şaşırtmaz. Benim fikrimi yoran onaylanma ihtiyacının sürekli artması sebebiyle tabii ki sosyal medya yüzünden arttı bizleri överek pohpohlayarak ve bize kendimizi iyi hissettirerek hatta sonrasındaki gelecek kötülükleri tahmin bile edemememizi sağlayarak bizi sömüren ve travmalara sürükleyen pozitif manipülasyon dediğim halbuki çok negatif olan manipülasyon türü. Mesela övgü benim için çok içten olduğunda anlamlı ama o övgü öven kişinin çıkarı doğrultusunda kullanıldığı zaman psikolojik şiddetin sözlük karşılığıdır. Övülmek çok güzel bir şeydir. Bir örnek vererek bu konuyu anlatmak istiyorum. Mesela, sizin hiç maddiyata önem vermediğinizi düşündüğünü söyleyen biri ve hatta bu konuda sizi sürekli öven biri, kısa bir süre sonra sizden borç para istediğinde o sevdiğiniz övgüyü kişiliğinize yakıştırdınız övgüyü sahiplenirsiniz ve karşınızdaki kişiyi düş kırıklığına uğratmamak için belki de, ya da kendinizi kendinizi ispatlamak için normalde vermeyeceğiniz bir miktarda borcu güle oynaya verirsiniz. Hatta gururlanırsınız bile kendinizle. Ama aynı öykü sebebiyle belki de bir ay sonra geri ödeneceği söylenen o borç, geri ödenmediğinde, senelerce isteyemezsiniz. Yani övüldüğünüzde bence dikkat edin, acaba o övgüler, yani bizi biraz da şımartan şeyler, bize yakıştığını düşündüğümüz ama aslında bize yapışan sıfatlar, o göğsümüzü kabartan cümleler, içten ve karşılıksız mı sarf ediliyor yoksa sarf edenin çıkarına mı çalışıyor? Bu tekniğin ikili ilişkilerde cicim ayları ve balayı evrelerinde ortaya çıkması daha olasıdır, görünüşünüze iltifat edebilirler, bilginize, kariyerinize, deneyiminize, sohbetinize, karşınıza gözünüze, her şeyinize iltifat edebilirler, ancak bunu onlara ileride istedikleri bir şeyi almak için yaparlar. Bu tür davranışlara duygusal insanlar, kayıtsız kalamazlar. Ah canım benim, ne hoş adamsın ne tatlısın, derler. Ben hep derim ki, övgüler şişme ki yergiyle de sönme. Aslında burada devreye giren konu onaylanma ihtiyacının fazlalığı. Çünkü biz kendimizi biliyorsak ve tanıyorsak, fiziğimizi, karakterimizi, kariyerimizi, sohbetimizi, erdemimizi, merhametimizi, başkalarına ispat etmek için değil de, kendi iç huzurumuz için, aynaya rahat bakabilmek için, mükemmellik için uğraşmayıp, temiz bir kalple elimizden geldiği kadarıyla gösterebiliyorsak, yani kendimizi görebilmek için başkalarının gözüne ihtiyaç duymuyorsak, gerçekdışı ve abartılı övgülerle kendimizi olduğumuzdan fazla görmeyiz. Çünkü başkalarının gözleri ve sözleri bizi bu kadar etkileyecekse eğer, ağızları torba değil ki büzesin; fiziğini Öven kişi ve bundan çok hoşlandığını gören kişi, bir gün kilo aldığında, seni bu konuda eleştirirse, onun gözlerine ve sözlerine olan ihtiyacını fark etmişse, yapacağı ilk eleştirinin seni çok yaralıcağını bilir. İşte bazen övgülere verilen değer, yergilere değer yükler. Ve beynimiz o kadar nankördür ki, övgüyü değil de, yergiyi hatırlar. Aslında özellikle ülkemizde ikili ilişkilerde, evliliklerde kimi zaman bilinçli, kimi zaman da tecrübe sayesinde öğrenilen bu işe yarıyor hissiyatıyla bilinçsizce sarf edilen evliliğin cicim aylarındaki övgüler manipülasyonu meşrulaştırır. Ve sanırım “birinç” diyeni yani bunu ilk uygulayanı manipülatör, diğerini ise manipüle edilen konumuna getirir. İnsan kendini kayırır diyorum ya son videolarım da hep, bazı cümlelerin işine yaradığını hissedenler içgüdüsel olarak o cümleleri sarf etmeyi alışkanlık haline getirirler. Bu hepimizin yapabileceği bir manipülasyondur. Bir annenin çocuğuna sebze yedirmek için söylediği yalanlar, yaptığı oyunlar işe yarıyorsa eğer, bu bir alışkanlık haline gelebilir. Ve burada anne kendi çıkarına değil evladının sağlığını düşünmektedir. Yani ikna gücü olan bunu karşı tarafın da çıkarına gözeterek gösteren kişi manipülasyon yeteneği olduğu halde bunu iyilik için kullanan kişidir. Yani süper kahramanlar güçlerini iyiye hizmet ettikleri için sevdiğimiz kahramanlar. Aynı gücü kötülük için kullansalardı onların gücüne saygı duymazdık ve filmin sonunda kahramanımız tarafından rezil edilmesini beklerdik. Güçler eşit ama amaçlar farklı ve filmin kaderini değiştiriyorlar değil mi? Yani manipülasyon iyi amaçla kullanıldığında olumlu bir özelliktir ama insan içgüdüsü karşı tarafı az düşünüp daha bencil olduğu için ne yazıkki kendi çıkarları için de bunu kullanabilir. Kullansın tabi. Ama karşı tarafa olan sonuçlarını mutlaka düşünsün değil mi? Manipülasyonun kötüye kullanılması aslında dikkat etmemiz gereken konu ve olumsuz manipülasyon da olumlu manipülasyon da karşı tarafa uzun vadede zarar veriyorsa bu tehlikeli bir durumdur. Aslında bazılarının bilinçdışı yapıldığının bazılarında bunu hesaplı yaptığını düşünebiliriz değil mi yani olumsuzun da dereceleri var. Bunu bilmek ve anlamak mümkün değildir çünkü kişi bunu huy edinmişse bilinçli ve planlı yapıyorsan büyük ihtimalle yüzleştiğimizde de o kişiyle farkında değilim diyecektir farkında olmadan yapan biri olursa da farkında değilim diyecektir. Yani bunun çözümü bir kere farkına çünkü kendinizi sorgulamayı utanç duymayı ya da fazla övgüyle şişmeyi bırakırsınız. Yani övgüde yergi de size söylenenleri süzerek, kendinizi tanıyarak, neyin ne olduğunu bilerek, yani kendinizi biraz yukardan ve dışardan bakarak kısacası farkındalığımızı artırarak bertaraf edebileceğiniz kavramlardır. Bunun farkına vardıktan sonra yapılabilecek iki şey vardır. Önce manipülatörle güzel bir yüzleşmek, ardından o bahane mi değil mi bilmediğimiz hiç farkında değilim özür dilerim cümlesini duymak, ve bu Özün içtenliğini ve samimiyetini anlamak için de bir şans daha vermek. Çünkü farkında değilse, karşısındakine de kendisi kadar değer veriyorsa bu hareketi bir daha yapmaz. Ama bilinçli yapıyorsa bu yüzleşmeden sonra dozu arttırarak devam edecektir. Fakat sizi duymadıysa eğer veya anlamadıysa, çok güzel bir atasözü vardır biliyorsunuz; sağıra sözünü köre yüzünü süslemeyeceksin ve oradan ayrılacaksın. Genelde beni üzen ise farkındalığı az insanlar değil, farkındalığı olduğu halde ve gerekli yüzleşmeyi yaptığı halde aynı yüzleşmeyi defalarca yaparak borsadaki hisse senetlerinin değerinin düştüğünü kabullenemeyerek yenildiği için güreşe doyamadığından, çok farkındalığıyla ne yazık ki özgüvensizlikle ve biri tarafından kukla gibi manipüle edilerek hayatına devam edenler... Beni üzen bu işte bilmemek önemli değil ama bildikten sonra uygulayamamak insanı mahvediyor işte. Yaşayan ölü böyle bir şey. İşin kötüsü o yaşayan ölüler, başkalarını da ısırarak bulaşıcı bir hastalık gibi yayılıyorlar. Mutsuzluk bulaşıcı mutsuzluk ise tramvaya nasıl dönüşüyor biliyor musunuz mutsuzluğa bile bile, göre göre maruz kalarak. Lütfen kendinize iyi bakın ve bu makalede anlattığım türde insanlar tanıyorsanız, ya hayatınızdan uzaklaştırın ya da hayatınızda yer almak zorunda olsalar bile onların kurbanı olmayın… Sevgiler Nilgün BODUR NİLGÜN BODUR İLETİŞİM LİNKLERİ: NİLGÜN BODUR ONLINE RANDEVU NİLGÜN BODUR SOSYAL MEDYA KANALLARI INSTAGRAM FACEBOOK YOUTUBE SPOTIFY TWITTER PINTEREST LINKEDIN NİLGÜN BODUR RESMİ WEB SİTESİ NİLGÜN BODUR KİTAPLARI ONLINE SATIŞ LİNKLERİ TÜM KİTAPLARI KAİDEYE TAMAH ETMEYEN İSTİSNADIR HAYAT AKILLANDIM ARTIK ŞİMDİ DAHA DELİYİM YANLIŞLIKTAN DEĞİL YALNIZLIKTAN SEN GİTTİN YA BEN ÇOK GÜZELLEŞTİM SIRADAKİ TEŞEKKÜRÜM BANA YANLIŞ YAPANLARA
- İntikam Nasıl Alınır?
İntikam Nasıl Alınır? Alınmalı mı? Alınmamalı mı? Bu yazıyı okumak yerine dinlemeyi ya da izlemeyi tercih edebilecekler için YouTube video linkini de paylaşmak istedim.Okumaya devam etmek isteyenler ise videoya tıklamadan devam edebilirler. “Teşekkürünü ettin yanlış yapanlara da, intikam nasıl alınır, asıl sen onu söyle bana” demişsiniz. Ben hiç almadım. Bilmiyorum. Soğuk soğuk da yemedim kendisini. Zeytinyağlılar soğuk yenir bizim evde sadece. İntikam ise ana besin zincirimde yer almaz benim. Bana acı vermeye cesaret edeni ölü sayarım. Adını yanımda anan olursa ruhuna bir Fatiha yollarım. Yokluklarının yarattığı boşluğa, yaşamımdan çaldıklarını koyarım. Mesela kahkaha atarım, sporumu yaparım, aynaya bakarım, kitap bile yazarım. “En büyük intikam affetmekmiş” derler. Neyini affedeceğim? Yerdeyken elimden yemek yiyip de, uçunca kafama pisleyeni affederek mi ödüllendireceğim? Affetmek için derin nefesler alıp, bilinç altımı şöyle bir yoklayıp, kişisel gelişimimi tamamlamaya çalışıp, aylarca terapi alıp, özümü falan bulmaya çalışıp, bu uğurda üstüne bir de para harcayıp, çaba falan mı göstereceğim? Niye affedeyim? Adam hayatımın içine etmiş, kurduğum hayalleri yok etmiş, özgüvenimi zedelemiş ve ben de üstüne affetmek için çaba gösterip, ermişlik mertebesine mi erişeceğim? Yok canım. Almayayım. İntikam mı? Hayat alır onu. Farkına varmazsın. Sen kendin almaya çabalarsan, başaramazsın. Sadece hayatta değil, ayakta da kalarak, mutlu olarak, kahkaha atarak yeneriz düşmanlarımızı. En büyük intikam, intikamı bile düşünmemektir. En büyük intikam, bizsizliktir. En büyük intikam, senin aynada gördüğünü onun artık görememesidir. Bana güvenirsen eğer, şöyle söyleyeyim... Seni üzeni, şu an başka biri üzüyor... Bir yerlerde biri, bir diğerinin intikamını alıyor... Başkasının hayatını mahvetmek değil, kendi hayatını yaşamaktır intikam... Yüzüne gözüne bulaşır sen almaya çalışırsan... Ödeşmeden bitmez ömür, merak etme... Ama ben çoğu zaman ödeştiğimi bile anlamam... Çünkü ölülerle hesap tutmayacak kadar değerli benim için bu muhteşem yaşam... Nilgün Bodur - İntikam ( Sen Gittin Ya Ben Çok Güzelleştim ) İntikam konusunu işlediğim ve sorulara cevap vermeye çalıştığım bir videonun linkini de bu vesile ile paylaşmak isterim. Yazardan Not: 2. kitabım Sen Gittin Ya Ben çok Güzelleştim 'de yer alan " İntikam " adlı yazımı sesimden dinlemek ve izlemek ve paylaşmak isterseniz Youtube ve Facebook linklerini paylaşıyorum YOUTUBE FACEBOOK İLETİŞİM LİNKLERİMİZ: NİLGÜN BODUR ONLINE RANDEVU NİLGÜN BODUR SOSYAL MEDYA KANALLARI INSTAGRAM FACEBOOK YOUTUBE SPOTIFY TWITTER PINTEREST LINKEDIN NİLGÜN BODUR RESMİ WEB SİTESİ NİLGÜN BODUR KİTAPLARI ONLINE SATIŞ LİNKLERİ TÜM KİTAPLARI KAİDEYE TAMAH ETMEYEN İSTİSNADIR HAYAT AKILLANDIM ARTIK ŞİMDİ DAHA DELİYİM YANLIŞLIKTAN DEĞİL YALNIZLIKTAN SEN GİTTİN YA BEN ÇOK GÜZELLEŞTİM SIRADAKİ TEŞEKKÜRÜM BANA YANLIŞ YAPANLARA
- Kıskançlık Belirtileri
10 Madde ile Kıskançlık Belirtileri İşte kıskanıldığınızı size kanıtlayacak maddeler Bu 10 maddeyle size karşı kıskançlık besleyen bir kişiyi bu duygudan vazgeçiremeseniz de o kişiyle olan ilişkinizde yaşanan bazı durumlar sebebiyle karşınızdakinin samimiyetinden şüphe duyduğunuz için, kendinize kızmaya son verebilirsiniz. Geçtiğimiz senelerde yine belirtilerini madde madde anlattığım bir Arkadaş Kıskançlığı ve Kıskançlık Belirtileri yazısı yayınlamıştım. Bir proje için bazı videolarımı deşifre ettiğimiz için tekrar izlediğimde ise, bazı maddeleri de biraz daha açmak ve yeni maddeler eklemek istedim ve kıskançlığı genel olarak yani sadece arkadaş kıskançlığıyla sınırlamayarak anlatmak istedim bu kez de size. Yazıma devam etmeden önce bu blog yazısını okumak yerine dinlemeyi ya da izlemeyi tercih edenler için YouTube video linkini de paylaşmak istedim. Okumaya devam etmek isteyenler ise aşağıdaki linke tıklamadan devam edebilir. İleri boyutları antisosyal kişilik bozukluğuna sahip insanlarda görülen bu hastalıklı duygunun davranışa yansıdığında farkına varılabilecek alametlerinden en azından kendi bildiğim kısmını ve genelde o duyguyu duyanın ve yansıtanın değil de muhatabının ya da diğer bir deyişle kurbanının terapi görmesiyle sonuçlanan bazı ruhsal ve/veya fiziksel tahribatlarından da bahsetmek istedim. Üniversite okumamış bir genç, üniversite okuyan bir akranının üst düzey yönetici olduğunu görüp de geldiği ve bulunduğu konuma imrenirse mesela, kendisi de üniversite okumaya karar verebilir. Bu imrenme hissi güçlü bir motivasyondur ama sonuçlar tabii ki aynı olmayabilir. Yine de kimseye zarar vermeden, bilakis bir amaç edinerek ve o amaç doğrultusunda, kendisi için olumlu bir karar vermiştir. Sonucu Allah bilir… Sonuç zaten hiçbir zaman garanti değildir. Diyelim ki aynı konuma ulaşamadı ve zamanında imrendiği o kişiyi gördükçe kendini kötü hissetmeye ve yine aynı kişiye sebepsizce sinirlenmeye başladı. Bu duyguyu yaşayan kişi, hemen içine dönmeli ve o kötü duyguyu analiz etmelidir çünkü başta oldukça insani gibi gelen bu duygu, zamanla hastalıklı bir duruma evrilebilir İmrenme ve gıpta etme olarak başlayan duygularının zehirli bir kıskançlığa dönüştüğünü itiraf etmek istemez kendisine… Kendini her daim kayıran beyniyle de, zamanında örnek aldığı o kişiye kusurlar bulmaya çalışır belki de birdenbire. Her yaptığı her söylediği batmaya başlar ve o kişi kendisine yardım da etse, borç da verse, bir tavsiyede de bulunsa; egosu tavan yaptı, ukala, numaradan yapıyor, hava atıyor bana gibi düşüncelerle beyninin kendini kayırmak üzere kodlanan ve şeytani tarafıyla düşünmeye başladığının farkına varamayabilir… Bu durum kendisine zarar veriyorsa eğer ki becerebiliyorsa karşı tarafı da üzmemek ve ileride onun da kendisini sorgulamasını önlemek için açıkça “Ben galiba negatif düşüncelerle boğuşuyorum ve seni gördükçe başarısızlığımı hatırlıyorum. Görüşmeyi azaltalım ya da ben bu düşüncelerden kurtulunca sana dönüş yapayım” demektir ideal bir dünyada kişinin yapması gereken. Hiç vaki olmadığından tabii bu ideal durum daha basit bir yöntem olabilir mi diye düşündüm. O da karşı tarafa “ne oluyor ya” dedirtecek de olsa, hayatından çıkmak… Ama ne yazık ki dediğim gibi çok etikmiş gibi anlattığım bu 2. yöntem bile karşı tarafa acı bir verecek bir yöntem olup, kendisini sorgulamasına sebep olacaktır Ama en azından bir süre sonra o acı ya da varsa yara geçebilir ve izi kalmayabilir. Sessizlikle ve zamanla iki taraf da durumu kendi içinde sindirebilir. Ama bu yöntem seçilmezse ve eğer ki bir de kıskandığınız kişiyle yakın bir ilişki içindeyseniz size beyninizin oynadığı ve gerçek sandığınız “Ben kıskanç değilim, o kötü “ adlı oyunun bir yandan da saçmalığını içten içe hissedip sıklıkla da gerçekliğinden şüphelenirsiniz., Ama büyük ihtimalle o oyun sayesinde bu adaletsiz dünyayı kaldırabildiğiniz için ve de şüphe duymak zor geldiği için gerçeğiniz yaptığınız o oyunu, bolca onaylatmak istersiniz çevrenizdekilere. Kendinizi başarısız görmek ya da başarısızlıkları doğal karşılayıp kabullenmek yerine başaranları kötü görmenize yarayan ve sizin için oldukça motive edici olan bu düşünce oyununuzun onaylanması şüphelerinizi azaltacaktır çünkü… Hayatın cilvelerini ve adaletsizliğini kabullenip geçemediğiniz ve kendi amaçlarınız doğrultusunda çaba göstermeye devam etmek de çok zor geldiği için beyninizin oyununu diğerleriyle de paylaşmaya başlarsınız işte bu sebeplerle. Yolunuzda yürümek yerine bir ara durduğunuz ve başkasının yolunu izlemeye başladığınız için bolca vaktiniz de vardır tabii. Başaranın bunlardan haberi yoktur çoğu zaman. Hatta başardığının bile farkında değildir belki. Yürüyordur işte, durursa beyni ona da oyun oynar diye korktuğundan belki de. Kim bilir? İşte o an başlar, başaranı kötü gösteren yalanlar. Daha kötü bir senaryo daha vardır. Aynı durumda bir başkası hiç imrenmeden, hiç çaba göstermeden, yani okuyup da çalışıp da onun gibi olayım diye anlattığım “imrenme” safhasını bile yaşamadan, bu oyunları oynamaya başlayabilir… Önce kendisiyle ve sonra da ne yazık ki bomboş oldukları için yeni oyuncular arayıp bulabildiklerinden mütevellit, oldukça kalabalık bir güruhla… Güruh da boşsa bir de takım olarak sayısız gol atarlar defansı ve kalecisi olmayan takımın boş kalesine… Sahaya inip duruma bir bakmak isterse karşı takımın tek oyuncusu kırmızı kart çıkar hemen, hakem olduğunu bile hiç bilmediği birinden… Atılan gollerden lime lime olmuş kalenin filesini de eline verip gönderirler…. Ama kalanlar bilmezler. Kazandıkları galibiyet değildir. Çünkü onlarla kimse oynamamıştır. Karşı takımın olmadığı bir maçta boş kaleye gol atmanın sevinciyle hayatı geçirmeleri mümkün değildir. Bu sebeple boş kale arayıp dururlar hep birlikte ilerleyen günlerde… Oysaki bir uğraş bulsalar kendilerine en azından başkalarının gol atabileceği boş da olsa dikili bir kaleleri olur bu evrende… Kıskançlık kıskananın farkında olmadığı ve beyninin oynadığı oyunlara başkalarını da ortak yaptığı bomboş bir oyundur ve ne yazık ki o oyunun sonunda elde edildiği sanılan boş zaferle, kıskanılanın ruhu da kalesi gibi lime lime olur. Ama ne yazık ki kıskanç ruhların o boş zaferden başka kazanacakları tek bir zafer daha yoktur. Beriki yeni bir kale dikmek için uğraşmaktadır. Kim bilir belki de bu kez aldığı dersle iyi bir defans ve iyi bir kaleci de bulur. Kendisiyle oynadığı için kimseye gol atmak gibi bir amacı da yoktur. Hatta bu adaletsiz oyundan büyük bir kazancı da olmuştur. Gol yememek için defans yapması gerektiğini öğrenmiştir. Tuhaf belki ama kıskançlığın galiba yine tek faydası sonunda sadece lime lime ettiği ruhlara olur… İşte kaleleri başlarına yıkılmadan defansı önceden kurmak isteyenler için bu maddelerle “alametleri” anlatayım istedim. Ve her alamet anlatışımda üstüne basa basa söylüyorum. Bu alametleri ellerde aramayın. Çok önem vermediğiniz uzak çevreler size zarar veremez. Zararın gücü kişiye verdiğiniz önemle orantılıdır. En büyük yarayı sizde en yakınınız daha doğrusu yakın sandığınız açar… Öyleyse sizi son derece kıskanan veya kıskanan birinin gösterebileceği davranışlardan 10 tanesini sıralamaya başlıyorum. Farkındalığınızı arttırabilmek amacıyla. Farkına varınca içinde bulundukları durumun herkes için farklı olabileceğini de bildiğimden ne yapabileceklerine de kendileri karar vereceklerdir, eminim… Benim çorbadaki tuzum olsun istedim bu maddeler… KISKANÇLIK BELİRTİLERİ : 1- Kıskanç İnsanlar Başarılarınızı Küçümserler Benlik saygısı düşük olan insanlardır tabii ki bu insanlar, bu yeterince iyi olamama hissi, başkalarının başarısını bir tehdit olarak görme eğilimi de yaratır. Sonuç olarak, diğerlerini rotadan çıkarmaya ve başarılarını az görmeye ve öyle göstermeye çalışırlar. Bu onların kendilerini geliştirmelerinin tek yoludur. Yani başkasını azaltarak kendi sabit durumlarını çok sanmak ve sandırmak… Kıskanç bir insan, yaptığınız hiçbir şeyi asla iyi olarak kabul etmeyecektir. Başarılarınızı ve gurur duyduğunuz her şeyi küçümseyecektir. Başarınız için sizi tebrik etmek yerine, reddetmeye ve size de durum öyleymiş hissettirmeye çalışırlar Yani olur ya sevinirseniz ve paylaşırsanız bu sevinci, büyütülecek bir şey olmadığına kendilerini, çevrenizdekileri ve hatta sizi bile ikna edeceklerdir. 2- Kıskanç İnsanlar Hakkınızda Kötü Konuşurlar Kıskanç birinin hakkınızda başkalarına iyi bir şey söylemesini mi beklemiyorsunuz değil mi? Konuşacaklardır hatta iyi gibi konuşacaklardır ama söylediklerinin altındaki yılanlık diğerlerinin bilinç altına yerleşecektir. Olur ya sizin kulağınıza gelirse ve yüzleşirseniz o yılanlığı hissetmenin içgüdüsüyle niyetlerinin iyiliğine sizi bile inandıracaklardır. Ne söylendiği değil, nasıl söylediği çok önemlidir ve size de nasıl söylediğini anlattığında belki ikna olmayı istediğinizden ikna da olacaksınızdır. Anlattıkları doğru olsa da sorundur aslında çünkü güveninize ihanet edilmiştir. Ki genelde yalandır ve bu kez de zaten iftira niteliği taşır ve kanunen bile suçtur. Ama yalan ya da doğru söylentileri başlatmaktan ve yaymaktan da çok hoşlanırlar çünkü konuşabilecekleri bir konuları yoktur. Kariyerlerini dedikodu, fitne ve iftira konusunda uzmanlaşarak yaptıkları için size okuduğu bir kitabı ya da izlediği bir filmi, bir hobisini, yaptığı hayır işlerini, iletişimde olduğu bir insanla ilgili olarak kendi yaşadığı bir duygu durumunu anlatması mümkün değildir… Çünkü bunlar hayatında yoktur. Çünkü yalan çok vakit alır. Doğru kolaydır. Bilirsin ve söylersin biter ama yalan kariyer olunca yıllarını da alınca insanın, kurgusu, yönetimi, dallanması, budaklanması zaman alır ve takip gerektirir. Çünkü doğru ortaya çıkmasın diye de özen ve çaba göstermek gereklidir. Olmayan oldurmak ve bir de büyütmek ve yaşamasını sağlamak takdire şayan bir emektir. Bunu neden yaparlar peki? Tahmin ettiğiniz gibi kendiler iyi olamadığından, siz daha kötü yaparak giderleri olduğuna inandırırlar önce kendilerini ve sonra da geri zekâlılardan seçtikleri iç görüleri olmayan ve anlatılan yalanlara inanmaya teşne ve sayıları da oldukça yüksek el alemi 3- Kıskanç İnsanlar Sizin Haberiniz Bile Olmayan Bir Yarışta Sizinle Rekabet Ederler Kıskanç insanlar size içlerinden meydan okuyup, sizi özenle yine içlerinde sessizce kurguladıklarından mütevellit size bildirilmemiş yarışa sokarlar. Onlarla aynı ligde bile olmayan ve rakipliğinden bihaber olan rakipleriyle federasyondan habersiz kaçak maçlar düzenlerler. O rakip de maç yaptığını bilmediğinden ya da bir maçta olduğunu hissetse de sonucun kendi ligini etkilemeyeceğini düşündüğünden belki de bile isteye maçı kaybeder. Yenilgisine sevinir hatta, karşı tarafı mutlu ettiğini hissettiğinden. Maç boyunca yapılan faullere, hilelere, elleriyle attıkları gollere göz yumarlar bu sebeple… Birini iyi hissettirmek atılan gollerden ve kazanılan maçtan daha büyük bir ödüldür onlar için. Kıskançlıktan beyni yanmış insanın amacı yine, boş kaleye gol atarak, karşısındakini zayıf ve kendisini güçlü görmeye ve göstermeye çalışmaktır… Hep görmeye ve göstermeye diyorum. Çünkü zaferlerini başkaları görmezse ve tebrik edip onaylamazsa olmayan bir maçı kurgulamanın, o maçta oynamanın ve nihayetinde kazanmanın saçmalığından bir ara şüphe etmekten korkacaklardır. Dedim ya yalan emek ister. Boşa gitsin ister mi o kadar emek veren hayatını üzerine kurduğu yalanlara… 4- Kıskanç İnsanlar Sizi Yıkmak ve Yıldırmak Amacıyla Eleştirirler Bir şeyi başarmak için ne kadar çalıştığınız veya ne kadar yetenekli olduğunuz önemli değildir onlar için. Kıskanç olan bir kişinin sizin için tek duygusu vardır o da kıskanmaktır. Fakat öyle çetrefilli bir duygudur ki bu adını başka bir şey koymak telaşıyla başka isim de veremezler. Kıskancım ben resmen ya demez ki insan kendine ya da diğerlerine. Bu sebeple bir dolu yalan ve yancı duygular yüklerler sizin için zihinlerine, beyinlerine, davranışlarına, kararlarına, sözlerine, kalplerine… Başka duyguya yer kalmaz ki bedenlerinde… Sonuç olarak, bu yancı duyguları yaratırken zorlanmamak için de sizi her zaman yanlış yapan, onlara kötü davranan, ukala, beceriksiz, çirkin ama sadece şansı yaver giden bir aşağılık olarak göreceklerdir… Oysaki azıcık düşünseler bulurlar. Bu kadar yakınınızda olan, sizin koşulsuz sevdiğiniz, güvendiğiniz, her şeyinizi paylaştığınız, ilişkinizde emek verdiğiniz kişi adi düşüncelerini sizinle hiç paylaşmadığı için de bilmediğinizden ve yüzünüze gülmeye devam ettiğinden dolayı hayatınızdaki mücadelenize bir de haber verilmeyen maçlar eklenen birinin aslında ne kadar şanssız olduğunu bilseler kıskanmak yerine acırlar… Ve çok şanssız olduğunuzu da anlamazlar ama dedim ya kıskançlığın çetrefilli oluşundan kaynaklı istihab haddini aşmıştır beyinleri…Bu yüzden şanslı görünürsünüz gözlerine. Yanmıştır beyinleri yolculukta bir yerlerde… Ve işte eleştirerek ve azarlayarak aslında bir bok olmadığınızı size sürekli anlatarak öğrenmenizi isterler ve bildiğinizden ya da unutmadığınızdan emin olmak için de yaptıkları tekrarlarla bilgilerinizi pekiştirirler. Onlar için bu sizin için verdikleri büyük çabadır ve siz de bir bok olmadığınız halde değerli vakitlerini çalmaktasınızdır. Bu lütuflarını da göze soktuklarından anlamamanız ihtimaline yer bırakmayacaklardır. Minnettar olmanız gereklidir. Bir bok olmayıp bir de nankör olmak istemezsiniz değil mi? Hatta bu eleştirilerde genellikle kendileriyle veya başkalarıyla kıyaslamak suretiyle yara almanızı sağladıklarını sanırlar. Çünkü kendilerini sizinle kıyaslayıp büyük yara almışlardır zamanında. Karşılarındakini de kendileri gibi sanırlar… Bir süre sonra yara almadığınızı hissedip dozu arttırırlar ve ne yazık ki sonunda sevdiğinizin söyledikleri bilinç altınıza işler… Ve hayat ile verdiğiniz mücadeleye bir de kendinize yaptığınız telkinler eklenir… Her şeyi bırakın, sevdiğiniz biri sizi eleştirince ona iyi görünmek için haddinden fazla çabalamak bile yorgun düşmek için, tükenmek için yeterlidir… 5- Kıskanç İnsanlar Kaçak İltifat Ederler Kıskançlık, tipik olarak düşük benlik saygısının bir sonucu olduğundan, genellikle kişi kendi benliğini algılamaktan kaçınır. Kim kötüyü görmek ister ki kendisinde? Sizi kıskananlar bu duyguyu maskelemek için çeşitli yöntemler geliştirirler. Alaycılık da bunlardan biridir. Yüksek sesle ağladığın için sana gerçek bir iltifat bile edemezler. Hak etmediğiniz başarılara ve güzelliklere sahip olduğunuzu düşünen insanlar size iyi hissettirmek ister mi? Akıllıca gizlenmiş bir hakaret olması için uğraşırlar iltifat etmek konusunda zaruri hissettikleri anlarda. Mesela saçınızın modelini değiştirirsiniz ve berbat olmuş demezler özellikle kalabalık bir grup içindeyseniz ve herkes size ne kadar yakıştığını söylüyorsa o anda. Olumsuz eleştirilerini başlasa olduğunuz anlara saklamayı da bilirler. Ne yorucu değil mi? İçtenlik ve gerçeklik olmayınca hayatta büyük mesai aslında kötülük ve hasetlik. Mesela derler ki “Çok yakışmış bak. Bunu kocan seni aldatmadan yapsaydın da adam başka kadına gitmeseydi.” 6- Kıskanç İnsanlar Sahne Çalarlar Kıskanç bir insanın görmek istediği son şey, spot ışıklarının size dönmesidir. Sizi güven dolu görmek ve tüm ilgiyi çekmeniz onların gerçek anlamda aklını kaybetmesine sebep olabilir. Buna kesinlikle dayanamazlar. Bu duygular, kendilerinde olmayan bir şeyi, yeteneği, bilgiyi, aşkı, parayı kabullenemedikleri gibi, bir başkasında olmasından da rahatsız olan beyinlerindeki kısa devre yapmış ve yanmış noktalardan kaynaklanır. Bilimsel açıklamaya çalıştım bu kez. Umarım becermişimdir. Başkalarının bırakın başarısını parasını, huzurunu ya da hayallerini bile duymaya dayanamazlar. 7- Kıskanç İnsanlar Bir de Meraklıdırlar Kıskanç insanlar her zaman burunlarını işinize sokarlar. Hayatınızda olan her şeyi takip ederler. Sanki sizinle olan her şeyi bilmek zorundadırlar, zar zor iletişim halinde olsanız bile onlarla, alırlar ağzınızdan sırlarınızı ve verirsiniz siz de… dedim ya zaten bu kıskanç insanlar zaten kıskanılan insanların en yakınları… Kıskanılanda travma yaratması ve kıskanın da bu kadar emek harcayıp sabotaj planları yapmasının sebebi zaten yakın olmaktır. Ve bu merak ve akabinde size yöneltilen sorular sizin cevaplarken sandığınız gibi iyiliğinizi çok önemsedikleri için değildir. Çevreye çarpıtarak yayabilmek için, sizin hakkınızda doğru bilgilere ihtiyaçları vardır. Harcadıkları zaman ileride yalanlarının tutarlı ve gerçek görünmesi için kullanacakları doğrularınız içindir. Alt yapı harcaması yani… Hatta o harcanan zamanı da size gösterdikleri sabır veya lütuf gibi eklerler ileride anlatacakları yalanların yanına. Tabii ki, gerçekten aradıkları şey onlara güvendiğinizden rahatlıkla itiraf edebildiğiniz içinde bulunduğunuz kirli ya da lekeli basit ve insani bir durumdur ama onların ihtiyaçları zaten bir toz zerresidir…Onlar üzerinizdeki toz zerresini çamur yapmayı çok iyi bilir. 8- Kıskanç İnsanlar Anlamsız Tartışmalar Yaratmaya Çalışırlar Kıskanç bir insanla onlarla yaşadığınız basit bir şey hakkında konuşmaya çalışırken, hatta çok sıradan ve onlarla ilgili bile olmayan bir olayı onlara anlatırken, bir şekilde yanlış olduğunuzu kanıtlamak için farklı konulara girip, kendilerini olayın içine yerleştirip ya da size haksızlık yapan birinden bahsediyorsanız, o kişiye avukatlık etmeye başlayıp saçmalarlar. Ama sorun bunu anlamak zordur. Çünkü genellikle sizi hiçbir konuda kayırmayı düşünmedikleri halde karşı tarafın haklı alternatif sebeplerini düşünüp bulurlar. İlginç olan tartışmalarda konu ikinizin arasında yaşananlar olduğunda, sizin alternatif sebeplerinizi hiç bulamayan ve düşüncesiz davranan ama böyle kabul ettiğiniz ve yine de sevmekten vazgeçmediğiniz bu insanlar , evinize gelen bir ustanın yanlış yaptığı ya da yapamadığı şeylerden falan bahsettiğinizde bile onlar için mesleğine ömrünü adamış 40 yıllık bir avukattan daha iyi savunma yaparlar o usta için… Siz, sizi yumuşatmaya çalışıyor sanırsınız, alternatif kötü bir sebep düşünmezsiniz bile konu sevdiğinizse tabii…Oysaki asıl amaç size her zaman sorunları büyüten ve bir başkasının hatalarını gören, edepsiz ve geçimsiz bir kişi olduğunuzu kanıtlamaktır. Allahtan avukat kimliğine bürünür. Ya hâkim olsa? Müebbet cezası yiyebilirsiniz boya ustasının her yerde döktüğü ve çıkaramadığınız boyalar için hayıflandığınızda. Bu insanlar aynı zamanda enerji vampirleri olarak da bilinir. Kendi hayatlarında hayal kırıklığına uğradıklarında anlatmak, paylaşmak, teselli edilmek yerine ketum davranıp içlerindeki nefreti besleyen bu insanlar, o nefreti de konfor alanları yapıp kimsenin içinde olduğu duruma bakamayacak hale gelirler. Onlar gibi sefil olmanı isterler. Hak verirlerse rahatlarsın diye korkarlar. Kendileri gibi nefretle dol isterler. 9- Kıskanç İnsanlar Hatalarınıza Bayılırlar Kıskanç insanların kendilerine ait kayda değer başarıları olmadığından, başkalarını övmek zorunda kalacakları durumlarla karşılaşmaktan çok korkarlar. Bu zehirli insanlar, başkalarının bir sorunla mücadele ettiğini veya bedbaht halde olduğunu görünce çok rahatlar. Bir hata yapın ya da bir tür kaybınız olsun, yardım etmeyi şuraya bırakın, yüzünüze vurmak için her an yanınızda olmak isterler. Her an olamazlar ama başkalarına anlatmaları lazımdır çünkü. Hatta ballandıra ballandıra anlatacaklarından çok vakit gereklidir. Kusura bakma bugün arayamadım canım dediklerinde, anlayışla karşılayın, olur mu? 10- Kıskanç İnsanlar Kötü Tavsiyeler Verirler Sizi kıskanan birinden iyi niyetli, faydalı bir tavsiye alamayacaksınızdır. Ne de olsa onların amacı sizin tavsiyelerine ihtiyaç duyduğunuz o durumdan çıkmamanızdır. Hatta siz kendi düşüncenizi ya da kararınızı söylerseniz o durumla ilgili kararlarınızdan ve kendinizden şüphe etmenize bile neden olurlar. Etrafta her zaman kıskanç insanlar olacak ve ne kadar çok başarılı, zengin, mutlu, huzurlu olursanız da, o kadar çok olacak zaten. Ama artık birisinin sizi kıskandığına dair alametleri bildiğinize göre, ne yapacağınıza karar verebilirsiniz. Ben derim ki onları bulun ve hayatınızdan çıkarın ya da en azından uzak tutun. Ama muhtemelen tüm belirtilere rağmen sevdiğiniz söz konusu olunca kör ve sağır olmayı seçen o minnoş kalbiniz sebebiyle gözünüze sokulmadan anlamanız da zor olacaktır. Sevdiğinizden olur ya şüphe duyarsanız kendinize kızan insanlarsanız, doğruyu bildiği halde yapamayanlardansınız demektir. Yine de bu yazıyı okuduğunuzda ya da aşağıda linklerini paylaştığım videoları izlediğinizde ve bu maddeler size tanıdık geldiğinde yalnız değilmişim hissi geldiyse bile yeterlidir benim için. Acı çekmeyi önleyemeyiz belki ama tek başımıza çekmediğimizi bilmek bile iyileşme yolunda olumlu bir adımdır… İşte benim tek motivasyonum da bu anlatırken sizlere… Yalnız olmadığımı ve yalnız olmadığınızı ispatlamak… Amaç, acı çekerken yalnız hissetmeyerek bir nebze de olsa şifalanmak… Acınız, yalnızlığa sürüklediğinde sizi, çevrenizdeki akbabalar sebebiyle sadece acı değil, kendinizden ettiğiniz şüphe de eklenir çünkü bir de yaşadığınız olumsuz duygulara ve o duygu işte, çok fena… Acı çektiğiniz için bir de, kendinizi deli zannedersiniz o şüphe duygusuyla… İşte ben de bilin diye anlattım. Yalnız değilsiniz… Deli de değilsiniz. Sadece kötü insanlara denk geldiniz… Nilgün BODUR İLETİŞİM KANALLARI NİLGÜN BODUR ONLINE RANDEVU NİLGÜN BODUR SOSYAL MEDYA KANALLARI INSTAGRAM FACEBOOK YOUTUBE SPOTIFY TWITTER PINTEREST LINKEDIN NİLGÜN BODUR RESMİ WEB SİTESİ NİLGÜN BODUR KİTAPLARI ONLINE SATIŞ LİNKLERİ TÜM KİTAPLARI KAİDEYE TAMAH ETMEYEN İSTİSNADIR HAYAT AKILLANDIM ARTIK ŞİMDİ DAHA DELİYİM YANLIŞLIKTAN DEĞİL YALNIZLIKTAN SEN GİTTİN YA BEN ÇOK GÜZELLEŞTİM SIRADAKİ TEŞEKKÜRÜM BANA YANLIŞ YAPANLARA
- Para mı Yoksa Zaman mı?
Hayatın en büyük ikilemi “ Para mı yoksa Sevgi mi? “ arasında yaşanan çelişki sanılır. “Para mı Yoksa Zaman mı?” konusudur oysaki gerçek paradox. PARANIN DEĞERİ ve ZAMANIN KIYMETİ arasında yaşanır aslında tüm kararsızlıklar... Hangisi değerli sizce? Ve ben bugün en değerli hediyemiz olan “Zaman” hakkında yazarak başlamak istiyorum bu konuya… Yazıma devam etmeden önce bu yazıyı okumak yerine dinlemeyi ya da izlemeyi tercih edebilecekler için YouTube video linkini de paylaşmak istedim. Okumaya devam etmek isteyenler ise aşağıdaki görsele tıklamadan devam edebilirler. Zaman… Birçoğumuz için asla yeterli görünmez değil mi ve o bize asla yetmeyen ve hiçbir zaman gözümüzü doyuramayacak zamanımızın büyük bir kısmını da para kazanmak için harcıyoruz. Zamanın paradır derler ya da vakit nakittir ve bu başka bir deyişle daha fazla zamanımız olduğunda da daha fazla para kazanabilmemiz için fırsatlar elimize geçecek olarak da algılanabilir. Ama bence bu konuya sınırlı bir açıdan bakıyoruz… Buradaki gerçek hazine zamandır ve biz kendisinden çok daha az değere sahip bir şeyi stoklamak için onu fütursuzca harcıyoruz… Madem ki zamanın tarafını tutuyorum, o halde ben sebeplerini de tek tek açıklamayı boynumun borcu bilirim. “Para” diyenler varsa bu sebepleri okuyunca belki de fikirleri değişir ve zamana daha çok kıymet verirler… Gelelim zaman - para kıyasını yaparken zaman lehinde aklıma ilk gelen maddelere 1. Daha Fazla Zaman Kazanamazsınız Ama her zaman daha fazla para kazanmanın bir yolunu bulabilirsiniz. Yapmak istediğimiz bir şey olmasa da, eldeki avuçtakini satma, ekstra vardiya yapma, online ticarete adım atma hatta bir kazı kazan biletine bel bağalama gibi birçok kazanç kapımız var. Ancak asla daha fazla zaman yaratma şansımız yok. Güne fazladan bir saat ekleyemezsiniz. "Zaman piyasasına" yatırım yaparak kendinize bu gezegende kendinize bir 20 yıl daha ekleyemezsiniz. Zaman bizim için sınırlıdır. Yaşamak ve gelişmek için 85 yılımız olabilir, ya da sadece 30. İşte o zamanlar çok değerli ve geçicidir. Para? Her zaman daha fazlası vardır. Elimizde olmasa da, ihtimal dahilinde hayallerimizde… 2. Kullandığınız bir günlük senelik izin ile o günkü kazancınızdan çok daha fazlasına sahip olabilirsiniz. Herkes farklı miktarlarda kazanır, ancak zengin veya fakir farketmez ;bir kişiye yapılan bir günlük ücret ödemesi, kişiye göre aynıdır. Yani bir kişi o ödemeyle İster bir kilo elma, ister yeni bir Ferrari satın alabiliyor olsun, önemli olan bir günlük ücretin onlar için sınırlı olmasıdır. Yani size yapılan ödemeyle sınırlı sayıda ürün satın alabileceğiniz belirli miktarda para verilmiş olacaktır. Ama izinli olduğunuz bir tek günde çalışırken yapamayacağınız her maceraya atılabilirsiniz.. Belki de o zamana kadar hep istediğiniz yağlı boya tabloya başlayabilirsiniz veya yeni bir kitap yazmaya. Arkadaşlarınızı arayıp ileride sohbetlerinize konu olacak çılgın bir anı yaratabilirsiniz. Tüm gün meditasyon yapabilir ve birden aradığınız iç huzuru bulabilirsiniz. Günün sonunda, parayla satın alabileceğiniz herhangi bir şeyin sizi geliştiren veya sizi mutlu eden bir deneyim ile asla rekabet edemeyeceğini de anlarsınız. 3. Zaman Paradan Daha Fazla Anı Yaratır Hayatınızda şimdiye kadar yaşamış olduğunuz en iyi anları düşünün. Kaç tanesi parayla satın aldığınız bir eşyaya, kaç tanesi aşkınız, arkadaşlarınız veya ailenizle geçirdiğiniz zamana dayanıyor? Ne yazık ki nadiren arkanıza yaslanıp düşünüyoruz. “ O ayakkabıyı aldığım günü hiç unutmuyorum. Muhteşemdi!” diye düşünen ya da bunu söyleyen birini duydunuz mu? En değerli hatıralarımız, sevdiğimiz insanlarla ve sevdiğimiz yerlerde geçirdiğimiz zamanla kaplı değil mi? Evet, seyahat etmek kesinlikle para gerektiriyor ama aynı zamanda parkta sevilen biriyle el ele yürüdüğümüz ya da bir barda arkadaşlarla karaoke yaptığımız anlara ödenen maddi bedel anısıyla kıyas götürmeyecek kadar düşüktür. Zaman, bize geriye bakıp gülebileceğimiz ya da ağlayabileceğimiz, bizi biz yapan anıları bize hediye ediyor Ve para hayatın amacı değil de anıların aracı olarak görev yapıyor. Ama tek başına anı yaratması mümkün olmayan ve sadece zamana hizmet eden bir araç. 4. Para harcamak için zamana ihtiyacınız var Dünyadaki tüm paraya sahip olabilirsiniz, ancak sadece harcayacağınız belirli bir zamanınız vardır. Dünyanın dört bir yanındaki milyarderlerin 100 yaşam süresi için yeterli paraları var eminim ve yine de bu gezegende sadece belirli miktarda zamanları var. Para size çok şey satın alabilir ancak size daha fazla zaman alamaz. Bu yüzden zaman hepimizin sahip olduğu en değerli kaynaktır. Ve aynı sebeple eminim çoğu zengin insan, aileleri ve arkadaşlarıyla ekstra birkaç güzel yılı geçirebilme şansı için varlıklarının çok büyük miktarını memnuniyetle gözden çıkaracaklardır... 5. Sona Yakın İnsanlar Para Değil Daha Fazla Zaman Dilerler İnsanların son günlerini yaşarken “Hayat ne kadar hızlı geçti” ya da “Keşke daha fazla zamanım olsaydı” dediklerini sıklıkla duymuşsunuzdur. Ama çok az insan, "Keşke daha fazla param olsaydı" ya da "Keşke milyoner olsaydım" der son zamanlarını yaşarken. Pişmanlıklarımızın çok azıı para ve eşyaya dayanır. Para bize bazı lüks sağlayabilir ama zaman bize çok daha fazlasını verir. Birkaç ay ömrü kalmış birine 10 milyon TL mi yoksa 10 yıl daha mı diye sorarsanız cevabını ne olacağını biliyorsunuz. 6. Zamana paha biçilemez, paranın değeri üstüne yazdığı kadardır Para paradır. Değeri günden güne piyasalarda dalgalansa da değeri o gün için bellidir. Ama zaman… Paha biçemezsiniz. Örneğin, sevdiğiniz biriyle bir saat geçirmeye fiyat etiketi koyabilir misiniz? Ya da 15 yıldır görmediğin bir dostunla karşılaşıp saatlerce kahkahalar ve göz yaşları eşliğinde sohbet etmeye? Ya da evladını ilk kez kucağına aldığın o ana? Sizi mutlu eden hatta mutsuz eden bir deneyime nasıl bir bedel biçersiniz? Tatile gidebilmenin paraya bağlı olacağını söylemek kolay olsa da, ayağınızın altındaki kumdan başka bir şey düşünmeden sevdiklerinizle bir sahilde birkaç saat geçirmenin bedeli nedir sizin için aslında? Sadece bir an… Ve aslında o an ücretsizdir. Parayı uçak bileti ve konaklama için harcarsınız… 8. Zaman şifacıdır Bakış açısı kazanmak zaman alır. Satın alınamaz. Güçlü ve zayıf yönlerinizi fark etmek zaman alır. Kim olduğunuzu ve kim olmak istediğinizi anlamak zaman alır. Para, o zaman boyunca hayatınızı yaşamanıza yardımcı olur, ancak size en büyük faydayı ve şifayı sağlayan, öğreten, anlatan, tecrübelendiren, anılar yaratan zamanın ta kendisidir… Şimdi söyleyin bana… Hangisi daha değerlidir? Para mı? Zaman mı? - Nilgün BODUR İLETİŞİM LİNKLERİMİZ: NİLGÜN BODUR ONLINE RANDEVU NİLGÜN BODUR SOSYAL MEDYA KANALLARI INSTAGRAM FACEBOOK YOUTUBE SPOTIFY TWITTER PINTEREST LINKEDIN NİLGÜN BODUR RESMİ WEB SİTESİ NİLGÜN BODUR KİTAPLARI ONLINE SATIŞ LİNKLERİ TÜM KİTAPLARI KAİDEYE TAMAH ETMEYEN İSTİSNADIR HAYAT AKILLANDIM ARTIK ŞİMDİ DAHA DELİYİM YANLIŞLIKTAN DEĞİL YALNIZLIKTAN SEN GİTTİN YA BEN ÇOK GÜZELLEŞTİM SIRADAKİ TEŞEKKÜRÜM BANA YANLIŞ YAPANLARA
- Öğrenilmiş Çaresizlik
Filler ve Öğrenilmiş Çaresizlik Bu yazıyı sesimden dinlemek isterseniz aşağıdaki videoya tıklayabilirsiniz. Filler çok güçlüdür değil mi? Mesela bir fil bir tonluk yükü hortumuyla kolayca kaldırabilir... Ama bir fil doğduktan kısa bir süre sonra yani henüz küçük ve güçsüzken ve gücünün farkında bile değilken sirk için eğitilmek üzere ağır bir zincirle demir bir kazığa bağlanır. Ne kadar çok zorlarsa zorlasın, ne yazık ki, zinciri kıramayıp kazığı yerinden oynatamadığını zaman içerisinde keşfeder. Sonradan fil, ne kadar büyürse büyüsün ve ne kadar güçlü hale gelirse gelsin yerde yanı başında duran kazığı gördüğü sürece hareket edemeyeceğine inanmaya devam eder. Birçok akıllı yetişkin de sirkteki filler gibi davranır. Düşüncelere, hareketlere ve sonuçlara hapsolmuşlardır. Asla kendilerine koydukları sınırların ötesine geçemezler. Ne yazık ki birçok kişi de yaşamı olduğu gibi kabul eder ve asla potansiyeline ulaşamaz. Öğrenilmiş çaresizlik, mevcut toplumsal yapıdaki sosyalleşme süreciyle, bireye neleri yapması ve neleri yapmaması gerektiğini o kadar güçlü bir şekilde öğretir ki; o kişi, toplumsal yaşam alanında, o kalıplaşmış yargı ve kuralların dışına çıkamayıp, yeni ve farklı bir eylemde bulunmayı aklından bile geçirmeyerek, olması gerektiğine inandığı gibi tutum ve davranış göstererek, bir anlamda kaybetmeyi öğrenir. Öğrenilmiş çaresizlik ve kaybetmişlik kültüründe, çevre tarafından bireylere neleri yapamayacakları o kadar güçlü bir biçimde aktarılır ki; bireyler, içlerindeki başarma güçlerine, önlerindeki fırsatlara ve karşılaştıkları koşullara bakmaksızın, hiçbir denemede bulunmadan peşinen kaybetmeyi kabullenirler. Oysa ki ben, hayatımın sonuna geldiğimde, masanın üzerinde hiçbir şey bırakmadığımdan emin olmak istiyorum. Gerçek potansiyelime ulaşmak için kalbimi ve ruhumu verdiğimi bilmek istiyorum. Potansiyelime ulaşmanın mümkün olup olmadığını bilmiyorum ama bunu öğrenmeye çalışırken ve bu sayede kendimi keşfederken yaşamak ve bu uğurda ölmek istiyorum. Hedeflerim ve hayallerim için tüm gücümü kullandığımda, Ve HER ŞEYİMİ VERDİĞİMDE hayatımın nasıl olacağını bilmek istiyorum. Sadece bir gün değil… HER GÜN! Bıkmadan, yılmadan denemek istiyorum. Denediğim her gün, başarabilme ihtimalim olan yeni bir gün demektir. Kıramadığımız asla zincirlerimiz değil, Kahrolası önyargılarımızdır... O zincirler, bize hareket etmemizi istemeyenler tarafından takılır. Ben ise, Bu hayatta kimsenin sirkinde gösteri yapmayacağım. Ben ne zincir takan, ne de zincir takılan olacağım. Kendi gücümü keşfetmek ve deneyimlemek için bu dünyadayım. Belki yoktur gücüm... Önemli mi? Değil.... Zincirlerimi kırdıktan sonra uçamam belki ama istediğim yöne doğru yürürüm... Ama en azından, Dururken değil, denerken ölürüm... NİLGÜN BODUR TÜM KİTAPLARIM BU YAZIYA AİT PODCAST BU YAZIYA AİT VİDEO NILGUN BODUR ONLINE GORUSME RANDEVUSU ICIN
- Narsist Kimdir
Sizce Narsist Kimdir ve Narsistik Kişilik Bozukluğunun Belirtileri Nelerdir? Merak Edenler İçin Evdeki Malzemelerle Psikopat ve Narsist Yapımı Bu makalede yazılanları izlemek ya da sesimden dinlemek isterseniz aşağıdaki videoya tıklayabilirsiniz. Çocuklarınıza asla sınır koymayın. Bırakın istediklerini yapsınlar. Onlara ezilmemek için ezmeyi öğretin. Çocuklarınızı küfür ettiğinde, bir canlıyı incittiğinde, size ve başkalarına saygısızlık yaptığında asla cezalandırmayın. Paşa gönlü nasıl isterse öyle yapar diye düşünün. Utanma ve pişmanlık nedir bilmeden büyüsünler. Çocuklarınızı uygunsuz davranışlarda bulunduğunda onları şirin bulun. Gülümseyin. Başkalarının çocuklarını da onların yanında uygunsuz davranışları sebebiyle eleştirin. Bu şekilde özel olduklarını düşünsünler. Özgüvenleri artsın yeter ki. Vicdansız da kalabilirler. Çocuklarınıza ahlak, etik, şefkat, empati, nezaket veya öz disiplin aşılamayın. Başkaları aşılasın çocuklarına bunları ki sizinkini tolere etsinler. Ömürlerini tüketsinler. Psikiyatristlere paralar döksünler. Yeter ki sizin prensiniz toplumun genel ahlak kurallarını uygulamak zorunda kalırken yorulmasın. Çocuklarınız yalan söyleyerek, hak yiyerek bir şey elde ettiğinde “çok zeki maşallah” deyip sırtını sıvazlayın. Gelecekte sizden bile çalsa hep sarın sarmalayın Çocuklarınızı ard arda iki mantıklı cümle kurdu diye "özel" sanın ve herkesten daha iyi olduğunu her defasında onların da duyacağı şekilde vurgulayın Tebrikler, evde bir canavar yarattınız. Nurtopu gibi bir psikopatınız oldu. Yazıma devam etmeden önce bu yazıyı okumak yerine dinlemeyi ya da izlemeyi tercih edebilecekler için YouTube video linkini de paylaşmak istedim.Okumaya devam etmek isteyenler ise videoya tıklamadan devam edebilirler. İşte bu kendinizi sevin öğretileri ben dahil herkes tarafından çok söylendi. Çünkü narsistler çoğalıyordu ve mücadele etmek için özgüven eksikliğini el birliğiyle gidermek lazımdı. Oysa ki özgüven ve narsizm arasındaki sınır çok çok ince. Zeka ve delilikteki gibi... Zekileri "deli" sanan beyinler, narsistleri de "özgüvenli" sanıyorlar... Etrafınıza bakarsanız, dünyada narsisizmin hızla arttığını ve kontrolden çıktığını görebilirsiniz ve bence Corona’dan hızlı yayılıyor ama öksürüp tıksırıp tahlil yaptırıp karantinaya alınan olmadığından, taşıyıcılar evlerindeki eşlerini, sevenlerini, güvenenlerini, onları insan bilenleri kimseciklerin haberi olmadan ve kan dökmeden öldürüyor... Gerçek pandemi bu aslında... Narsist Kimdir ? diye soruyor herkes. Virüs gibiler işte. Görünmüyorlar onlar da ama bir bulaşırlarsa yavaş ve acılı gerçekleşen ölüme sebebiyet olma ihtimalleri oldukça yüksek Ölüm oranı sıfır gibi görünüyor ama maruz kalanı yaşayan ölüye çevirme oranı %100. Sosyal medyada kendimizle ilgili paylaşımlarda bulunarak ve “arkadaşlarımızın” gönderilerine göz atarak, beğenmeden "beğen" tuşuna basarak saatler harcıyoruz. Bazılarımız da amansızca kendilerini doyamadığımız "selfie"leriyle tanıtmaktan başka pek de bir şey yapmayan ünlülere tapıyoruz… En az 7-8 senedir selfie paylaşıyorlar. Bitmedi farklı pozlar, farklı açılar. Günde en az 3 kez... 8 Nota ile sınırsız beste yapılabiliyor ya aynı suratla da sınırsız fotoğraf çekiyorlar... Hadi onlar ünlü. Ama o ünlüleri gazetede, televizyonda çok az gördüğümüz ve çok merak ettiğimiz için kıymetliydi hayatları. Bir televizyon programına konuk olmalarını bekler dururduk kişiliklerine şahit olabilmek için ve sonra yıllar boyu dizilerdeki, filmlerdeki oyunculuklarını, yeteneklerini alkışlardık. Keşke bir daha çıksalar bir programa da biraz sohbet etseler, biraz daha tanıyabilsek derdik... Gizemli olmaya çalışmadıkları için gizemlilerdi.İşlerini yapıyorlardı sadece... Belki de onlar da fotoşop yapıldığı için çok güzellerdi fotoğraflarda... Ama sadece poster ve albüm kapaklarına fotoşop yapılıyordu o zamanlar ve fotoşopu yapılan da fotoşop yapılmaya değer bir sanat icra ediyor demekti... Öyle kuzenler arası filtre alışverişleri henüz tedavülde değildi. Şimdi herkesin fotoşopu var ve herkes o ünlüler kadar güzel görünebilir... Herkes ünlü, valla.. Sonra bir de apansız ünlülerin ev hali paylaşımı başladı. Tevazulu paylaşımlarla beğeni topladılar insanlardan... "Bak, biz de evde kuru fasulye yiyoruz" pozlarıyla teknelerde patlattıkları şampanyalı sahneleri halka bıraktılar. Hesaplı tevazu narsizmdir. Mütevazı görünürsem puan toplarım diyen narsisttir. "Halk" ise evinin kirasını ödeyemezken, teknesi olan biriyle tanışır tanışmaz "dost" ilan etti kendini... Belki teknesinde 2-3 kare çekerdi... Sosyal medyada onu zengin sanırlardı.Belki DM'den iki üç kız yazardı. İşi bitince de tekne sahibinin hayatından çeker giderdi. Belki de bu kez helikopteri olan bir arkadaş edinmişti. Açıklamadan, şekeri biten sakızı tükürür gibi tükürürdü tekne sahibini. Kıskançlıkla yaklaştığı halde, duygusunu "dostluk" olarak göstermesi ve buna kendisinin bile inanması ise "İYİ" yi "İYİ" oynayabilme becerisi ve bulaşıcı narsizme çok fena yakalanması yüzündendi... Teknesi vardı zaten adamın. Onun gidişine mi üzülecekti? Başına gelen her şerefsizliği hak ederdi. Teknesi vardı. Kalbi kırılamazdı... Gerçekten bir narsisizm salgını ortasında yaşadığımızı size bilimsel olarak açıklamak isterim inanın ama zaman yetmez. Okuyun lütfen bu konuda yazılmış bir çok makaleyi… Öncelikle, narsisizmin görünen aşırılığının gerçekten yeni bir moda olup olmadığını düşündüm bu yaz tuttuğum sosyal medya orucumda.. Kişilik bozukluğu denen şey artık sahip olunması gereken kişilik özelliği oldu. Bireyciliğinin ve istisnacılığın yeni olmadığını, ilk olarak 1979 yılında tarihçi Christopher Lasch anlattı dünyaya. Çok satan kitabı “The Culture of Narsisizm: Azalan Beklentiler Çağında Yaşam” da narsisizmin kontrolden çıktığını iddia eden ilk kişilerden biriydi. Cep telefonu fotoğrafçılığını, reality TV'yi, interneti, sosyal medyayı daha tanımamıştı ve bu ruh halinin arttığını öngörmüştü. Biz "yarın yağmur yağabilir" dediğimizde ve yağdığında havaya giriyoruz. Adam mezarında ters dönerdi bugün bizi görse… Ancak 2000 li yıllarda konu tekrar ele alındı ve toplum bilimci Dr. Twenge tarafından sosyal deney ve deneklerle tespit edildi narsisizmdeki artış ama narsisizmin daha sorunlu yönlerinin aksine, benlik saygısı ve eylemlilikteki artışları yansıtan, kolej kadınları arasındaki yüksek puanlara odaklanıldı… Yani narsisizmde bir artış varsa, belki o kadar da kötü değil şey değildi diye düşünüldü. Ah bu kadınlar. Puan artınca iyi bir şey sandılar. Gelelim bugüne… Öncelikle NARSİST kişilerin özellikleri nedir ? Abartılı bir öz önem duygusuna sahip olmak Başkalarından hayranlık beklentisi Başarıları ve yetenekleri abartarak üstün olarak tanınmayı beklemek. Sadece başarı, güç, karizma , güzellik ve mükemmel eş hakkındaki fantezileri için nefes almak. (Eş mükemmel olacak ki, mükemmeli kurban yapıp delirttiğinde daha başarılı hissetsin. Sıradan birini delirtmek tatmin etmez onları.) Üstün olduklarına ve yalnızca eşit derecede özel insanlarla ilişki kurabileceklerine inanmak Konuşmaları tekeline almak ve kendilerinden her zaman aşağıda gördükleri insanları küçümsemek; yani her nefes alan insanı. İstediklerini elde etmek için başkalarından yararlanmak. (Karizmatik asalaklar da diyebiliriz.) Başkalarının ihtiyaçlarını ve duygularını tanımada yetersizlik veya isteksizlik. (Kısacası empati eksikliği ve işte bu kahredici yönleri) Başkalarını manipülasyonlar ile kasıtlı kıskandırmak ve başkalarının onları kıskandığına inanmak. (Aynı manipülasyon yetenekleriyle aşık etmek, sonra önemsememek, sonra aldatmak, sonra inkar etmek ve sonra da terk etmek döngüsünü de sağlıyorlar) Kendini beğenmiş ve gösterişli görünerek kibirli davranmak Her şeyin en iyisine sahip olmakta ısrar etmek - Örneğin, en iyi araba veya ofis- (Bunu gizleyen narsistler var artık. Onlar da okuyup öğreniyor gizlemeyi. Geliştiriyorlar narsizmi. Gizli narsistler; günümüzde aşırı "mütevazı" görünen mağdurlardan oluşmakta ) Aynı zamanda, narsistik kişilik bozukluğu olan kişiler, eleştiri olarak algıladıkları herhangi bir şeyi sineye çekmekte güçlük çekerler ve şunları yapabilirler: Özel muamele görmedikleri zaman sabırsız veya öfkeli hale gelirler. Yani eleştirilmeyi nefret edilme olarak görürler. Kişilerarası önemli problemler yaşarlar ama o problemleri kolayca küçümserler. Güzel beyinlerini yormazlar. Mükemmel olduklarını düşünmeleri ama Superman gibi uçamadıklarını anladıklarında mükemmeliyetten yoksun olduklarını gördüklerinde depresif ve karamsar hissederler Güvensizlik, utanç, savunmasızlık ve aşağılanma gibi gizli hislere sahip olurlar ve bunları yok etmek isteyip karşılarındakini delirtmeye başlarlar. Sakince planlı olarak ve karşılarındakinin öfkesi ve karşı koyması bile onları besler. Karşılarındakinin ezikliği ise onları psikolojik şiddetlerine devam ettirir ve davranışlarını arttırmalarına sebep olur. “Enabler” diyorlar bu sessiz ve kabullenici şiddet mağdurlarına İngilizcede. Kısacası “izin verenler, alkışlayanlar., karşı koymayanlar.” Narsist karizması yancıları... Sorsan, "sessizlik asalettir" derler. Gurursuz ve korkak olduklarını düşünmezler. Terk et, git, yüzüne bakma "sessiz sessiz" kolaysa... Bakmayın, onlar da büyüyünce narsist olmak isterler. Çünkü onlar narsistlerin hastalık boyutundaki bencilliğini özgüven sanırlar. Kısacası bilinçsizce, bir dayanağı bulunmasa bile, narsistler zayıf bir öz imajı reddederler. Kendilerini psikolojik olarak aşılmaz duvarlarla çevrili muazzam ihtişamın ışıltılı figürlerine dönüştürürler. Bu kendini "fena" kandırmanın asıl amacı, büyük ölçüde korkulan dış eleştirilere ve kendi kuşkular denizlerine karşı dayanıklı görünmektir... Bozukluğun temel semptomunu - yani narsistin herhangi biriyle "samimi" şekilde yakınlaşma başarısızlığını - diğer insanları bir otomat makinesindeki eşyalar gibi görmeleri ve onları kendi ihtiyaçlarına hizmet etmek için kullanmaları olarak da düşünebiliriz… Diğerlerinin kendilerine ait ihtiyaçları olabilir, bunu bilirler ama ne olabileceğini tahmin ederek yorulmak istemezler. Tahmin edemediklerinde ise karşılarındaki dile getirirse "sitem ve büyük beklenti" olarak görüp çoook şaşırırlar ve karşılarındakinin hasta olduğunu düşünürler ve ona da düşündürtürler. Zamanla ya sessiz kalarak kişiliksizleşir karşılarındaki. Stresten saçları falan dökülür. Ölü balık gibi bakmaya başlarlar dünyaya. Ya da karşı koyup ses çıkardıklarında da “deli bu be” denir onlara. Ve hemen çevreye haber salınır.. “Aaaa bu ağlıyor, bağırıyor, konuşuyor fütursuz” diye düşünürler. Deliren kaçmaya çalışırsa yakalarlar, biraz saha delirtip sonra da “Bu çok delirdi. Bana yeni bir kurban lazım” demeye başlarlar. Yani ses çıkarsanız da, sessiz kalsanız da kaybedersiniz. Kalsanız da, gitseniz de, dönseniz de, yanlarında durdukça değersizsinizdir. Eldeki kuşu sevmez narsistler. Hep daldakini dikizlerler. Maruz kalan yorulmuştur ve "bir sabah ben de uyandığımda narsist olsam keşke" diye hayaller kurar. Çok uğraşmasına gerek kalmaz, yok olan özgüvenini saklamaya çalışır ve yerine gelmesi için çabalarken o da bir kurban bulur. Unutmayın narsistle mücadele eden zamanla narsist olur. Ben de oldum mesela. “Sen gittin ya ben çok güzelleştim...” Kitabın ismine bak. Kapak gibi. Ayakta kalabilmek için her travmamda kendime gaz vere vere balon gibi şiştim. Sonra eline iğneyi alan batırdı. İkinci dereceden bir narsist olabilmiştim. Duygularım vardı benim ama göstermek istemedim. Savunma mekanizması olarak geliştiriyor insan başta , ezik olmayı istemiyorsa... Çünkü iki yolu var ya ezileceksin ya da gideceksin bağıra çağıra... Ama gitmek istemediği halde mecburen giden zaten yeniktir ve "narsist" olmayı daha sonra yaşadığı travmadan kurtulacağı yol olarak görecektir... İşte bu sebeple, narsizm bir pandemidir ve sosyal medya ise Çin’deki Wuhan rolünü oynamaktadır. Yani virüsün yayıldığı, beslendiği, mutasyona uğradığı yerdir. Çünkü narsistin yeni kurbanları kolayca edinebileceği av mekanı ve narsistlere maruz kalanların ise süslenip püslenip kapak olacak fotolar çekip beğeni alarak ruhlarını tamir etmeye çalışacağı yerdir. Yani narsistik kurban ve kaynakların en kolay ulaşılacağı yer. Bu sebeple artık sadece diyecek bir iki çift lafım varsa giriyorum. Ne yapsam, ne desem, ne söylesem ben kendimi gitgide unutuyorum... Çünkü ben unutmasam da, biri başarıyor unutturmayı... Aslında bu narsistik özelliklerin çoğu, kişinin özünde kendisinin olağanüstü olduğuna duyduğu inançtır. Sorun ise kabak gibi ortadadır: Hiçbir insan olağanüstü değildir. Narsisistik özelliklere sahip olmak ise kendisinde endişe yaratmaz. Bazı narsistler bunu bildiği ve özgürce kabul ettiği için bilakis mutlulardır. “Ben bir narsistim” ifadesine katılmanın narsistik özelliklerle oldukça ilişkili olduğu söyleniyor zaten. Bununla gurur duyuyorlar, başarılı olmalarına yardımcı olduğunu söylüyorlar. Doğrudur da... Başkalarını hiç düşünmeyen ve onları sadece kullanan biri başarılı olabilir de. Yani narsistlerin keyfi yerindedir. Hele bir de akşama evde kum torbası olarak kullandığı güzel bir eşi varsa. İşyerinde de ona itaat eden ve ağzına geleni söylese de ekmek parası için karşılık veremeyen işçileri ya da. Yani narsist psikoloğa niye gitsin ki? Beni sevenleri üzüyorum diye gitmesi lazım diye düşünebilirsiniz ama zaten onu düşünen sevenlerini üzmez de. İşte bu sebeple narsistler teşhis edilemez. Yani Corona'dan kötü. Test yok Çin'den ithal edilecek. Başvuru yok çünkü hastaneye. Narsizmde kanunen de bir suç yoktur -ki bence olmalıdır.- Gereksiz özgüvenden hüküm giymeli insanlar. Bu yüzden narsistler çok mutlulardır. Kurbanları kaçarsa yeni bir kurban bulana kadar bomboş hissederler ama sosyal medya ne güne durmaktadır? Bir takip isteği, iki "like" ve DM den yürüme yoluyla kurbanlar kolayca bulunmaktadır. Narsisizmin kişiye getirdiği zarar nedir diye araştırdım bir de. Kopukluk ve boşluk duygusu diyorlar. Kendini tanıtmanın ve bireyselliğin gerekli göründüğü narsist bir toplumumuz var belki, ancak kalbimizde istediğimiz bu değil. Bir topluluğun parçası olmak istiyoruz, mücadele ederken desteklenmek istiyoruz, aidiyet duygusu istiyoruz. Ama olağanüstü olmak, sevilmenin gerekli bir bileşeni değildir ki neden olağanüstü olmaya çalışıyoruz? Ve çakma kimliklerle olmadığımız şeyi olduğumuzu sanıyoruz. Bana göre narsistlik boşluk ve kopukluk duygusu değildir. Kötülüktür düpedüz ve bencilliktir. Kişiye verdiği tek zarar ise elindekiyle mutlu olmayı bilmemektir ve hep daha fazlasını istemektir. Tam gelişmiş narsist bozukluk yani psikopati ve sosyopatiye varan bozukluk sert, eleştirel ebeveynlikle ilişkili deniyor. Ancak narsisistik özelliklerde kitlesel bir artış, gevşek ve hoşgörülü ebeveynliğe atfedilmiş durumda son araştırmalarda: “Ebeveynler çocuklarını kendilerinin bir uzantısı olarak görerek eşit olmak isterler, sınırlar belirlenmez, çocuğun kafası çok karışır." deniyor "Harikasın, harikasın. Aman allahım 14 yaşında oyun hamurundan araba mı yaptın sen?Bravo..” Belki de harika değiliz, belki de sıradan olduğumuzu bilmemiz gerekiyor. İşe gidince patron onları, 8 aydır gittikleri gitar kursunda zar zor öğrendikleri bir şarkıyı çaldıkları için alkışlamayacak çünkü. Alkışlayacak kurban bulacak sonra ve alkışlayanı da alkışlamaktan artık elleri yorulduğunda, yenisiyle değiştirecek. Ellerini öpüp iyileştirmeyecek. Çünkü o harika. Alkışlayamayan gidecek kardeşim. Gidecek. Ama hep mutsuz olacak. Çünkü “Alkışlamaktan elleri yorulmayanı bir türlü bulamadım” diyecek. “Kolektif narsizmimiz gezegeni yok ediyor" “Özelsiniz, buna değersiniz, farklısınız” öğretisi.. Kişisel çıkarların yararlı olduğu ve hepimizin kendi çıkarımıza göre hareket etmemizin herkes için daha iyi sonuçlar yaratacağı fikri yani. Ben de dedim ama abartmasaydık iyiydi. Kimse kötü muameleyi hak etmez. Bunda hemfikiriz ama özel muameleyi de durduk yerde hak etmez. Nobel ödülü almış gibi gururlu dolaşmaya da herek yok. “Kötü muameleyi kabul etmeyin” dedim ben. "İyisini isterseniz de eğitim alın, üretin, çalışın. Durduğunuz yerde alkış almayı bekleyin“ demedim ki? Alkışlanmayı zaten niye beklediniz ki? Kötü muameleye tahammül etmeyecektiniz. Sonra kendinize yatırım yapıp geliştirecektiniz. Yanlış anladınız beni. Okuyun, öğrenin, çalışın para kazanın dedim ben. Parayı dudak dolgusuna yatırıp selfie çekin ve alkış bekleyin demedim. Bakın noldu işte? Ya, sev kendini ama sebebi saç kaynağı, dudak dolgusu olmasın. Onları da yaptır ama bunun için narsist adamın parasına ihtiyaç duyma. Sonra dudak dolgulu bir yaşayan ölü olursun. Yazık değil mi için ölmüşken dolguya verdiğin paraya? Ve kolektif narsizmin yaptığı en kötü şey, gezegenin yok edilmesidir. Tüketicilikle beslenip, kendi kendimize önem verdiğimiz için türümüzü yok eden bireyler olduk. Kalp atıyor ama enerji yok, umut yok, güven yok. Napıyım ben o kalbi? Kalbinin kan pompalaması yetmezki insana yaşamak için. Sevgi paylaşmak gerekir. Selfie ile değil, başka biriyle. Buraya yazıyorum. Narsisizliğimiz sonunda bizi yok edebilir. Arkayı kollayarak ve kendimize gaz verip balon gibi şişirerek yapayalnız gökyüzüne doğru yükselerek kaybolacağız evrende. Ve işin kötüsü arkamızı yalnızken bile kollamaya devam edeceğiz. Kan pompalayacak ama o zavallı kalp; dinazorlar gibi, aşkın da sevginin de nesli tükense de. Sebebi kim biliyor musunuz? Benim... Sensin... Selfie çekip yalan dolan mutlulukları paylaştık ve sonra o yalana inandık. Ben durdurdum bunu yıllar önce. Neysem o oldum ama diğerleri kadar kusursuz olmadığım için de çok yoruldum. Güzel kadınım aslında. Ama filtresiz fotoğrafla herkes kadar yani yeterince güzel olamadım. Filtresiz duygularla sorunlu ve mutsuz sanıldım. Ama ben neysem o olduğumda huzurla uyudum. Ne yazık ki olduğun gibi olmanın modası da geçmişti, iyilik gibi... Ve hep diyorum ya dürüst olduğum için azarlandım. Ama umudum var biliyor musunuz? Herkes sıkılacak yakında. Herkes 5 yılda 5000 selfie paylaşan ünlüye olan hayranlığını da yitirecek ve gerçek dostluğa, komşuluğa, aşka dönecek. Maske takmak koruyor ya pandemiden. Bu salgından korunma yöntemi de maske takmamak ve boş milleti “selfie”leri sebebiyle alkışlamamak olacak. Narsistler ve belirgin narsisistik özelliklere sahip olanlar üzerine yapılan uzun süreli bir çalışma, zamanla etrafındakilere en büyük zararı verdiklerini ortaya çıkardı. Tam gelişmiş rahatsızlığı olanlar arasında bu, başka bir kişiyi samimi bir düzeyde düşünmemeleri, onları yalnızca çıkarlarına fayda olarak görmeleri ile ilgilidir: Benim için ne yapabilirler diye düşünürler? Kızgınlıkları da “beni” ya da yansıtmakta başarısız oldukları “beni” hayal kırıklığına uğratmaları olur. Bu kutsallığa bunu nasıl yaparlar? Orijinal efsanede Narcissus'un, onu sevdiği için hor gördüğü Echo'yu, ölümcül bir hayranlıkla cezalandırıldığını unutmayın. Doğru bir şekilde kendini sevme olarak değil de kendini sevme arzusuyla onaya ihtiyaç duyma duygusudur bu. Evde tek başınıza sevin kendinizi. Yok,olur mu? Onlar kendilerini birine sevdirerek sevebilirler özlerini. Ezmeden, yükselemezler ve kurbanları genellikle en yakınları ve onları en çok sevenler olur. Tek başlarına takılıp insanlara zarar vermeseler; başımın üstüne. Benim için konunun ilginç olan yanı, yaygınlıkları arttıkça, toplumun narsistik özelliklere karşı isyan etmediğini görmek oluyor. Görün bakın neler olacak. Ben bu sene 2. Üniversite olarak sosyoloji okumaya başladım. Umarım bir çok şey öğrenir; sizlerle de paylaşırım. Ama şimdilik sosyolog olarak değil insan olarak konuşuyorum sizlerle. Çok geç kalmadan panzehiri alalım. Tevazu, minnet, merhamet, sevgi... Günde üç öğün; aç tok farketmez. Bol suyla. Bol vicdanla... Çocuklarınıza “harikasın” da demeyin; “rezilsin” de. Çocuklarınıza bir şey demeyin hatta. Bırakın onlara yakıştırdığınız sıfatlarla yaşamak yerine kendi sıfatlarını edinsinler. Kendileri dünyanın kaç bucak olduğunu görsünler ve sizi arkadaş değil, anne baba bilsinler. Arkadaş çok bulurlar ileride. Onlara anne ve baba lazım; inanın. Evdeki malzemelerle lütfen nurtopu gibi psikopatlar yapmayın… NİLGÜN BODUR İLETİŞİM LİNKLERİ: NİLGÜN BODUR ONLINE RANDEVU NİLGÜN BODUR SOSYAL MEDYA KANALLARI INSTAGRAM FACEBOOK YOUTUBE SPOTIFY TWITTER PINTEREST LINKEDIN NİLGÜN BODUR RESMİ WEB SİTESİ NİLGÜN BODUR KİTAPLARI ONLINE SATIŞ LİNKLERİ TÜM KİTAPLARI KAİDEYE TAMAH ETMEYEN İSTİSNADIR HAYAT AKILLANDIM ARTIK ŞİMDİ DAHA DELİYİM YANLIŞLIKTAN DEĞİL YALNIZLIKTAN SEN GİTTİN YA BEN ÇOK GÜZELLEŞTİM SIRADAKİ TEŞEKKÜRÜM BANA YANLIŞ YAPANLARA
- Kıskançlık Nasıl Anlaşılır?
10 Madde ile Kıskançlık Nasıl Anlaşılır? Bu Maddeler ile Size Karşı Kıskançlık Besleyenleri Hemen Anlayın İşler sizin için kötü giderken daha fazla insan tarafından çevrelendiğinizi hiç fark ettiniz mi? Birinin sizi kıskanıp kısmadığını söylemenin mükemmel yollarından biridir bu aslında. Kötü gün dostları... Bazı insanlar resmen duygusal sülüklerdir ve yaranızla rahatlarlar. Onların kötü günlerinizde yanınızda olmaları ve dünyanız dağıldığında size destek olmaları aslında çok kolaydır. Kötü gün dostu dersiniz ve bunun nadir bulunan ve erdemli bir bir davranış olduğunu sanırsınız. Ne yazık ki her zaman kötü gün dostluğu iyiye alamet değildir. Kötü gününüzde yanınızda olmak bazıları için çok kolaydır çünkü acınızda teselli buluyorlardır. Hayatınızı kendileriyle karşılaştırırlar ve o sırada acı çeken kendileri olmadığı için hem şükrederler ve terapi olur onlara hem de içlerinde konumuzun başlığında olduğu gibi gizli bir kıskançlık varsa kötü gününüzü görmek onlara kendilerine bile itiraf edemedikleri bir zevk verir. Yazıma devam etmeden önce bu blog yazısını okumak yerine dinlemeyi ya da izlemeyi tercih edenler için YouTube video linkini de paylaşmak istedim. Okumaya devam etmek isteyenler ise videoya tıklamadan devam edebilir. Üzücü bir durum ama ne yazık ki doğru. Çok dışarıda değil, acınızda rahatlık bulan, başarınızı kıskanan, her şey sizin için harika giderken sizin için mutlu olamayan insanlar var çok yakınınızda. Çok dışarıda olanlarım size karşı duyguları nötrdür. Kötü bir şey olursa üzülür, iyi bir şey olursa sevinirler. Tabii ki uç noktalarda olmaz bu duygular. Ama teselliyi veya tebriği en yakınımızdan bekleriz ve ne yazık ki eğer ki yaşadıkları bir kıskançlık varsa bu durumlarda en usta oyuncudan daha yetenekli bir şekilde rollerini oynarlar. Çemberinizin dışındakilerin az sevinci ya da üzüntüsü en azından samimidir. Ve işin kötüsü bu arkadaş kıskançlığını yaşayanlar ikili ilişkilerdeki gibi kendilerine veya başkalarına durumu itiraf edemezler. Dost, arkadaş, akraba hatta allah korusun kardeş kıskançlığı yaşayanlar bu duygu her tetiklendiğinde zihninde karşısındakine bir suç yükler ve farkına varmadan zamanla arkadaş kıyafetine bürünmüş nurtopu gibi bir düşmanınız olur. Ve düşmanın en tehlikelisi bilinmeyen düşmandır. Zaten karşınıza geçip vurmazlar size. Genelde sırtınızdan bıçaklarlar. Gıpta insani bir şeydir. İkili ilişkilerde flörte hizmet eden asgari kıskançlık kabul edilebilirdir ama KISKANÇLIK belki de birçok kişinin hayatındaki insanlara güven, öz güven, paranoya, depresyon ve travmala gibi sorunlarının ana sebebidir. Kıskanç arkadaşların belirtilerini görmek her zaman kolay değildir. Bunu gizlemede usta olurlar. Kendilerinden bile. Peki nasıl anlarız ya da anlamaya çalışırız bu insanları? Hangi davranışları onları ele verir? Kıskançlık Nasıl Anlaşılır? 1. Kötü tavsiye verirler Size diğer insanlardan veya kararlarınızdan şüphe edecek bir şey söyleyecek kadar ileri giderler. Fikirleri sorulmadığı anlarda bile. Sence? Diye sormadan bencelerini bol duyduğunuz insanlardır bunlar. Ve bence dedikleri şey kuranda yazıyormuşçasına savunurlar. Sizin mutluluğunuzu düşündüklerini söyleyerek başlarlar hayatınıza karışmaya. Bu hoşunuza da gider ama bence şimdi şöyle bir yoklayın sizin hayatınıza ve kararlarınıza üstün bir bilmişlikle fikirleri sorulmadan bile dayatıcı ve baskın davranarak müdahale edenler var mı yakın çevrenizde? 2. Samimiyetsiz iltifatlar yaparlar Size iyi bir şey söylediğinde ya da kendisinin bulunduğu ortamda size övgü dolu sözler söylediğinde sahte ve zorlama gülüşlerini hissedebilirsiniz. O his içinizdedir aslında ama siz de yakınınızın sizi kıskanabileceğini düşünmek istemezsiniz Sizi tebrik ederken seslerinin tonunu değiştirdiğini görebilirsiniz. Terfi aldığınızda, geliriniz arttığında, yeni ve güzel bir ilişkiye başladığınızda, ya da herhangi bir başarı elde ettiğinizde mecburiyetten kurdukları cümleler genelde samimiyetsiz gelir. Ve usulen yapılan o tebrik konusu kendileri tarafından bir daha da açılmaz. Yine hissedersiniz ama bunu asla dile getiremezsiniz. Arkadaşlığınız bitse bile. Çünkü kağıt üzerinde tebrik edilmişsinizdir. Hissettiğiniz duygu veya aldığınız garip enerji sizin için bile delil değildir. Ama artık inanın benim için büyük delil. Bu insanlar İsteksizce be görev icabı sizi överler tebrik ederler. Hatta bu konuda ilk öven ya da tebrik eden olmak için de üstün çaba gösterirler. İleride bu davranışları kendilerinin haklı çıkması için delildir. Hatta bu delili kendilerine bile sunarlar. 3. Başarılarınızı dikizlerler Onları en çok rahatsız eden şey, başarınızın ve veya iyi şansınızın bir zincirleme reaksiyona girip çoğalmaya başlamasıdır. Bu olduğunda, başarılarınızı küçümseyerek kendilerini daha iyi hissetmek isterler. Ünlü olsanız, ünün kötülüğünden bahsederler. Zengin olsanız paranın önemsizliğini ve değersizliğini anlatırlar. Hatta sosyal medyada daha çok takipçiniz olsa sosyal medyaya hiç önem vermediklerini söylerler. Hatta kıskançlık beyin yakıcı seviyeye gelirse sosyal medya hesaplarını bile kapatırlar. Tabii ki kıskançlıktan değil. Hiç önem vermediklerinden. Yine bu cümleyi başkalarına kuracakları gibi Kendilerine de kurarlar. Bir şey elde ettiğinizde. Aşk, para, başarı; Şanslı olduğunuzu söylerler ve beyinlerinde bulunduğunuz yere ulaşmak için çok fazla harcadığınızı kabul etmezler. Size de bunu ettirmezler. 4. Hakaretlerle iltifat ederler. Ben buna iltifatlı küfür derim Çoğu zaman, yöneltilen her iltifatlarının altında gizli bir hakaret yatar. Bazen de alaycı konuşurlar Sizi daha iyi hissetmeniz için övmezler vermezler, övdüklerinde bir yanınızı yaraladıklarından emin olmak isterler. Siz o zararsız ve içinde övgü barındırıyor gibi cümleyi duyduktan sonra ağzınıza acı bir tat gelir sanki ama yine de güzel be yediğim şey dersiniz. Mesela kilo almışsın sanki güzelim ama valla sana çok yakışıyor. Ben alsam çok çirkin oluyorum. Ya da senin gibi agresif birinin böyle bir eş bulması ne şans. Valla çok şanslısın. Başkası çekmez dırdır falan . Ya da bayılıyorum şu evde düzene önem vermemene. Ben önümde bir tabak dursa rahatsız olurum ama sen ne güzel rahatsın. Umrunda değil dağınızlık, kir, toz. Valla senin gibi olmak isterdim. Nasıl? Tanıdık geldi mi örnekler? 5. Kendi başarılarını sizin yanınında gereğinden fazla vurgularlar Yani kendilerinin elde ettikleri her küçük kazanç ya da başarı büyük olarak anlatılacak, patlatılacak hatta törenlerle kutlanacaktır ve şimdiye kadar sizin yaptığınız her şeyden daha büyük olarak görülüp gösterilecektir. Ama siz takmayacaksınız, görmeyeceksiniz hatta sevineceksiniz. Mutlu olunca insanlar mutlu ederler diye düşüneceksiniz. Onun adına rahatlayacaksınız. Belki onun yanında dikkat çektiğiniz ya da övüldüğünüz için suçluluk bile duymaktasınız ve bu sebeple onun için çok mutlu olacaksınız. Çünkü siz mütevazi bir insansınız. Böylece sessiz kalıp masallarını hem de inanarak, alkışlayarak, coşkuyla dinlersiniz. Çünkü kerizsiniz. Keriziz 6. Aşırı rekabetçi olurlar Bu önceki konularla da ilgili aslında. Sadece bir özet geçeyim madde olarak yazmış bulundum. her seferinde sizi geçmek isterler, bu yüzden sizi değersizleştirmek için ellerinden geleni yaparlar. Hem de en basit konuda: örneğin pazardan 10liraya kiraz alsanız, onlar 8 liraya aldıkları için çok övünüp yarım saat konu hakkında nutuk atabilirler.olur ya hiçbir konuda rekabet edemezlerse kusurlarınıza odaklanırlar ve zaman içerisinde konuştuğunuz tek konu sizin yanlışlarınız olur. Başarılar kısacık ve tek seferlik samimiyetsiz bir tebrikle geçiştirilirken, kaşınıza yaptırdığınız ve çok memnun kalmadığınız dövme aylarca konuşulabilir. 7. Onlarsız planlar yaptığınızda çok rahatsız olurlar Öyledir di mi? Bilirsiniz bu hissi ama siz aşırı sevildiğinizden paylaşılmak istenmediğinizden zannedersiniz. Onlar olmadan başka planlar yaparsanız, özellikle de sebepsizce yani nedendir bilinmez iyi geçinemedikleri bazı arkadaşlarınızla yaparsanız bu planları, yine bence ile başlayan cümleler kurulur. Olur ya o plandan vazgeçmezseniz ve lise arkadaşlarınızla tatile falan giderseniz allah sizi korusun. Bu, mevcut olmadıklarında olabilecek iyi veya heyecan verici bir şeyi kaçırmaktan korkmaları nedeniyle oluyor sanırım. Ya da kum torbalarını başkasına kaptırmaktan korkuyorlardır. Bu nedenle, omuzlarınızda bir yük gibi hissetmeye başlarsınız onları. Tepki vermemeleri için bazen saklarsınız bile planlarınızı beyaz yalanlarla ve empat olduğunuzdan kendinizi sürekli ona karşı suçlu hissedersiniz. 8. Diğer ilişkilerinizi çaktırmadan sabote etmeye çalışırlar Sizinle birlikte olduklarında, başkalarının yanındaysanız ve siz görüş alanından ayrılır ayrılmaz ve diğer arkadaşlarınıza sizi düşündüklerini söyleyerek sizi sevdiklerinden sürekli dem vurarak kötüleyeceklerdir . Örneğin antidepresan kullanıyorsunuzdur ve belki de bu aranızda bir sırdır. Çok üzülüyorum filancaya, çok sorunları var. İlaç kullanıyor ve destek olmaya çalışıyorum ama bazen yük gibi oluyor. Sürekli arıyor. Seviyorum da. Bir şey de diyemiyorum. Size yaparsa mesafenizi koruyun ama kırıcı olmayın tamam mı? Çünkü hassas kızcağız. Tanıdık geldi mi? Asla söylemediğiniz kelimeleri söyleyecekler. Asla yapmadıklarınızı dostumu düşünüyorum kisvesi altında yapmışsınız gibi anlatacaklar ve onu dinleyen salaklar da onun ne iyi bir dost olduğunu düşünecekler. Yani sizden uzaklaştırırken kendisine bir hayran kitlesi oluşturacaklar.Hayatınızda insanlara sahip olmanızı sevmezler çünkü, bu yüzden muhtemelen sizi itibarsızlaştırmanın bir yolunu bulmaya çalışırlar. Ustadırlar bu konuda. Ruhunuz duymaz. Duysa da takmazsınız siz zaten. Böyle şeylere, uzaklaşan insanlara, dedikodulara, iftiralara takılacak vaktiniz yoktur. Anlayışlısınızdır zaten. Bu sebeple zaten zehirlerini size akıtmayı tercih ederler. 9. Yüzünüzün kızarmasına bayılırlar Sizin hakkınızda Bildikleri özel ve aşağılayıcı veya küçük düşürücü hikayeleri birlikte kalabalık bir ortama girdiklerinde paylaşırlar. Hatta bunu sizin önünüzde yaparlar ve siz alınıp utandığınızda ya da ona tepki verdiğinizde saygısızlık etmediklerini ama eğlenceli ve sempatik buldukları için ya da , kalabalığı eğlendirmek için komik bir anınızı anlattıklarını söylerler. Hatta gösterdiğiniz alınganlığı büyütüp kompleksli olmamamız gerektiği konusunda belki de günlerce sürecek nutuklar atarlar Bu sebeple sırlarınızı kime söylediğinize dikkat edin diyeceğim ama aslında yaranızın yerini iyi bilen kanatıyor işte. Bence sır mır vermeyin kimseye. 10. Hiçbir şey onları başarısız olduğunuzu görmekten daha mutlu edemez Bu konuda tabii ki açık olmayacaklardır size ama yaşadığınız kötü bir durum karşısında içlerinde küçük bir kutlama dansı yapacaklardır. Tabii ki kutlayacaklardır. Çünkü O anı çok uzun süredir bekliyorlardır. Küçük beyinlerinde, bu kötü olay zaten onların sizden daha iyi olduklarının kanıtıdır. Ya da kendileri sefil durumdadır ve , sefaletlerini paylaşacak birine sahip olmaktan da zevk alabilirler. Birisinin kıskanıp kıskanmayacağını nasıl anlayabileceğinizi merak ettiyseniz, sanırım bu işaretlerde cevabı buldunuz. Kötü ya da deli ya da öfkeli bir insanın bile hayatınızda yeri olabilir. Sorunlarını bildiğiniz şeffaf insanlar sizi düş kırıklığına uğratmazlar ama kıskanç insanların hayatınızda yeri yoktur. Çünkü onlar Seni tam tersini yapıyorlarmış gibi hissettirerek sürekli aşağıya çekmeye çalışırlar. Onları ne kadar erken çıkarırsanız o kadar iyi ve huzurlu bir hayatınız olur. Geçimsiz ya da nankör görünmekten asla korkmayın. Melek olsanız bile sizi öyle görmek isteyen görecektir zaten. Benim umrumda değil özellikle son iki senedir. Negatif, manipülatif, samimiyetsiz herkesi çoğu zaman delillerle değil içgüdülerimle, aldığım tuhaf enerjiyse çıkarıyorum hayatımdan. Kıskançlıklarıyla size bulaştırdıkları tüm toksinlerden arındığınızda hayatınızın daha iyi hale getireceğini göreceksiniz. Bakın kötü eşe ve kötü dosta tahammül etmek için çok kısa bu ömür. Sizden bir şey çalmadıklarını ya da zararsız olduklarını düşünebilirsiniz ama en azından sizden zamanınızı çalarlar bu insanlar ve zaten çalınacak en değerli şeyi götürmüş olurlar. O sevmediğimiz, asla gurur duymadığımız Yalnızlığın nötr hali bile negatiften iyidir. Her zamanki gibi öpüyorum sizi. Negatif insanlardan rabbim korusun hepimizi Nilgün Bodur İLETİŞİM LİNKLERİMİZ: NİLGÜN BODUR ONLINE RANDEVU NİLGÜN BODUR SOSYAL MEDYA KANALLARI INSTAGRAM FACEBOOK YOUTUBE SPOTIFY TWITTER PINTEREST LINKEDIN NİLGÜN BODUR RESMİ WEB SİTESİ NİLGÜN BODUR KİTAPLARI ONLINE SATIŞ LİNKLERİ TÜM KİTAPLARI KAİDEYE TAMAH ETMEYEN İSTİSNADIR HAYAT AKILLANDIM ARTIK ŞİMDİ DAHA DELİYİM YANLIŞLIKTAN DEĞİL YALNIZLIKTAN SEN GİTTİN YA BEN ÇOK GÜZELLEŞTİM SIRADAKİ TEŞEKKÜRÜM BANA YANLIŞ YAPANLARA
- Kendinize İyi Davranın
Mutlu olmak için yapmamız değil yapmamanız gereken şeyler var. Bu sebeple Kendinize İyi Davranın lütfen ve kendinize bu kötülükleri yapmayı bırakın Oldum olası kendimizden şüphe duyan insanlarız, değil mi? Bir şey başarsak, "Yanlışlıkla oldu." deriz. "Şans işte" deriz. Ve bir işi batırsak, yenilsek, yorulsak, hemen beceriksiz olduğumuza kanaat getiririz. Bir çoğumuz sadece iğneyi değil, çuvaldızı da kendine batıran bireyleriz... "Ah, gerçekten öyleyim" diyorsanız eğer şu anda, bu yazı tam size göre... Yazıma devam etmeden önce bu blog yazısını okumak yerine dinlemeyi ya da izlemeyi tercih edenler için YouTube video linkini de paylaşmak istedim. Okumaya devam etmek isteyenler ise videoya tıklamadan devam edebilir. Hayatlarımızı karmaşıklaştırıyor, aklımızı önemsiz düşünceler ve olumsuzluklarla bulutlandırıyoruz... En ufak başarısızlıkta yenilgide hüsranda, yenilmekle yani mağlubiyetle uğraşmak yetmiyormuş gibi bir de kendimizi cezalandırıyoruz. Kendimizden nefret bile ediyoruz ve zamanla kurban psikolojisine girip kendimiz için çok üzülüyoruz. Bir yandan da “dış güçler” hayatımızı cehenneme çevirdiği için, onları da bir güzel sövgüyle anmayı da asla unutmuyoruz. Ama kendimizi dövmeye , dövmesek bile kendimize psikolojik şiddet göstermeye her daim devam ediyoruz. Hayat güzel... Sadece biz kendimizinkini cehenneme çeviriyoruz. Çünkü Her birimiz zaman zaman, yaşamı olması gerekenden daha zor hale getiren düşüncelere, duygulara ve davranışlara kapılıyoruz ve sanki üç harfliler bizi ele geçirmiş gibi davranıyoruz. Bize yapılan kötülüğü düşünüp kötüye tekrar kızıyoruz. O zaten kötülüğünü yaptı gitti. Beynini eline mi geçirdi ki bir de onu düşünüp talihsizliğimizi, travmamızı tekrar tekrar güzel fikrimize anımsatıyoruz. Biz izin veriyoruz; kötülüklerin, kötü anıların, kötü muamelelerin, kötü niyetlerin, ellerini kollarını sallaya sallaya beynimizde volta atmasına. İyilik görsek, mutluluk görsek, aşk görsek; belki hemen içeri buyur ediyoruz ama onlara bir çay bile ikram etmeden, volta atan kötülüğü izlemeye devam ediyoruz. "İnsanlar nankördür" denir ya sürekli. Bir çoğumuz kendimizin nankörüyüz. Kapı çaldı, aşk geldi, mutluluk geldi, iyilik geldi, huzur geldi, sağlık geldi.. Peki biz niye gelince gitmek bilmeyen hadsiz misafirlerimizin volta atışlarını izliyoruz? Yaka paça kovacaksın ki onları; huzura sarılıp, sağlığa şükredip, aşkı öpüp koklayacaksın... Tabii ki bazılarımız için şartlar zor. Hafife alamam yaşanan, yaşatılan, çaresiz bırakan, yoran, yıpratan sorunları. Ben de çok zorlandım ve hatta hala zorlanıyorum bu hayatta. Çünkü kartlar dağıtılıyor herkese en başta ve bir çok kişi eli iyi diye oyunda kalıp kazanabiliyor. Eli kötü olan ya “Pas” deyip pes ediyor ya da mimik, jest, taktik, dua, mücadele, azim, artık Allah ne verdiyse kullanıyor. Bu tabii ki kulağa, ruha, vicdana adil gelmiyor. Eli iyi olan elini koruyor ama eli kötü olan 1-0 gerideyken eli iyiymiş gibi düşünebilmek ve davranabilmek için bile büyük mücadele veriyor. Yine de kendi hayatlarımızı kendimiz için zorlaştırdığımız gerçeğini de biliyoruz ama değil mi? Çünkü mücadele ederken, arada kendimizi de dövüyoruz. Kafa göz dağılıyor savaş bittiğinde ama biz hala kendimize attığımız yumrukların ve tekmelerin sahibini, niyetini, sebebini arayıp duruyoruz. Ama işte çoğu zaman hazırlıksız yakalandığımız ve ansızın kendimizi içinde buluverdiğimiz bu cibilliyetsiz ve sefil döngüyü durdurmak için yapabileceğimiz şeyler de var. Hem de 17şey var. Bu maddeleri not edin ve bundan sonra Kendinize İyi Davranın : 1. MADDE: Sorunlarınızdan Kaçmayı ve Onları Ertelemeyi Durdurun. Sorunlar kendi kendilerine bu sabah şişesinin ağzı açık kalan asetonum gibi uçup gitmiyor. Onları yok edebilir ya da onlarla yaşayabiliriz. Hayatta her şey iki seçenekli zaten ve onlarla yaşayamayacağınızı biliyorsanız, o zaman ertelemeye ne gerek var? Kaçmaya? Görmezden gelmeye? Çünkü zihninizdeki o ağırlık zamanla sadece artar. Bir sorununuz varsa, bir sorununuz olduğunu kabul edin ve bununla yüzleşin. Yaşam, aşılması gereken sorunların çok uzun bir listesidir zaten. Madem aşmanız gerek, ne kadar hızlı aşarsanız, hayatınızın geri kalanı o kadar iyi olur. 2. MADDE: Kendinize Yalan Söylemeyi Bırakın İnsanlar hayatınız boyunca size, bize, sağa sola, ona buna yalan söylerler; bu yalan yığınına bir de kendinize söylediklerinizi eklemeyin. Başkalarının size yalan söylemesi zaten yeterince kötüyken kendinize söylemeniz kabul edilemez.. Farkında değil misiniz? Güvenebileceğiniz tek kişi sizsiniz… Ama kendinize yalan söylemeyi alışkanlık haline getirirseniz, kendinize bile güvenemezsiniz. Kendinize ve inandığınız şeye yani kendi doğrularına güvenebilmelisiniz. Yanlış bile olsalar. Yanlış yalan kadar kötü değildir. Ama bir şeyin de yanlış olduğunu biliyorsanız, kendinizi bunun doğru olduğuna ikna etmeyi bırakın. Yanlış, doğruya giden yolda seçim yapmak zorunda kaldığınız için seçtiğiniz ama sizi hedefe ulaştırmayacak olan sapaktır. Yani yanlış masumdur. Haktır. İhtimal dahilindedir ve durmadığınızı, bilakis yürüdüğünüzü gösterir. Ama o sapağa girip de yanlış olduğunun farkına vardığınız halde "Amaaan, şimdi o kadar ilerledim, geri dönmeyeyim" derseniz yani bildiğiniz halde yanlışta ısrar ederseniz, kendinize yalan söylersiniz. Kendinizi yalanlarla ya da yarım hatta çeyrek gerçeklerle beslemek, birkaç anı kurtarır ama hayatı teğet geçersiniz 3. MADDE: Geçmişte Yaşamayı Durdurun "Dün dündür - bugün bugündür" derler ya.. Çok gülerim o lafa. Felsefenin en basit hali. Ne anlatır bilmem ama geçmişle ilgili kalabalık ortamlarda kötü bir anı anlatıldığında yüzeysel bir tanıdık bu cümleyi söyler ve çekiliverir gururla köşesine kendini filozof gibi hissederek.. Dünü azımsamak yanlış. Çünkü Herkesin elinde bir görünmez bir bavulu var taşıdığı. Maziyle dolu olan. Kimisi sırtına atmış, altında ezilmiş, kaldırabileceğinden ağır bir çuval haline sokar ve bir hamal gibi terleyerek, zorlanarak, yorularak, yıpranarak taşır. Kimisi de dört tekerlekli, ultra hafif çek çek bavullar gibi parmağının ucuyla bile hareket ettirerek taşır. Taşımaz hatta. Bir dokunsa o kendisi ilerler. Geçmiş ve yaşanmışlıkları yok sayamayız. Sadece kötü anıları mı yük sanıyorsunuz? Sorun bakalım ilk aşkını kaybeden tecrübesiz genç kıza, iyi anılar yük değil mi omuzlarında? Geçmiş iyi ya da kötü hep yüktür. Tekrarı olamayacak güzelliklerle ve akıllardan çıkamayacak kötülüklerle doludur ama yüktür işte. "Görmezden gelin, unutun" söylemleri anlamsız ama bırakın o jüt kumaştan yapılmış tutacak yeri bile olmayan, sırtlamak zorunda kalıp belinizi büken çuvalı, alın bir tane tüyden hafif dört tekerleki bir valiz. Ağırlık aynı olacak belki ama taşıma stili farklı. Zaten bavulunuza bir dokununca gidiyor ya, yorulmuyorsunuz ya, düşünmüyorsunuz ya, beliniz bükülmüyor ya, işte bu sebeple şimdiyi yani yaşamın ta kendisini ıskalamamış olursunuz. 4. MADDE: Mutluluk Satın Almayı Durdurun İçecek satın alabilir, kıyafet satın alabilir, teknoloji satın alabilir, ilaç satın alabilir, seyahatler satın alabilir, deneyimler satın alabilir, hatta aşk bile satın alabilirsiniz. Ama hiçbiri sizi mutlu etmeyecektir - Satın aldığınız gün belki biraz. O da para ödediniz diye. Ayıp olmasın diye. Ve tüm bunları satın alırken yanında mutluluk da promosyon olarak veriliyor sanıyoruz. Araba aldık ya paramızla. Mutluluk da fiyata dahil sanıyoruz. Mutluluğu eşyalara ve kişilere bağlıyoruz. Bedeli ödenince hak ediyoruz sanıyoruz. Oysa ki Paulo Coelho der ki : Zaten mutluluk, durumu ne olursa olsun her insanın erişebileceği bir şey olmalı. Yoksulların en yoksulu bile mutlu olabiliyorsa, mutluluğun maddeyle ilişkisi olmamalı. 5. MADDE: Başkalarına Güvenmeyi Bırakın İnsanların kendi baş ağrıları, kendi sorunları, kendi aksilikleri ve kendi başarıları ile dolu kendi yaşamları vardır. Arkadaşlık harikadır ama genellikle tahmin ettiğimiz gibi adanmışlık yoktur. Yani onların da kendi hayatları vardır yaşamaları gereken. Dostum, "beni benden çok düşünür" falan diye öyle ütopik bir dünyaya yolculuk etmeyin zihninizde. Hiçbir duyguyu öyle çok kutsallaştırmayın. İşi yokken, önceliği yokken yanınızda olur herkes. Yalan mı yani? Evlatlar bile öyle değil mi? Kendinize güvenin. Başkalarına değil. Bağımsız olursanız zaten böyle adanmışlık duygularına da kutsallık yaftalamazsınız. Herkes çıkarı olduğu kadar, şartları uyduğu kadar, başka önceliği olmadığı kadar yanınızda. Şimdi demeyin ki vah vah herkes kötü. Kadın bize "kimseye güvenmeyin" dedi. Sorun o değil ki. Herkesin kötülük için bile bahanesi vardır. Herkesin kendi bakış açısı vardır. Yanlış da gelse başkasına, onlara o onların doğrusudur. Ben "insanlar kötü güvenmeyin" demedim yani. Ben sadece "güvenmeyin" dedim. Çünkü o eforu kendinize göstermeniz gerekir. Hepimiz hayatımız boyunca çeşitli anlarda kendimizi yalnız buluruz. Hatta bayağı sık oluyor bu artık herkese. Kendinizi yalnızlığınızda öyle birdenbire bulursanız ve başkalarına sırtınızı dayayıp sürekli destek almaya alıştıysanız; gidince onlar, -kötülükten değil ama mecburiyetten- yere kapaklanırsınız. Yanımda, arkamda, yanıbaşımda demeyin kimse için. Kendiniz olacaksınız hep yanınızda. Başrolü figürana vermeyin bu oyunda. Yuhalanan da alkışlanan da siz olun. Yuhalanma riskini alamayan alkışları da duymaz ama. Bunu da unutmayın. İnsanlar süsüdür hayatın. Desteği, askısı, tutacağı, maşası, anlamı değil. Eğlenin, gülün, dinleyin, öğrenin insanları. Dallarınızın eğilmesini önleyen ve gövdenize iple bağlanan tahta parçaları gibi görmeyin başkalarını. Yaşam sizin. Zayıf bir iple bağlanan anlamsız tahta parçalarının değil. Bağımlı olmayın. Bitkilerin dalları ağırlık yapar.İnsanın değil. 6. MADDE: Başarısızlıktan Korkmayın Başarısızlık küçük düşürücü ve utanç verici, bir terim, bir duygu, bir durum diye bilinir değil mi? Bunun nedenini ben anlamıyorum. Başarısızlık sadece bu dünyada "öğrenmektir." Hayat hakkında okuyabileceğiniz çok şey var, ama gerçek bilgi deneyimden gelir . Ve kimse hiçbir şeyi ilk seferinde doğru yapamaz. Hata yapar tabii ki. Ama bu aslında çok iyi bir haberdir. Pes etmezse ve vazgeçmezse tabii. Tekrar dener. Yine hata yapar. Ne güzel, yeni bir hata daha öğrenmiş olur. Aşılanır hatalara, deneye yanıla. Ve yeniden. Ve yeniden. Her başarısızlık sonucunda... Ne kadar çok yanlış yaparsanız, o kadar tecrübe kazanırsınız. Oysa hiçbir şey yapmadan başaranlar yani başarı kendilerine tepsiyle sunulanlar, hiçbir şey öğrenemezler. Son kitabımda bahsi geçiyordu başarısızlığın. Bu maddeyi 4. kitabımdan bir kuple ile noktalayayım.: Güzeldir başarısızlık. Çünkü başarısızlığınızı kimse önemsemez. Sadece kendiniz önemsersiniz. Seversiniz sonra başarısızlığını, benimsersiniz ve o hissi yaşamamak için değersizlik duygusuyla o kadar mücadele edersiniz ki, haddinden fazla başarırsınız. ( *Akıllandım Artık Şimdi Daha Deliyim" - NİLGÜN BODUR / 2020 ) 7. MADDE: Farklı Sonuçlar Bekliyorsanız Aynı Şeyi Tekrar Tekrar Yapmayı Durdurun Aynı zamanda, aynı hataları yapmaya ve farklı sonuçlar beklemeye devam etmeyin. Bir şeyi kendi bildiğiniz tek yöntemle denediyseniz ve işe yaramadıysa, tam olarak aynı şekilde tekrar denediğinizde ne olacağını tahmin edin? Başarısızlık sadece ondan öğrenirseniz iyidir. Aksi halde gerçekten sadece başarısızlıktır. Ya yeni bir yöntem deneyin. Ya da elinizdeki tecrübeyi lütfen yavaşça yere bırakarak oradan uzaklaşın 8. MADDE: Geçmişteki İlişkilerinizi Şimdiki İlişkilerinizin Önyargısı Yapmayın Aşık oldunuz ve kalbiniz kırıldı; yaşamayan var mı? Yaşamayan varsa acırım valla. Aşkın her yönünü bilmek lazım. Acısını bilmeyen, sevincini de anlamıyor zaten. Tutkusuz birlikteliklere, mantığa, hesaba, kitaba aşk diyor. Ve aşkı her yönüle yaşadıysanız, artık kırık bir kalbin acısını da biliyorsanız, aşk döngüsünü tamamdır. Ve bireysel olarak büyümeniz başlamıştır. İlişkiler, hayatın geri kalanı gibi, öğrenme deneyimleridir. Genellerseniz tek deneyim yaşarsınız. Yani aşk acı verir diye değil, aşk acı verebilir diye düşünmelisiniz. Arkadaşlık için de geçerli bu. Ve tüm ilişkilerin acı içinde bittiğine inanmayı bırakın, en sonunda yanınızda kalacak olanı bir önyargıya kurban etmeyin. Deneyin. Korkmayın. Hayat sizin. 9. MADDE: Kendinizden Özür Dileyin Hayat herkes için zor. Zenginlerin hayatı kolay geliyor sizlere. Ya da sosyal medya sebebiyle zengin gibi davranan aptalların. En zenginlerin bile problemleri var. Belki de yoksulların en yoksulunun problemlerinden de çok. Kendimize sorun çıkarıyoruz - Burhan Altıntop'un da dediği gibi: "Aslında yoklar." Çünkü herkesin derdi var ve herkesin olan bir şey sıradandır değil mi? Saçını maviye boyatsa bir arkadaşımız marjinal gelir herkese ama tüm evren birdenbire saçını maviye boyatmaya karar verse? Mavi saç nasıl da sıradanlaşır, değil mi? Dert; görünce şaşıracağınız mavi saçlı genç kız değildir. Kara saçlı, kara gözlü yurdum kadınıdır. Herkes gibi sıradandır. Kendiniz için üzülmeyi bırakın ve çevrenizdeki dünyayla etkileşime başlayın. Belki sizin gibi birini bulup aynılarını yaşadığını görünce rahatlarsınız ya da başkasının daha büyük derdini görüp, el uzatıp, iyileştirip hem şükür edersiniz hem de size şükredilir. Güzel alışveriş değil mi? 10. MADDE: Başkalarını Değiştirmeye Çalışmayın İnsanlar değiştirilmek istemez ve çoğu zaman değiştirilemez. Kim ister? "Ben isterim" diyorum hep. Ama yok. Değişemiyorum. Aynı kurtarıcılık, aynı küskünlük, aynı atar, aynı gider. Artık annem ne yaptıysa? Herhalde bize insanları gösterip, "Hadi koşun onlara ve benliğinizi kaybedene kadar sizleri kullanmalarına izin verin" dedi. Öyle olmalı ki ben değişmiyorum, değişmek istediğim halde. İnsanları oldukları gibi kabul etmeyi öğrenmelisiniz. Çabalayıp da değişemeyenler var bakın. Bir birey hakkında yanlış bulduğunuz şeylere odaklanmak yerine, görün sorunu ve o kişiyi seviyorsanız onlarla nasıl başa çıkacağı konusunda ona yardım etmeye odaklanın . Ya da "yok canım, ben yorulamam diyorsanız" siz bilirsiniz. O zaman oturun oturduğunuz yerde ve milletin negatif yönlerini gözlemlemeyi ve dert etmeyi bırakın. Aslında dedim ya "çabalayın" diye. Şu an vazgeçtim. Geri alıyorum. Negatife odaklanmayıp, kabul etmek serbest ama insanları tamir etmeyin; onlarla başa çıkmayı öğrenin ve - söylemekten nefret ediyorum - onları sükunetle, sevgiyle ve saygıyla yapmalarını istediğiniz şeyleri yapmaya yönlendirin. Çok narsist bir söylem oldu. Manipülasyonu tavsiye ettim belki ama açıkçası bu bencilce değil. Kötü niyet yok ve onların size verdiği huzur, onlara da yansıyacaktır. İki taraf da kazanacak. Beyaz yalan derler ya. Bu da beyaz manipülasyon 11. MADDE: Bahane Bulmayı Bırakın Hep şanssızlıktan, fırsat verilmemesinden yakınırız değil mi? Özellikle nazara büyüye inanan Türk halkının öğrenilmiş çaresizliği bu işte. Ama birden bir fırsat gelir önünüze. Bu sefer de zamanın uygun olmadığını, yerin doğru olmadığını ve yıldızların doğru olarak hizalanmadığını söylersiniz. Sonra da dersiniz ki "fırsat bile yanlış zamanda geldi. Ben ne şanssızım." Ayarlar asla hiçbir şey için mükemmel olmayacaktır ki. Mükemmel olan dış güçlerin asker gibi hizalanması değildir; mükemmel olan dağınık askerleri hizaya getirmektir. "Hazır ol" demeden hazır olmuyor o fırsatlar. Hazır gelmiyor. Mazeret yaratmayı bırakın ve önünüze çıkan fırsatları gözden kaçırmayın. Çıkmadı mı? O zaman kendiniz için fırsatlar yaratmaya başlayın. 12. MADDE: Endişelenmeyi Bırakın Bela gelir. Sonra tekrar gelir. Sonra tekrar gelir. Bela siz "gel" demeden de gelir. "Defol" deseniz de gelir. Bir de ne kadar çok sorumluluğunuz varsa potansiyel olarak o kadar bela gelir ve o zaman çok ama çok endişelenmeniz gerekir, belayı beklerken, değil mi? Yapabileceğiniz tek şey vardır oysaki. O da; endişelenmeden, aklı selim bir şekilde tüm sorunlara, ertelemeden, görmezden gelmeden mantıksal yaklaşmaktır. Üzerinde çalışılması gereken şeyler üzerinde çalışmak gerekir. Ve yapabildiğiniz kadar şeyi yaptığınız sürece, endişelenmeniz gereken bir şey yoktur. Endişelenmeye değer tek şey tembelliktir; geri kalan her şey sizin kontrolünüz dışında gelişir. 13. MADDE: Negatife odaklanmayı bırakın. Olumsuzluk yok edici ve bulaşıcıdır. Dünyaya bakışımızı bulandırır ve gerçeklerin olduğundan daha kötü olduğunu düşünmemizi sağlar negatiflik. Olumsuzluk ve endişe el ele gider ve çok çalıştığınız ve başarının garanti olduğu durumlarda bile her şeyin çöküşü olabilir. Psikolojide bile buna yer verilmiş. "Kendini doğrulayan kehanet" denir buna. Düşün, düşün, düşün ve gerçek olur işte. Madem ki evrenin böyle bir gücü var. Siz de düşünün tabii ama pozitif düşünün. Olumsuz düşüncelerinizle dolu bir dünyada yaşamak, olumluya yer bırakmaz. Silkelenin hadi. Ben de şöyle bir silkeleneyim. Pozitif şeyler düşüneyim. Mesela çikolata, dondurma, baklava ana besin zincirimde yer alsın, sınır olmasın ve ben yine de incecik kalayım. Ohh.. valla şimdiden zayıfladım. 14. MADDE: Nankör Olmayı Bırakın. İstatistiksel olarak konuşursak, eğer bunu şu an okuyorsanız, inanın; o zaman dünyadaki insanların çoğu şu an sizden daha kötü durumdadır. Çünkü bu yazıyı okuyacak hali, sağlığı, huzuru, inancı, vakti olmayanlar da vardır mutlaka. Bu çok rahatlatıcı olmayabilir… Ama yine de bir şükür şeklidir. Tersini düşünmek nankörlüğe girer. Mutluluk maddede değil, maddi olmayanda yatar. Sahip olduğunuz şeylere, özellikle de hayatımızda önemli rol oynayanlara minnettar olun. Sağlık varken, hiç görülmez. "Aaa, iki elim var!" diye kimse şaşırmaz. Görebildikleri için insanlar, gördükleri şeyleri kanıksayıp farkına bile varmaz. "Her şey kötü. Hayat adil değil" deyip isyan etmeye başladığınızda; "Daha kötüsü olamaz" dediğinizde; değil bir kolunuzun, bir elinizin, sadece serçe parmağınızın sizden alındığını düşünün. -ki kendisi favorimdir-Hemen iyileşirsiniz. Şükür "antidepresan" etkilidir. Ruhu İyileştirir. En basit şey, en güzeldir. Yürüyüşe çıkmak. Yabancılarla konuşmak. Gökyüzüne, ağaçlara, kuşlara, denize bakmak... Doğa ile çok az bir ücretle ya da hiçbir ücret ödemeden bağlantı kurabiliyorsunuz. Ailenizle bile bu kadar bedava bağ kuramazsınız. Yaşam bize basit güzellikler sunuyor. Onlara bakıp geçmeyin. Durun ve görün... 15. MADDE: Zaman Kaybetmeyi Bırakın. "Hayat = Uzunluğu kişiden kişiye göre değişen anlar toplamı. Zaman." Bakmadım sözlüğe de ama hayatın kelime tanımı bu bence. Hayatınızdan en iyi şekilde yararlanmak için bu zamanı kullanın. Yani tek varlığınızı. Vaktinde yapmak önemli değil doğruları. Geç de olsa yapmak önemli. Ama erken ya da geç diyebilmek için aksiyonlarımızın sonuçlarına; bir aksiyon almış olmak lazımdır. Ne geç, ne erken, ne de tam vaktinde oldu diyemiyorsanız yaşanmışlıklarınız için ve konuyla ilgili bir yorumunuz yoksa, o halde siz zamanı kullanmamışsınızdır, zaman sizi kullanmıştır. 16. MADDE: Başkalarını Etkilemeye Çalışmayın Neden mi? Değmez çünkü... Birisinin suyuna gitmeye çalışmanızın tek nedeni, kişsel çıkardır zaten. Yani sütten çıkmış ak kaşık değiliz hiçbirimiz. Hatta yine 4. kitabımdan bir alıntı yaparak konuyu açıklamak isterim: Onaylanmak ve değerli hissetmek için resmen takla atıyoruz. Sevilebilmek için, yüzüne tavuk baksa kırk gün yumurtlamayacak insanların peşinde heder oluyoruz. Yapılan haksızlıklara göğüs geriyoruz. Konuşmaktan ve fikir beyan etmekten ya kaçıyor ya da bulunduğumuz ortamdaki narsistlerin fikirlerini fütursuzca onaylıyoruz. Manipülatörlerin egoları altında boğulup sırtımızın sıvazlanmasını bekliyoruz. Tıpkı attığın çubuğu geri getirdiğinde ödül maması verilen köpekler gibiyiz. Sonra da hayvanlardan üstünüz diyoruz. Bulunduğunuz ortamlarda dikkat edin. Acaba sevildiğinizi ve onaylandığınızı sandığınız çevrelerde sizin munisliğiniz ve işbirlikçiliğiniz sebebiyle ego tatmin edenler var mı? Değersizlik duygusu ve onaylanma ihtiyacı sebebiyle kimliğimizi, kişiliğimizi, etiklerimizi, prensiplerimizi bir kenara koyup uyum gösterdiğimiz için mi el altında tutuluyoruz. Bir süre yaptım. Oradan biliyorum. “Ne şeker kız, ne tatlı insan, ne iyi yürekli” densin diye az kişiliksiz kalmadım. Sevilmek ve onaylanmak ihtiyacı kadar gereksiz bir duygu yok bu evrende. Şunu kafamıza sokmamız lazım. Herkesin, bazen en sevdiğinizin, ailenizin, çocuklarınızın babasının, anasının, kankanızın bile sevgisi onlarla uyum gösterdiğiniz yere kadar. Çıkar işin içine girince, ya da çıkarlar bitince, hayatlar değişince , en sevdiğinizin en nefret ettiğiniz olduğunu üzülerek görürsünüz. ( *Akıllandım Artık Şimdi Daha Deliyim" - NİLGÜN BODUR / 2020 ) 17. MADDE: Kendinizden Nefret Etmeyi Bırakın Genellikle kendimize ne kadar acımasısızdır di mi? Başarısızlığımız ve yetersizliğimiz için kendimizden nefret ederiz. Elalem sırtımızdan bıçaklasa etmeyiz onlardan etmeyiz. Kendimizden ederiz ama. Tavsiyem: Kendinizi olduğu gibi sevmeyi öğrenin. Çünkü değişim çok kolay değildir ve o değişim de olacaksa kendinizi sevmeden mümkün değildir. Kim olduğunuzu bildiğinizden ve çok değiştirmek istiyorsanız -ya da değişmek demeyeyim , tırtıklı pürüzlü yönlerinizi törpülemek diyeyim,- bunun için elinizden gelenin en iyisini yaptığınızdan da emin olun. İnsanlar değişmez dediğim gibi ama gelişir ve büyürler. Ancak, siz kim olduğunuzu bilmelisiniz. Başkalarının sizi kim olarak algıladığı önemli değildir. Çünkü sunduğunuzla algılanan ne yazık ki hep aynı kişi olmak zorunda değildir. İnsanlar sizi ilk gördükleri 15 saniye içinde bir yargıya varırlarmış,. Bunu biliyor muydunuz? Ve geri kalan karşılaşmalarınızda siz ne yaparsanız yapın sizi ilk yargılarındaki gibi şekillendirmeye uğraşırlarmış. Kendinizle mutlu olmak zorundasınız. Başkalarının sizin varlığınızdan mutlu olmaları size bağlı değil. Algılarına ve çıkarlarına bağlı. Kendinize acımasız olmayın. Dünya yeterince oluyor zaten. Sevin önce kendinizi ve sonra kendinizle el ele, göz göze, diz dize sevgiyle gelişin.. Nilgün Bodur İLETİŞİM LİNKLERİMİZ: NİLGÜN BODUR ONLINE RANDEVU NİLGÜN BODUR SOSYAL MEDYA KANALLARI INSTAGRAM FACEBOOK YOUTUBE SPOTIFY TWITTER PINTEREST LINKEDIN NİLGÜN BODUR RESMİ WEB SİTESİ NİLGÜN BODUR KİTAPLARI ONLINE SATIŞ LİNKLERİ TÜM KİTAPLARI KAİDEYE TAMAH ETMEYEN İSTİSNADIR HAYAT AKILLANDIM ARTIK ŞİMDİ DAHA DELİYİM YANLIŞLIKTAN DEĞİL YALNIZLIKTAN SEN GİTTİN YA BEN ÇOK GÜZELLEŞTİM SIRADAKİ TEŞEKKÜRÜM BANA YANLIŞ YAPANLARA Metin rengi
- Özür Dilemeniz Gerekmeyen Durumlar
Özür Dilemeniz Gerekmeyen 15 Durum Söylemekte zorlandığımız kelimeler vardır. Bilir misiniz? Muayenehane Su şişesi Binaenaleyh Şemsiye Prospektüs Yenilenebilir Testesteron Nöroşirurji Risksiz Özür dilerim. Eşeklik ettim Yazıma devam etmeden önce bu yazıyı okumak yerine dinlemeyi ya da izlemeyi tercih edebilecekler için YouTube video linkini de paylaşmak istedim.Okumaya devam etmek isteyenler ise videoya tıklamadan devam edebilirler. "Özür dilerim" ne zor cümledir… İlişkilerin mutlu ve sağlıklı kalmasında büyük rol oynar oysaki. Bir hata yaptığınızda ya da partnerinize zarar verdiğinizde itiraf etmek zor olabilir; ancak çatışmalarda başarılı bir şekilde yer almak ve sorunları kızgınlık yaratmadan çözmek istiyorsanız, bir ilişkide nasıl ve ne zaman özür dilemek gerektiğini bilmek çok önemlidir. Eylemleriniz için sorumluluk sahibi olmak ve partnerinizin yaşadığı kırgınlığı ve acıyı anlayacak kadar olgun düşünebilmek, ilişkinin en kilit noktasıdır ve empatinin en güzel örneğidir. Canı yananın bu hissi hissetme hakkının olmadığını ya da bundan zarar görmeyeceğinizi düşünüyor olsanız bile, her zaman acı verici davranışlar için özür dilemelisiniz. Sanırım 3-4 ay önce Instagram’da paylaştım bunu özetleyen kısa bir yazı denebilecek uzun bir cümleyi. Bir kadın, onu üzen herhangi bir şeyin anlamsızlığına, boş oluşuna, her şeyi gereksiz kafaya takışına kafayı takan bir “düşünür”le değil de, gereksiz, anlamsız, mantıksız ve saçma sapan da olsa, sadece o üzüldüğü için bile üzülebilen biriyle bir ömür geçirmeyi istediği için ilişkisi sürmez. Üzüldüğü için üzülmeyen biri için ise tabii ki de üzülmez... Yaralayacak bir şey yaparsanız veya söylerseniz, empati göstererek ve parterinizden gerçekten özür dileyerek onu daha iyi hale getirmeye çok yardımcı olabilirsiniz.Bilerek yaralamamış olabilirsiniz. Size anlamsız da gelebilir dargınlığı, kırgınlığı, incinmişliği; ancak onun üzülmesine sebebiyet verdiğiniz için bile özür dilemek ama içten özür dilemek, her iki tarafı da huzura sevkeder. Ama ilişkilerinizdeki her küçük şey için özür dilemeniz gerekmediğini hatırlamak da önemlidir. Çünkü ister inanın ister inanmayın, ne kadar zor gelse de özür dilemek bir kısım insana, çok fazla özür dilemek diye de bir şey var. Çoğu zaman diğer insanların bizim hakkımızda ne düşündükleri hakkında çok endişeleniriz veya onların duygularını kendi duygularımızın üzerinde tutarız ve beklenmediği ya da dile getirilmediği yani davranışlarımızdan ya da söylemlerimizden incinilmediği halde özür dileriz. Diline pelesenk olmuştur bazı insanların “özür dilerim.” Vardır arkasında elbet bir çocukluk travması ya da sosyal bir öğreti. Bir özürün gerekli olduğu durumlar olduğu gibi gereksiz olduğu da birçok durum vardır. İşte asla özür dilememeniz gereken 15 şey. Birini Sevdiğiniz İçin Asla Özür Dilememelisiniz Sevebildiğiniz gerçeğini kutlayın, olur mu? Çok az kaldı çünkü bu duygu. Dünyada aşk şansını yakalayamayan, buna izin bile veremeyecek kadar travmalı, korkmuş ve yorulmuş birçok insan var. Kimi sevdiğiniz ya da onların sizi sevip sevmedikleri önemli değil. Sevebilmeniz önemli olan şey. Birini Sevdiğiniz İçin Asla çevrenizden, sevdiğinizden ve en önemlisi kendinizden özür dilememelisiniz Hayır Dediğiniz İçin Asla Özür Dilememelisiniz Kendi sınırlarınıza saygı duymak, kendinize olan saygının göstergesidir. “Hayır” dediğiniz için asla özür dilememelisiniz. Hayır deme yeteneği liderliğin işaretidir. Nezaketle ve prensiplerinizi koruyarak hayır diyebilmeyi öğrenin. Kişisel sınırlar edinmek, bir kişinin fiziksel görünümü ve sağlığı için spor salonuna gitmesi, eğitim alması, kariyer sahibi olması kadar önemlidir. Kusursuz görünen ve kusursuz şartlarda yaşayan bir bireyin bile depresif hissettiği anlar vardır. Sebebi her şeye önem veren bu kişilerin kişisel sınırlarını çoğu zaman koruyamamasıdır. Hatta o sınırları hiç belirlememiş olmasıdır. İşte bu sınırlar sizi siz yapan öğelerdir. Özür dilemek nedendir? Bir Hayalin Peşinde Koştuğunuz İçin Asla Özür Dilememelisiniz Pişmanlıkla yaşayanlar, koca bir hayatı ıskalamaktadırlar. Bir hayali takip ettiğiniz için asla özür dilemeyin çünkü o hayal aslında sizi olduğunuz kişi yapar. Hayatınızı hayal etmekle geçirmelisiniz zaten. Amacınız olmalı. Hayallerinizin peşinden koşmadan yaşamadığınız sürece asla mutluluk gelmez ki. Ne o öyle? Köşe yastığı gibi oturup hayatın ilgisini çekebileceğimizi sanmıyoruz değil mi? Kendinize Zaman Ayırdığınız İçin Asla Özür Dilememelisiniz Başta kendinizle ilgilenmediğiniz sürece asla başarılı ve mutlu olamayacaksınız. Her zaman kendi ihtiyaçlarınızı karşılayın ve sizi mutlu eden şeyler yapmak için kendinize zaman ayırın ve lütfen siz bu zamanı kendinize ayırdığınızda, sizden kendileri için zaman ayırmanızı isteyenlerden özür dilemeyin. Öncelikleriniz İçin Asla Özür Dilememelisiniz Asla kimsenin öncelikleriniz konusunda sizi suçlu hissettirmesine izin vermeyin. Her zaman kendi önceliklerinize önem verin. Eğer sizin için önemliyse önemlidir. Sizin için Doğru olan insanlar seçiminize saygı gösterecektir. Mesela yazarlık yani yazmak ilginç bir meslek. Eve kapanmak zorunda kalabiliyorsunuz ve insanlar sizin bomboş olduğunuzu sanabiliyor. Kahveye gelmek istiyor bir komşunuz veya arkadaşınız ya da sizi bir yere davet ediyor. Hastayım, bugün yokum vs gibi yalanlar yerine “yazmam lazım” dediğinizde “ay biraz ara ver” deniyor. İlginç olan o kişi araba tamircisiyse “ay biraz ara ver” denmiyor, ya da bakkalsa “ay biraz dükkanı kapat“ da denmiyor. Son yıllarda yazmayı meslek edindiğim için bunu anlamayan bir çok insan olduğunu gördüm çevremde. Zaman içerisinde uzaklaştığım birçok kişi ekmek kazandığım işe vakit ayırmamı anlamak istemeyen kişilerdi. İllaki SSKlı bir işte ya da bir ticarethanede 9-6 çalışmak lazım. Yazmak onlar için, kitabının çıkmasına iki hafta bile kalmış olsa ara verilmesi gereken boş bir iş. Hatta en yakınlarım, bunu açıklamaya çalışmaktan yorulduğum için artık en yakınlarım değiller. Ocakbaşıda kebap pişirsem anlayan ama yazmayı anlamayan insanlarla dolu çevre. Özür dileyemezdim önceliğim için. Ekmeğimi onlar vermiyor nihayetinde. Toksik Bir İlişkiyi Sonlandırdığınız İçin Asla Özür Dilememelisiniz Sizi inciten birini bıraktığınız için üzgün olduğunuzu asla söylememelisiniz. Sağlıksız bir ilişkiyi yaşamak, tüm potansiyelinize ulaşmanızı engeller, ileriye doğru atılmış büyük bir adımdır bu ayrılık. Gurur duyun ve cesaretinizi kutlayan insanlarla çevrenizi kuşatın. Bazen kalmak değil, vazgeçmek erdemdir. İsterse tepinsin, bayılsın, ayılsın; ardınızda bıraktığınız kişi. Size engel olan, kendinizi gerçekleştirmenize engel olan toksik partnerlerden ya da arkadaşlardan ya da akrabalardan uzaklaşmak bir açıklama ve özür gerektirmez Kusurlarınız İçin Asla Özür Dilememelisiniz Kusurlar sizi güzel ve eşsiz kılan şeylerdir. Onlar benimsenmelidir. Mükemmel olmayan biri olduğunuz için asla özür dilemeyin. Mükemmel yoktur. Eviniz mi dağınık? Saçlarınızın dibi mi çıktı? Yerinizden kalkmak mı istemiyorsunuz? Bir türlü kurtulamadığınız bir şive ile mi konuşuyorsunuz? Sakar mısınız? Gözü yaşlı, duygusal bir insan mısınız? Dizi izlerken ağlayıp yanınızdakinden özür mü diliyorsunuz? Yapmayın. Mükemmel değilsiniz ama kusurlarınızla eşsizsiniz. Ve kusurlu bir sıradanlık bence asıl mükemmelliktir Fikrinizi Savunduğunuz İçin Asla Özür Dilememelisiniz Asla değerlerinizi, ahlakınızı, dini veya manevi inançlarınızı savunduğunuz için özür dilemeyin. Liderler doğru olduğunu düşündükleri şeyleri savundukları için asla özür dilemezler. Özür dileyen, inancını da değiştirmek zorunda kalır. İnançsız bir insan nasıl var olabilir ki? Cevabı Bilmediğiniz İçin Asla Özür Dilememelisiniz Sürekli bilgi arayışı beynimizi genç tutar. Öğrenmek için bir fırsat sunulduğunda o fırsatı kabul edin tabii ki ama bilgi evren gibi sınırsızdır. Her şeyi bilemezsiniz. Size sorulan bir sorunun cevabını bilmediğiniz için asla özür dilemeyin. Bilmediğinizi kabul edebilmek güç ve alçakgönüllülük belirtisidir ayrıca. Bilmek zorunda değilsiniz ama her gün öğrenmek zorundasınız. Size sorulabilecek soruların cevaplarını değil; sevdiğiniz, ilgi duyduğunuz ve sizin gelişiminize katkı yapabilecek konuları öğrenin ama bilmeyin... Ve bilmediğiniz için asla özür dilemeyin Yüksek Beklentileriniz İçin Asla Özür Dilememelisiniz Kendinizden beklediğiniz gibi yakınlarınızdan da, evlatlarınızdan da, kocanızdan da aynı başarıları, gelişimi, duyguları beklediğiniz için özür dilemeyin. Yüksek beklentilere sahip olmak, sevdiklerinizi onların en iyi olmaları için zorlayacak kadar önemsediğiniz anlamına gelir. İyi niyetli ve çıkarsız beklentiler, karşınızdakini sevdiğiniz anlamına gelir. Olmazsa olmaz. Ama siz beklediğiniz için özür dilemeyin. En çok bu maddede ikilem yaşanacaktır eminim. Rahat bırakmak lazım değil mi herkesi? Peki evladınızın kapasitesini kullanmadığını, vaktini boş beleş insanlarla geçirdiğini gördüğünüzde, beklentilerinizi dile getirmeniz yanlış mıdır? Ya da eşinizin evlatlarınızın rızkını gece hayatında ya da kumarda yemediğini gördüğünüzde, engel olmaya çalışmayacak mısınız? Kaynaklarını en iyi şekilde değerlendirmesi gerektiğini söylemeyecek misiniz? Tepki de alacaksınız belki ama özür dilemeyin. Siz sadece onların iyiliği için savaş veriyorsunuz. Bir gün onlar dilesinler o özrü. Siz asla dilemeyin. Kendinize Para Harcadığınız İçin Asla Özür Dilememelisiniz Kendinize özel bir şey yaptığınız için asla özür dilemeyin. Kendinize güzel bir şey satın almak benlik saygınızı artırır. Mutlu ve başarılı insanlar, kendi arzularını gerçekleştirmenin tatmin edici bir yaşam için önemli olduğunu bilirler. Kimsenin bizleri şımartmadığı bir dünyada kendimizi şımartmamız çok mu? Bir de üzerine özür mü dileyeceğiz? Kendim kazandım, kendim harcadım. Senden niye özür dileyeyim. Yeni cep telefonu aldım. Ön kamerası portre modunda çekim yapıyor diye mutluyum. Niye özür dileyeyim ki? Ağır makineli tüfek satın almadım, değil mi? Başka Birisi İçin Asla Özür Dilememelisiniz Herkes kendi eylemlerinden ve davranışlarından sorumludur. Eylemlerinin size yansıdığını düşünseniz bile, başka birinin yaptığı bir şey için özür dilemeniz gerekmez. Eşinizin kırdığı bire pot için ailenizden, komşunuzdan, hatta evladınızdan bile özür dilemeyin. Her koyun kendi bacağından asılır. Kendi bacağınızı kendi kendinize bir kancaya takmayın. O densiz koyun taksın. Gerçeği Anlattığınız İçin Asla Özür Dilememelisiniz Güçlü insanlar gerçeği söyler. Gerçek acı olsa bile. Gerçek yenilgi olsa bile. Güçlü olduğunuz için asla özür dilemeyin. Gerçeği söylemeyi beceremeyen bir dolu insan var dünyada. Bırakın başkalarına söylemeyi, kendilerine bile itiraf edemezler çoğu zaman insanlar gerçeği. Hakikat acıtsa bile, dürüstlüğün faydaları hakikatin verdiği acıdan çok daha ağır basacaktır. Son iki maddeyi birer cümle ile geçeceğim ama benim en değer verdiğim maddeler bunlar. İkisi için de çok özür diledim ben sevdiklerimden. Artık asla. Ne salakmışım. Bir de özür dileyince tekrar yapmamak lazım, değil mi? Özür hata yapılınca dilenir. Yapılması bu kadar doğal ve önlenemez şeyler için niye özür dileyeyim kardeşim? İşte o maddeler geliyor. Bakın duymayayım bu iki konuda özür dilediğinizi. Ağladığınız İçin Asla Özür Dilemeyin İyi Hissetmediğiniz İçin Asla Özür Dilemeyin. Sizi ağlatan veya iyi hissettirmeyen özür dilesin. Hem sizden, hem de Allah’tan.... Kim olduğunuza karşı dürüst olun ve diğer insanların ne düşündüğü konusunda endişelenmeyin. Aşırı özür dilemek ya da gerekli olmadığında üzgün olduğunuzu söylemek zamanla öz saygıyı azaltır. Gerçekten bir hata yaptığınızda “Üzgünüm” ifadesini kullanın. Olduğunuz kişi olmak sebebiyle özür dilemeyin İLETİŞİM LİNKLERİMİZ: NİLGÜN BODUR ONLINE RANDEVU NİLGÜN BODUR SOSYAL MEDYA KANALLARI INSTAGRAM FACEBOOK YOUTUBE SPOTIFY TWITTER PINTEREST LINKEDIN NİLGÜN BODUR RESMİ WEB SİTESİ NİLGÜN BODUR KİTAPLARI ONLINE SATIŞ LİNKLERİ TÜM KİTAPLARI KAİDEYE TAMAH ETMEYEN İSTİSNADIR HAYAT AKILLANDIM ARTIK ŞİMDİ DAHA DELİYİM YANLIŞLIKTAN DEĞİL YALNIZLIKTAN SEN GİTTİN YA BEN ÇOK GÜZELLEŞTİM SIRADAKİ TEŞEKKÜRÜM BANA YANLIŞ YAPANLARA TÜM KİTAPLARIM BU YAZIYA AİT VİDEO NILGUN BODUR ONLINE GORUSME RANDEVUSU ICIN
- Zengin Koca Nasıl Bulunur ?
Zengin Koca Avcısı bir genç kıza Amerikalı ünlü bir işadamının verdiği cevap ve hayat dersi Yazıma devam etmeden önce bu yazıyı okumak yerine dinlemeyi ya da izlemeyi tercih edebilecekler için YouTube video linkini de paylaşmak istedim.Okumaya devam etmek isteyenler ise videoya tıklamadan devam edebilirler. Bilmem hatırlar mısınız? Bir yazım vardı benim. “Değersiz hissettiğiniz yerde durmayın” diye başlayan. Okuyana kendi değerini hatırlatan ve güç veren yazılarımdandı. Herkesin güce ve güvene ihtiyacı var değil mi? Kısa bir bölümünü paylaşmak istiyorum anlatacağım hikayeye geçmeden önce. Değersiz hissettiğiniz yerde durmayın. Kapısını çaldığınız kişi sizi hacdan annesi gelmiş gibi karşılamıyorsa, gözlerinde ışık, dudağında gülümseme yoksa, bir de üstüne niye çaldın kapıyı der gibi bakarsa, bir daha o kapıyı çalmayın. Yanında olmayı seçtiğiniz kişi, sizden uzakta duruyorsa, sizi sürekli eleştiriyorsa, başarılarınız onu yıpratıyor, hüznünüz besliyorsa, siz mutlu olacaksınız diye çok korkuyorsa, yanınızdan ayrılıp önünüze geçmeye çalışıyorsa, yanınıza şükretmiyorsa, orada daha fazla kalmayın. En büyük yanlışı verdiğimiz sevgiyi almaya çalışırken yaparız. Verince almaya hakkımız var sanırız. Verdiğimiz zeytin çekirdeğini yanlışlıkla yutanın altına, zeytinyağı çıkar umuduyla boş teneke koyarız. Umut ederek süremizden çalarız. Ama o değer çaba karşılığı verilmez. Prenses gibi hissetmezseniz o muhabbet çekilmez. Herkes bir adım gelene, on adım giderken, bizim buralarda artık on adım gelmeyene, bir adım bile gidilmez. Bir hikaye anlatacağım dedim ama bir hikaye değil aslında anlatacağım. Amerikalı ünlü işadamı JP Morgan’ın CEO’su James Dimon’ un kendi değerini bildiğini sanan ve Zengin Koca Avcısı olan bir genç kızın yolladığı e postaya verdiği cevabı paylaşmak amacım. Evet varlığımız değerlidir ama saksı bitkisi gibi durup kendimize değer katmayıp sürekli altyapısı olmayan bir şişirilmiş özgüvenle “ben değerliyim” demek ve karşına da koşulsuzca değer beklemek anlamsız geliyor bana. 21 gün boyunca aynaya bakıp “ben değerliyim” deyince değerli olunmuyor. Kendinize yatırım yapmayı sadece fiziksel boyutta tutarak boş özgüvenle -bence altyapısız özgüvene narsizm denir- zaten vermeden almayı ve değer görmeyi beklemek abesle iştigaldir. Nefes almak değerlidir evet çünkü yaşamanızı sağlar ama sadece nefes almanız başkasının sizinle keyifle yaşamasının sebebi olamaz. Bu arada eğitim, titr, meslek, başarı ve paradan dan bahsetmiyorum değerli olmak derken. Eskiden bunların önemli olduğunu düşünürdüm. Yanılmışım. Elde edilen sıfatlara sığınıp ego tatmin eden çok saygın meslek sahibinin çevrelerine uyguladığı psikolojik şiddeti de yakından tecrübe ettim son yıllarda. Profesör olmak, yazar olmak, holding sahibi olmak, istihdam sağlamak başarı ve değer demekti benim için. Şimdi ise şöyle düşünüyorum: Değerli olmak kendini sevmekle ve eğitmekle başlayan ama tüm sıfatlardan arınıp , gücünü manipülasyon aracı olarak kullanmayıp, parayı ve güzelliği duygularla takas etmeyip, karşısındakine de sevgi ve saygı gösterip gerçek bir insan olabilmek demektir. Değerli olmak tüketmek değil, üretmektir diye düşünürdüm çünkü hep. Hala öyle düşünüyorum ama bir şey daha ekledi işte yıllar bu düşünceme. İbadet gibidir özgüven. Başa kakılmaz, silah olarak kullanılamaz ve kendine gösterdiğin sevgiyi ve saygıyı, aynı amanda empatiyi ve belki de sempatiyi her bir bireye göstermiyorsa insan buradan belirtmek isterim ki, tüm o kazanılan sıfatların ben içine edeyim:) Şimdi gelelim bu sizi hem gülümsetecek hem de düşündürecek yazışmaya… Dünyanın en büyük finans şirketlerinden J.P. Morgan’ın CEO’su James Dimon, zengin koca avcısı bir kızın attığı e-postaya bakın nasıl cevap veriyor… Önce kızın J.P. Morgan’a yolladığı e-postayı paylaşmam lazım tabii ki: Sayın Morgan, Size karşı dürüst olacağım. Bu yıl 25 yaşına giriyorum. Çok güzelim, iyi bir stilim var ve kaliteli şeyleri severim. Yıllık geliri en az 500 bin dolar veya daha fazla olan bir adamla evlenmek istiyorum. Açgözlü olduğumu düşünebilirsiniz, fakat New York’ta yıllık geliri 1 milyon dolar olan insanlar maalesef orta sınıf sayılıyor. Çok şey istemiyorum. Sizin sitenizde yıllık geliri 500 bin dolar veya daha fazla olan birileri var mı? Hepiniz evli misiniz? Bu konuları merak ediyor ve sormak istiyorum, sizin gibi zengin insanlarla evlenmek için ne yapmam gerek? Bugüne kadar birlikte olduğum erkekler arasında en zengini yılda 250 bin dolar kazanıyordu. Central Park’ın batı yakasında, yüksek bütçeli rezidanslarda yaşamak isteyen biri için yıllık 250 bin dolar yeterli değil. Size alçak gönüllülükle soruyorum: 1- Zengin bekarlar nerede takılır? (Lütfen bar, restoran, spor salonu, kulüp vs. gibi mekânların isimlerini ve adreslerini yazar mısınız?) 2- Hangi yaş kategorisine odaklanmalıyım? 3- Çoğu zenginin eşleri neden ortalama güzellikte? (Birkaç kızla tanıştım; güzel veya ilgi çekici değiller ama zengin erkeklerle evlenebilmişler.) 4- Kimin karınız, kimin yalnızca sevgiliniz olabileceğine nasıl karar veriyorsunuz? Benim hedefim evlenmek. Zengin bir adamla evlenebilmek için ne yapmalıyım?” VE İŞTE DIMON’UN KIZA VERDİĞİ YANIT VE HAYAT DERSİ: Sevgili Bayan Güzel, Yazınızı büyük bir ilgiyle okudum. Tahmin ediyorum ki sizin gibi aynı soruları soran pek çok genç kız vardır. Lütfen profesyonel bir yatırımcı olarak durumunuzu analiz etmeme izin verin. Benim yıllık gelirim 500 bin doların üzerinde, sizin kriterlerinize uyuyor, bu sebeple zamanınızı boş yere çalmadığımı umut ediyorum. Bir işadamı gözünden bakarsak, sizinle evlenmek kötü bir fikir. Nedeni ise çok basit, lütfen açıklamama izin verin. Detayları bir kenara bırakırsak, yapmaya çalıştığınız şey ‘güzellik’ ile ‘para’ ikilisini takas etmek: A kişisi güzelliği sağlar, B kişisi de bunun için ödeme yapar, gayet adil. Fakat burada ölümcül bir problem var; sizin güzelliğiniz kaybolacak ama benim param iyi bir sebep olmadıkça tükenmeyecek. Aslına bakarsanız, benim gelirim yıldan yıla artabilir, ancak siz yıldan yıla güzelleşemezsiniz. Bu sebeple, ekonomik açıdan bakarsak, ben değer kazanan bir varlıkken siz değer kaybeden bir varlıksınız. Hem de sıradan bir değer kaybı değil, katlanarak artan bir değer kaybı. Eğer güzellik sizin tek varlığınızsa, değeriniz 10 yıl sonra çok daha düşük olacak. Wall Street’te kullandığımız bir terimden yola çıkarsak, sizin için ‘takas pozisyonu’ diyebiliriz, ‘satın al ve bekle’ değil. Sizi satın almak iyi bir fikir değil, bu sebeple kiralamayı tercih ederim. Çünkü alışveriş değeri düşen bir şeyi uzun süre elde tutmak hiç de akıllıca değildir. Şüphesiz; aynı şey sizin istediğiniz evlilik için de geçerli. Bu yazdıklarım size zalimce geliyorsa bir de şöyle düşünün; tüm paramı kaybetseydim, beni terk etmez miydiniz? Aynı şekilde güzelliğinizi kaybettiğinizde, benim de çıkış yolunu bulmam gerekmez mi? Yıllık geliri 500 bin doların üstünde olan insanlar aptal değil; sizinle yalnızca çıkarız ama evlenmeyiz. Size, zengin bir adamla evlenme fikrini unutmanızı öneririm. Bu arada, yılda 500 bin dolar kazanan o zengin siz olabilirsiniz. Zira o kadar parayı kazanmak, zengin bir aptal bulabilme ihtimalinizden daha yüksek.” James Dimon CEO / J.P. Morgan İLETİŞİM LİNKLERİMİZ: NİLGÜN BODUR ONLINE RANDEVU NİLGÜN BODUR SOSYAL MEDYA KANALLARI INSTAGRAM FACEBOOK YOUTUBE SPOTIFY TWITTER PINTEREST LINKEDIN NİLGÜN BODUR RESMİ WEB SİTESİ NİLGÜN BODUR KİTAPLARI ONLINE SATIŞ LİNKLERİ TÜM KİTAPLARI KAİDEYE TAMAH ETMEYEN İSTİSNADIR HAYAT AKILLANDIM ARTIK ŞİMDİ DAHA DELİYİM YANLIŞLIKTAN DEĞİL YALNIZLIKTAN SEN GİTTİN YA BEN ÇOK GÜZELLEŞTİM SIRADAKİ TEŞEKKÜRÜM BANA YANLIŞ YAPANLARA
- Teselli Nasıl Verilir?
Teselli Verirken Psikolojik Şiddet Uygulayarak Travmaya Sebep Olanların Yaptıkları Yanlışlar ve Teselli Nasıl Verilmeli? Kalbi kırık bir arkadaşın senden " Teselli " mi bekliyor ? Ya da bir sen bir arkadaşından bir kaybın, ayrılığın ya da başarısızlığın üzerine teselli bekleyip, hatta beklediğini alıp, iyi niyetli tüm söylemlerini dinleyip, seni yalnız bırakmayan ve kötü gününde yanında olan bir tanıdığın olduğuna şükürler ettiğin halde, eve döndüğünde kendini daha kötü mü hissediyorsun. Hemen anlatayım sebebini. Biliyorum çünkü. Kitaplarda bahsedilmez bundan ama yaşamak ve yaşadığını irdeleyebilen biri olmak aslında tüm sebepleri sunar insanoğluna. Yazıma devam etmeden önce bu yazıyı okumak yerine dinlemeyi ya da izlemeyi tercih edebilecekler için YouTube video linkini de paylaşmak istedim.Okumaya devam etmek isteyenler ise videoya tıklamadan devam edebilirler. Coğrafya, Matematik, Fizik, Tarih dersi kitaplarında yazar öğrenebileceğiniz şeyler. Hüznün, mutluluğun, dostluğun, aşkın hatta psikolojinin tarifi ve gerçekleri izafidir bence. Hangi kitap yazabilir ki birbirinden farklı, zaman, inanç, aile, çevre, kültür, cinsiyet şartları değişken olan ve hormon, zeka, duygu düzeyleri ile de birleşince sonsuz sınırsız kombinasyonlarla sıfatlandırılması mümkün olmayan kişilerin ve kişiliklerin kurallarla sınırlanamayacak ruhlarının tanımını, tarifini, kurallarını Bu sebeple hep derim. Ben beni başkasına anlatamam. Beni benden az anlayacağı kesindir çünkü. Benzer yaşamlar ve benzer tepkiler sayesinde kenetleniriz insanlarla bazen. Azla yetinmek hatta azı çok sanmak bizim zaten en büyük özelliklerimizden. Acılar aynıdır. Biri ölür, biri gider, güzel şeyler biter... Yaşayanları farklıdır ama. Teselli ise acı çekilirken duyulan en büyük ihtiyaçtır. Ben ise dondurmaya ihtiyaç duyuyorum artık. Oysaki bilsek, teselli verenin bizim acımızı teselli olarak kullanabileceğini, paylaşır mıyız o kitaplarda tarifi yapılamayan yegane, biricik ve eşsiz acımızı... Denize düşen yılana sarılır denir ama denize düşen sarıldığının yılan olduğunu da bilir. Denize düşmüştür. Boğulmamak için mücadele eder. Yılana sarılır evet ama son çaresidir. Oysaki acı çeken, tesellicisini o sırada o kişi hayatta acı çekmediğinden, başarılı bir hayat ustası ya da konunun uzmanı bilir. Kendisi garibin tekidir ve acı çekmeyen gözünde hayatın sırrını çözdüğüne inandığı kişidir. Sırlarını aktarmasını ister ona. Çünkü kendisi bir bok bilmemektedir. Düşünmez ki belki de kendisini yıkan acı, tesellicisinin yaşamadığı için uzmanlaştığını sandığı ama yaşasaydı altından kalkamayacağı bir travma modelidir. Belki de kendisi oldukça iyi idare etmektedir. Bilirsiniz, sokak röportajlarında kendilerine mikrofon tutulunca cevabını bilmedikleri bir soru sorulsa bile danışılan kişi olmanın gururuyla açıklama yapmadan duramaz insanlar. İşte teselliciler de böyledir. Mikrofona konuşurlar. Ve verdikleri akıldır, nasihattir, derstir ama asla teselli değildir. Ben travmalardan sonra günde üç öğün tok karnına alınan bu tür tesellilerin geçmesi beklenen travmaları kalıcı yaptığını yani kronikleştirdiğini düşünürüm... Bakın kimse bu hayatta usta değildir ama acı çektiği için çırak olduğunu sanmak da gereksizdir. Kendini çırak sananların usta sandıklarına koştuklarında duydukları bir kaç bilge kalıp vardır sadece. Söyleneni tarafından ezberlenmiş ama çoğu zaman kullanılmamış acı küçümseyen kalıplar. Örnekler verdiğimde daha da anlamlı gelecektir bu söylediklerim eminim. Mesela “Boşveeeer, bak millet nelerle uğraşıyor. Hayat kısa. Tadını çıkar.” ( söyleyenin ağzına ıslak odunla vurulması gerekirken genellikle aydınlanılmış gibi yapılır) Ya da "Bence abartıyorsun... Hemen silkelenmelisin. Bir duş al, saçını makyajını yap, kendine gel. Aaaa ama ayıp ediyorsun bak. Yazık değil mi güzelim ömrüne” Ya da biten sevdalardan sonra, “O kaybetti. Elini sallasan ellisi.” Ya da daha beteri, “Bak şekerim güzelsin, özelsin, zekisin ama bir dahaki sefere biraz daha sabırlı ol. Daha az anlat. Ser verip sırrını verme. Seni cebinde bildi tabii. Öyle yemekler hazırlayıp, doğumgünlerinde sürpriz yapıp, yeteneklerine methiyeler yağdırırsan gider tabii adam. Cepte bilmesinler seni. “ (Ayyy tiksindiğim teselli... Diyor ki, “Sen güzel sevme. İçinde tut. Sen sen olma. Karşındaki eldeki kuşu değil daldaki kuşu seven bir narsist değil” Yani “Adam haklı” diyor. Sevilince havaya giren; seveni onun için yaptıklarından sonra cepte bilen, ardından iş çeviren haysiyetsizin teki olduğunu değil de, senin katıksız ve çıkarsız sevginin saklanması gereken bir özellik olduğunu söylüyor Ya da sen anlatırken derdini, “Aaaa bak bu konudan artık bahsetme, ben dinlerim de anlatınca sen kötü oluyorsun. Hadi bakalım şimdi düşünme ve anlatma. Süslen püslen gez ya da bir yürüyüş yap” derler. Gaza getirdiklerini sanırlar değil mi? Oysa ki saçını bile tarayamayacak durumda olduğunuzu size tekrar hatırlatırlar. Verdikleri basit öğütleri bile yapamayacak durumda olduğunuzu hissedersiniz. Güçlenmek yerine daha da zayıflaşırsınız. Bir de artık geçmeyen acınızdan utanırsınız. Onlar için üzülmeniz için yeterli olduğunu düşündükleri süre dolmuştur. Teselli beklerseniz zaten yaşayacağınız şey budur: Nasihatler almak Eleştiriler almak Daha beteri var hikayeleri dinlemek Yapacak gücünüz olmadığını düşündüğünüz şeyler tavsiye edildiğinde daha güçsüz hissetmek Ve bir süre sonra teselliciler tarafından acınıza biçilen sürenin geçmiş olduğunu ayrımsayıp ama sizde geçmeyen acınızı saklamaya çalışırken daha da acımak Sonuç: Acıdan utanmak, insanlardan kaçmak... Bu sebeple inanırım ki teselli vermeyi bilmeyen bilmiş insanlar, yaşadığımız travmaları pekiştirirler... Özellikle onlar daha beterini anlattıkça sizin acı hakkınızı elinizden alırlar... İşte bu yüzden bir liste yaptım aslında iyi niyetli olan ama niyetlerini karşısındakine yansıtamayan o bilmiş tesellicilere: Teselli vermek istiyorsanız, konuşmayın, dinleyin... yani teselli vermeyin Başkalarının acılarını küçümseyin Acılara süre biçmeyin Kendinizden ya da başkalarından “daha beter” örnekler vererek acı çekeni acısından utandırmayın Yanında olun ama olurken hayır işliyormuş gibi davranmayın. Yani arayıp bugün nasılsın diye sormayın. Bol bol arayın ,anlatın ama acımayın ve hatta akıl danışın acı çekene bir başka konuda. Tüm dünya onu acısı için azarlarken ve hatta kendisi bile kendini azarlayıp zayıf ve çaresiz hissederken, akıl danışın. Çocuğunuzun derslerini yapmadığını. Ona nasıl davranmanız gerektiğini sorun? Ya da yaptığı o muhteşem kekin tarifini isteyin? Ya da “Bugün doktora gideceğim, yanımda olur musunuz ?” deyin. Ve eğer ki karşınızdaki acısından bahsederse konuyu kapatmayın, süre biçmeyin, “hadi artık yeter, kendine gel” demeyin. Sadece dinleyin ve seni anlıyorum ve geçeceğine eminim ve ben akıl veremem sana ama şunu bil ki istediğin zaman yanındayım deyin Ve artık dertli insanlardan vebalılarmış gibi kaçmayın. Kaçacaksanız da siz bilirsiniz ama nasihat vermeden kaçın. En güzel cümle ise emin olun ki şudur: “Bunlarla nasıl başa çıkılır bilmiyorum ama ben senin kadar güçlü duramazdım…” Yalan bile olabilir... insanları mutlu edecek yalanlardan asla kaçmayın... Çünkü belki gün gelir siz de bir yalana inanmak isteyecek kadar çok acı çekersiniz... Acıyı, çaresizliği, gözyaşını ve insanı hafife almayın... Teselli nasihat değildir... Teselli dinlemek ve ben seni hep dinlerim hissini karşınızdakine vermektir... İşte o zaman inanın haklı görür çektiği acıyı insan. Hakkı görür ve anlatıp da anlaşılamadığı için tekrar tekrar anlatmak yerine ilk anlaşılmasında rahatlar Ve bir daha anlatmaz. Kabuğuna çekilir belki biraz. O kabuğu da kırmaya çalışmayın. Gidin yanına. Sokulun kabuğunun altına. Zaten kabuk kendisi kırılır istihab haddini altı kalabalıklaştığı için aşınca. İşte böyle dostlar... Dinlemek ve anlamak yeterlidir sevdiklerinizin acısına ilaç olmanıza... Aklı, fikri, eleştiriyi, nasihati isteyen olursa da vermeyin... Senin aklın sana yeter deyin... Ve onlara acı çekerken bile çok güzel olduklarını söyleyin Şu anda bu yazıyı okurken tedavülden kalktığı düşünülen gönül kırıklıklarını hala üzerlerinde taşıyanlar varsa emin olun mutsuzluk da mutluluk kadar hakkınız... Ve yine emin olun ki unutmamak için uğraşsanız da unutacaksınız Teselliye ihtiyacınız yok ki Hiçbir duyguyu kursağınızda bırakmamalısınız. Dibine kadar yaşayıp utanmamalısınız. Hatta son günlerde sosyal medyada yaptığım kısacık bir paylaşımla son vereyim yazıma. Bütün acılar geçer. Bazıları delip geçer Bazıları geçmez sanılır geçer Bazıları da geçmesin istersin yine geçer. Bir de bakarsın o acılar Zamanı geldiğinde Merhem yerine bile geçer. Başka bir acının üzerine sürersin. O da geçer. Acılarınızın size ve başkalarına merhem olması dileğiyle…. Nilgün Bodur İLETİŞİM LİNKLERİMİZ: NİLGÜN BODUR ONLINE RANDEVU NİLGÜN BODUR SOSYAL MEDYA KANALLARI INSTAGRAM FACEBOOK YOUTUBE SPOTIFY TWITTER PINTEREST LINKEDIN NİLGÜN BODUR RESMİ WEB SİTESİ NİLGÜN BODUR KİTAPLARI ONLINE SATIŞ LİNKLERİ TÜM KİTAPLARI KAİDEYE TAMAH ETMEYEN İSTİSNADIR HAYAT AKILLANDIM ARTIK ŞİMDİ DAHA DELİYİM YANLIŞLIKTAN DEĞİL YALNIZLIKTAN SEN GİTTİN YA BEN ÇOK GÜZELLEŞTİM SIRADAKİ TEŞEKKÜRÜM BANA YANLIŞ YAPANLARA
- 40 Yaşınıza Geldiğinizde
40 Yaşınıza Geldiğinizde Keşke Daha Önceden Bilseydim Diyeceğiniz 10 Madde Keşke benim gençliğimde de birileri kalkıp kendi doğrularını ya da tecrübelerini anlatsaydı bana, böyle madde madde... Bunlar benim tavsiyelerim sadece sizlere... Daha iyilerini, daha doğrularını söyleyenler vardır mutlaka fakat herkesin yaşamı ve çıkarımı farklı ama ne olursa olsun dinlediğinizde anlam ifade etmese de yaşadığınızda anlam ifade edeceğine eminim söyleyeceklerimin. Diyorum ya, keşke ama keşke başkalarının dediklerini dinleyebileceğimiz kaynaklara bu devirdeki gibi kolayca ulaşabilseydik benim devrimde de. Biz el yordamıyla yaşadık hayatı. Sürekli şaşırdık. Sürekli afalladık. Yazıma devam etmeden önce bu yazıyı okumak yerine dinlemeyi ya da izlemeyi tercih edebilecekler için YouTube video linkini de paylaşmak istedim.Okumaya devam etmek isteyenler ise videoya tıklamadan devam edebilirler. Hadi bakalım, gelelim 1. Maddeye. 1- Sakın ha sakın küçük şeyler hakkında endişelenmeyin. "Sıradaki Teşekkürüm Bana Yanlış Yapanlara" adlı ilk kitabımda bir deneme yazım vardı. "Küçük Şeyler" başlığı altında... Bir bölümü şöyleydi: "Sıcak ekmek ucunun verdiği hazzı vermiyor artık hiçbir adı havalı yiyecek. Pancake, chai tea latte falan hikaye yani...Küçük şeylerden mutlu olurduk biz zamanında... Babam bizi uçak izlemeye götürürdü. Yeşilköy'e... Nadiren uçak inerdi o zamanlar. Biz altından geçmeye çalışırdık tam inerken... Kulaklarımızı tıkayarak... Kaçırırsak yarım saat daha beklerdik. Çıt çıkarmazdık... Pazar günleri aktivitemizdi bu bizim ve biz pazar günlerini bu sebeple iple çekerdik. Şimdi ise bizi hiçbir şeyin şaşırtamadığı bu dünyada küçük sevinçleri es geçiyoruz... Ama biz ailece karar verdik artık büyük sevinçleri beklemeden küçükleri kucaklıyoruz. Hiç atlamıyoruz. Mesela gazetede gördüğümüz kızın hangi dizide oynadığını çıkartınca bile seviniyoruz... Maşrapayla leğende yıkandığımızı asla unutmadığımız için, merkezi sistemle akan sıcak suya sürekli şükrediyoruz... Çekmeyen wi-fi 'yi dert etmekten ve akıllı telefonlara poz vermekten mütevellit, içten gülümsemeleri kaçırdığımız şu günlerde, karar verdik; biz karpuzun rengi pembe, kabuğu ince, tadı fevkalade çıkınca bile ailece bayram ediyoruz... Bayram bize bahane... Biz sert ve sulu elma yiyince bile mutlu oluyoruz..." Ya işte böyle.. Küçük şeylerin bizi mutlu etmesine izin vermiyoruz da aynı küçük şeylerin bizi üzmesine nasıl izin veriyoruz? Bir ruha bu kadar yanlış yapılmaz ki... Emin olun, küçücük şeyler var yaşandığında çok büyük gelen. Bir tartışma, bir utanma, bir rezil olma, bir kaybetme, bir aldatılma, bir saçmalama... Hiçbirini hatırlamayacaksınız 40'lı yaşlarda vVe bu sebeple kırkınızdan sonra aklınız başına gelecek. O yüzden şimdiden küçük şeyleri dert etmemeyi öğrenin. Bugün işten çıkarılırsınız, yarın bu sebeple başka bir işe ağlaya zırlaya, zorlana, yalvara girdiğinizde kariyerinizin zirvesine çıkarsınız. Ya da kim bilir, belki de hayat arkadaşınızla tanışırsınız. Her şerrin bir hayrı var derlerdi bana çocukluğumda. Keşke her şeyi kafama takmadan anlasaydım zamanında. 2- Her zaman yeniden başlayın Bir kariyere başlamak için doğru zaman yoktur. İstediğiniz zaman başlayabilirsiniz. Yirmi yıllık mesleki deneyimleriniz olabilir ve yeni bir işe yeniden başlamak zor gelebilir size. Çocukluk hayaliniz de olsa cesaret edemezsiniz garantici yapınız sebebiyle. Derinlemesine keşfetmeyi seçtiğiniz herhangi bir alana uygulanabilecek bilgi ve becerilere sahip olduğunuzu unutmayın. Nereden başladığınız da önemli değildir. Adım atar atmaz sonsuz fırsatlarla karşılaşırsınız. Emin olun... Bilir misiniz? Kuş türleri arasında, en uzun ömüre sahip olanlardan biri olan kartallar genellikle 70 yaşına kadar yaşarlar. Ama bu onlar için kolay bir süreç değildir. Çünkü 40 yaşındayken ciddi bir karar vermek zorunda kalırlar. Çünkü o yaşlarda pençeleri sertleşir ve o pençeler avını kavrayamaz duruma gelir. Gagası uzayıp kıvrılır. Avını yiyemez duruma gelir. Kanatlarındaki tüyler yaşlanıp ağırlaşır ve bu sebeple nerdeyse uçamaz duruma gelir. Bazı kartallar ölümü seçer, bazılarıysa değişmeye karar verir. Bir dağın tepesine uçar ve sert bir kayaya gagasını vurarak düşmesini sağlar ve bir süre sabırla yenisinin çıkmasını bekler. Yeni gagasıyla pençelerini söker ve yeni pençelerinin çıkmasını bekler. Onlarla da kartlaşan ve ağırlaşan tüylerini yolar. Bir süre sonra kartal yeniden doğar ve meşhur yeniden doğuş uçuşunu yapar. Ortalama ömrünüzü yenilenerek geçirmek yerine, oturarak yaşlanmayı beklemek istemezsiniz değil mi? 3- Başkalarının hedeflerine ulaşmasına yardımcı olun Hayat alış veriştir. Başkalarının hedeflerine ulaşmasına yardımcı olmadıkça hedeflerinize ulaşamazsınız. Diğer insanları başarılı kılmak için zaman ayırın. Örneğin, onlara tecrübelerinizle yol gösterin, potansiyel engellere karşı uyarın veya işler zorlaştığında onları teşvik edin. Mutluluğun mutlu etmekle ilişkisi vardır. Mutlu olmayı beklerseniz olamazsınız ama birini mutlu etmek her zaman size döner. Nankörlükle de karşılaşsanız, iyi niyetli, vicdanlı, merhametli biri olduğunuzu bilmek bile sizi daha huzurlu ve mutlu biri yapar. Olduğun kişiyi sevebilmek ise en büyük mutluluk oluyor 40'lı yaşlara gelindiğinde. Sizi temin ederim. 4- Sadece size iyi gelen kişilerle zaman geçirin. Hayat, umursamadığımız insanlarla birlikte olmak zorunluluğunu hissetmek ve yaşamak için çok kısa. Kendinizi incelikle mazur göstermeyi ve hayır demeyi öğrenin. Ama incelikle... Hayatınız boyunca arkadaşlar gelip gider. Yıllarca tanıdığınız insanlar bile yaşadığınız ufak bir değişim sebebiyle geri çekilme eğiliminde olurlar. Evlenmek, boşanmak, taşınmak, iş değiştirmek, terfi etmek, iflas etmek vesaire. Her değişim veya gelişim birilerinin bitişi ya da gidişi demek olsa da, kalanların da yerinin sağlamlığını ispatlar. Ve bu değişimlerden geçmeden yanınızdakileri sınamanız da mümkün değildir. Hem iyi günde hem de kötü günde yanınızda olanları farklı yerde tutun. Çünkü bazı kötü gün dostları, iyi gününüzde ortadan yok olurlar. Ne yazık ki bazı insanlar mutsuzluktan beslenirler ve sizin kötü gününüz onların şükrü olabilir. Bazıları da sadece siz iyi durumdayken çevrenizde dolanırlar ama maddi ya da manevi bir gücünüzü kaybettiğinizde ortadan kaybolurlar. Bunlar sessizce olur... 40'lı yaşlarınıza gelip de çevrenizde kalanlara şöyle bir baktığınızda, "Keşke zamanında onlara daha fazla vakit ayırsaydım" demek istemezsiniz, değil mi? 5- Yazmak şifadır... Yazın Nokta... Anlatmaya çalışıp anlatamadığınız çok şey olacak bu hayatta. Ve karşınızdakilere anlatmaya çabalarken geçecek zaman... Siz yazarak anlatmaya çalışın. Bunu yazdığım için söylemiyorum, inanın. Bir çok psikolojik tanı koyulmuş hastaya uzman tavsiyesidir "yazmak". Çünkü kişiyi rahatlatır. Anlatamadıklarını anlattırır ve en önemlisi kendisiyle tanıştırır ve kendisiyle arkadaşlık kurmasını sağlar ve bu özellikle 40'lı yaşlarda insanın çok işine yarar. Kimse kalmadığında çevresinde kalemi vardır elinde. Hatta çok kalabalık olsa de çevresi, anlatmak için hırpalamaz kendini. Evde kendisine anlatabilir çünkü istediğinde her şeyi 6- O sihirli kelimeyi bol bol kullanın. "Teşekkür Ederim" Teşekkür etmek güzeldir... Size ve size yapılan iyiliklere minnet duymak ve göstermek çok güzeldir. Hiç ama hiç tereddüt etmeyin ve teşekkür ederek hem kendinizi hem de size iyilik yapanı mutlu etmekten çekinmeyin. Şükür gerçekten rahatlatır. Kimse yoksa ortalıkta teşekkür edecek, bakın aynaya kendinize teşekkür edin. 40'lı yaşlara geldiğinizde duymak istediğiniz bir çok teşekkürden mahrum bırakılabilirsiz. Vakit varken siz edin. Sizi küçültmez, borçlu çıkarmaz, sadece iyi hissettirir. Ne kadar basit geliyor değil mi? Ama egoları yüksek insanlar genellikle teşekkür etmeyi sevmezler. Minnet onlara borçlu hissettirir. Oysa ki o saçma egoları sebebiyle iyi insanları gücendirirler. Siz edin edebildiğiniz kadar. Maske bile 1 TL ama teşekkür bedava... 7- Yargılamayın Tanımadığımız birini, nasıl göründüğü, ne yediği ya da ne giydiği ile yargılamak o kadar kolaydır ki. Bu dürtüyü hissettiğinizde -ki bu güdü yüzeysel çevrenizden ileri gelir- onlar hakkında hiçbir şey bilmediğinizi kendinize hatırlatın. Herkes farklıdır. Herkesin başka bir yaşam tarzı vardır. Gözlemlemek sorun değildir asla ama müdahale etmek veya yargılamak yersizdir. Yargıladıklarını yapan insanlarla dolu dünya. Tükürdüğünü itinayla yalatıyor hayat insana. "Ben asla böyle biri ile birlikte olmazdım" demeyin; bir arkadaşınızın birlikteliğini yargılayıp da. Ya da "ben asla para için orada o pozisyonda çalışmazdım" demeyin; bir tanıdığınız eğitiminin gerektirdiği gibi bir iş bulamadığında. Bunların hepsi başınıza gelebilir. Mutlu evlilikleri hüsranla sonuçlananlar, genellikle o beğenmedikleri ilişkilerden daha kötülerini tecrübe etmek zorunda kaldılar hep benim çevremde. Ya da maddi sıkıntı yaşamayacağını sanıp işlerini bir anda kaybedenler, yaşamlarını idame ettirebilmek için binbir yöntem denediler. Bu sebeple asla kınamayın, yargılamayın... Neyi kınarsanız, onu yaşarsınız... 8- Dürüst olun Sonuçta, kaybedecek ne var? Kırıcı olun demiyorum ama nezaketle dürüst olun. Düşündüklerimizi söylediğimizde ve kendimizi olduğumuz gibi sergilediğimizde karşımızdakini kaybetme konusunda endişelenmemeyi öğrenmeliyiz. Nabza göre şerbet vererek belki daha iyi şartlarda yaşarız ama kimliğimizi bulamayız ve bu dünyadan göçüp giderken bile çevremizdeki herkesi tanımlayabiliriz ama bizim kim olduğumuzu öğrenemeden gideriz. Hayatta herhangi bir alanda -iş dünyasında ya da sosyal ortamlarda, aşk hayatlarımızda ve dostluklarımızda- bizim için doğru olanlarla karşılaşmak istiyorsak, ilk önce kendimizi doğru olarak sunmalıyız. Eğilip bükülüp esneyebiliriz belki ama kimliğimizi kaybetmeden yolculuğun tadını çıkarmalıyız. Ben pazarlama yapıyordum. Gerçeklerin en çok çarpıtıldığı ve abartıldığı meslektir. Yabancı markalarla dünya devleriyle toplantılar yapıyordum... Patronum severdi beni. Şimdi iyi arkadaşız. Kızardı ama dobralığıma, dürüstlüğüme... Ama ben sonunda o dünya devi markalardan tahminimizin ötesinde bir reklam bütçesi koparırdım ve aklıma koyduğum projeyi onaylatırdım. Samimiyet hep kazandı hayatımda ama zor ama kolay... Çok eleştirildim, çok hırpalandım ama sanırım hep kazandım ve kazandım dediğim para değil inanın. Ben işimi iyi yaptığıma olan inancımı, kim olduğumu anlamanın haklı huzurunu ve hataların bile dürüstlükle yapıldığında anlayış gösterildiğini anladım. Yoksa bu kadar yılı yalanla dolanla nasıl yaşardım? 9- Yeni bir şey öğrenmek için hiçbir zaman geç olmadığını asla unutmayın Kendi deneyimlerimden, yeni bir şeyler öğrenmenin kolay ve çok zevkli olduğunu biliyorum. Hatırı sayılır bir "Kurumsal İletişim" kariyerinden sonra 38 yaşında sadece 20 li yaşlardakilerin "blogger"lığa soyunduğu bir ortamda tesadüf eseri sosyal medya fenomeni oldum ama 42 yaşında da yazar dendi bana. 9 yaşımdan beri hayalimdi. Ama bu kurtlar sofrasında, ekmek peşinde koşan ve genç yaştaki evliliğinin daha ilk yılında eşi kanser olunca maddi yükleri katbekat artan bir kadın olarak yazmak sadece vakit bile ayıramadığım bir hobi haline gelmişti. Yazmaktan para kazanmayı ise hiç hayal etmediğimden, kurumsal kariyerimde, garantili bir maaşla eğitimimin gerektirdiklerini ifa ettim yirmi yıl boyunca. 40'lı yaşlarda yazarlık kariyerlerini bitiren onlarca kişi tanıyorum şimdi. Daha onlar olgunlaşamadan kalemlerine küsen insanlar var. Satmayan kitaplar, ilgi görmeyen konular, kendilerini aşma çabaları ile vazgeçen bir dolu yazar tanıdım. Oysa ki ben 42 yaşımda ilk yayınevi tecrübemde atarlı bir editörün karşısına oturmuştum ve bilmem neden fütursuzca azarlanıyordum. Onlarca yüzlerce kişilik ekipler yönetip , yabancı markalarla çalışıp projeleriyle dünya çapında ödüller almış bir kadın, sosyal medyada hasbelkader yemekleriyle ve maskeleriyle isim yapınca ve kendisine bir yayınevinden de teklif gelince, baş editör tabii ki çok da kaale almadı beni. İmlam için, oku oku bitmek tükenmek bilmeyen devrik cümlelerim için, kitabın adı uzun olduğu için, evde kendi çekmemi söyledikleri kapak fotoğraflarımı beğenmedikleri için azarlandım. Stajyer gibiydim o dünyada. Ama başlamanın ve sabretmenin kadrini bilen bir stajyer. Bu fırsatı “Bana ne be? Ver yazılarımı, eve gidiyorum” diyerek tepemezdim. İncinen egoma "Şşşt, ses çıkarma" dedim. Çocukluk hayalimdi bu. Bir atarlı editör sebebiyle vazgeçemezdim. İlk baskı 2000 adetti. "Ne zaman gelir yeni baskı talebi sizce?" diye sorduğumda, o editör ilk defa bana gülümsedi ve dedi ki, "2000 adet satsın da düşünürüz. Hiç gelmeyebilir. Bunlar bile tükenmeyebilir." Bana aracı olan çok sevdikleri yazarı kıramadıkları için orada olduğum belliydi. Adını vermeyeceğim onun, çünkü o da ben ona saygıda kusur etmediğim, her daim minnet duyduğum ve çok sevdiğim halde, sanırım bana yaptığı aracılık beklediğinden fazla olunca yenildi insanlığın ilkel güdülerine ve hiçbir açıklama yapmadan beni hayatından çıkardı. Yine de borçluyum ona ömür boyu ve keşke beni her hayatından çıkaran, benim hayalimi gerçekleştirip de çıkmış olsa... Ve ben ilk kitabım bir adet bile basılsa, bandrollü kitabımı evimde en güzel köşeye gurur sebebim olarak yerleştirecektim. Belki ışıklı çerçevelerle bezeyip gelene gidene gösterecektim. Hatta istemedikleri halde zorla her gelene imzalı kitabımı hediye edecektim. Hayalim hatırına fazla ses çıkaramazdım o tatlı cadıya. Haddimi bilirdim. Benim tek derdim hayalimi gerçekleştirmekti. Satıştı, nam salmaktı, tanınmaktı vs gibi hiçbir şey düşünmedim. Ve bugün 4 senede 4 kitap yazmış ve dördü de listelerin zirvesinde yer almış bir kadınım. Geç oldu belki diyeceksiniz ama zaten geç olduğu için olgun bir kalemle ve amatör bir ruhla bu sektöre girdim. Hayat tecrübem büyüktü ve bu heyecanı azaltır genelde; hayatınız hep aynı rutinde ilerlerse ama yeni başladığınız bir işte heyecanınız o kadar büyük oluyor ki, bu da sonuçlara yansıyor. Stajyerlerin karşılıksız çabalarını bilirsiniz... CEO'dan çok çalışırlar ve heveslerini asla kırmazlar. Para bile almazlar ama hayalleri sebebiyle her zorluğu aşarlar. Bu sebeple 4. Kitabımda transfer teklifleri havada uçuşurken bile editörüm ve yayın evimin sahibiyle evde yazarken güzel bir cümle kurduğumda hemen paylaşıyorum. Başı okşanmış çocuklar gibi hissediyorum olumlu bir yorum geldiğinde. İyi ki bu yaşta yazar oldum. Tadını çıkarıyorum ve bu işi az bilmek, genç hissettiriyor bana. Dinamik hissettiriyor. Azmimi arttırıyor. Bu yaşta otomatiğe bağlanmalıydı kitaplarım ve cümlelerim ama ben daha hayalleri için çabalayan bir stajyerim... Geç kalmadım yani. Tam vaktinde geldim. Yoksa bu heyecanı, bu yaşta nasıl hissedebilirdim? 10- Hayat kısa... Tatlı yemek lazım Çok hareket ederim ben. Anne tarafından Malatyalı genlerim sebebiyle çabuk kilo alırım çünkü ve iştahım da oldukça fazladır. Bu sebeple de hareket ederim. Hayat, tatlı ve çikolata yenmeyen bir yer olmamalı ama yaşlandığımda hareket kabiliyetimi de kaybetmek istemem. Bu yüzden her gün spor yaptım seneler boyu. Ama bu kadar sporun amacı benim için manken gibi falan olmak değil. İstediğim kadar dondurma ve çikolata yiyebilmek. Bazı şeylerin tadını almadan tadını çıkarmadan zargana gibi göçüp gitsem ne olur bu dünyadan? Balık etli olarak giderim ben kesin ama bilin ki istediğim her şeyi doya doya yedim... Nilgün BODUR İLETİŞİM LİNKLERİMİZ: NİLGÜN BODUR ONLINE RANDEVU NİLGÜN BODUR SOSYAL MEDYA KANALLARI INSTAGRAM FACEBOOK YOUTUBE SPOTIFY TWITTER PINTEREST LINKEDIN NİLGÜN BODUR RESMİ WEB SİTESİ NİLGÜN BODUR KİTAPLARI ONLINE SATIŞ LİNKLERİ TÜM KİTAPLARI KAİDEYE TAMAH ETMEYEN İSTİSNADIR HAYAT AKILLANDIM ARTIK ŞİMDİ DAHA DELİYİM YANLIŞLIKTAN DEĞİL YALNIZLIKTAN SEN GİTTİN YA BEN ÇOK GÜZELLEŞTİM SIRADAKİ TEŞEKKÜRÜM BANA YANLIŞ YAPANLARA
- Psikolojik Şiddet Nasıl Anlaşılır?
20 Madde ile Narsist Kişiliklerin Duygusal İstismar Uyguladıkları Kurbanlarının Farkına Varamadıkları Psikolojik Şiddet Bugünkü konumuz çok önemli ve çok uzun. Aşağıda konu başlıklarını elimden geldiğince tek tek belirttim. Bence hepsini okuyun ve ihtiyacı olanlara da mutlaka yollayın. Yazıma devam etmeden önce bu yazıyı okumak yerine dinlemeyi ya da izlemeyi tercih edebilecekler için YouTube video linkini de paylaşmak istedim.Okumaya devam etmek isteyenler ise videoya tıklamadan devam edebilirler. Kalıcı travmaların en büyük sebebi " Psikolojik Şiddet " dir ve bence toplum ruh sağlığını fazlasıyla etkilemektedir. Duygusal istismar, birini eleştirmek, utandırmak, suçlamak veya başka bir şekilde manipüle etmek için duyguları kullanarak o kişiyi kontrol etmenin bir yoludur. Genel olarak, bir kişinin öz saygısını yıpratan ve zihinsel sağlığını zayıflatan küfürlü veya küfürsüz hatta iltifat sayılabilecek sözlerle ve çeşitli davranışlarla hatta davranmayıp umursamayışlarla katil makulü farkına varmadan bıçaklar. Ağrı eşeği çok yükselen maktul yavaş yavaş tane tane gerçekleşen yüzeysel bıçaklamaların niteliği değil de niceliği sebebiyle kan kaybından ölür ama işin kötüsü kalbi atmaya devam eder. Zombi denen şey işte bu. Boşuna bilim kurgu, fantastik tür içinde yer alıyor zombi dizileri ve filmleri… Bildiğin hayatın içinden bir dram oysa ki.. Bu zombilerin tek farkı yürüyecek takatlerinin kalmamamsı… Dahası, zihinsel veya duygusal istismar, flört ve evlilik ilişkilerinde en yaygın olmakla birlikte, arkadaşlar, aile üyeleri ve iş arkadaşları arasındaki herhangi bir ilişkide de ortaya çıkabiliyor ve benim gibi “benim diyen”ler bile ancak 46 yaşındayken 20 senelik arkadaşlarının bilinçaltını bataklığa çeviren düşüncelerle bezediğini anlıyor. Farkına varılmıyor işte bu duygusal şiddetin. En yakınlarımızdan görünce, normali bu sanıp meşrulaştırıyoruz beynimizde. Ama omuzlarımızda hep bir ağırlıkla dolaşıyoruz ortalıkta ve bizim olmayan negatif düşünceleri ve inanışları da çoktan satın almış oluyoruz. Duygusal istismar, fark edilmesi en zor istismar biçimlerinden biridir. Açık da yapılabilir ki başım üstüne ama incelikle uygulanmış, sinsi ve manipülatif de olabilir. Her iki durumda da, kurbanın özgüvenini yok eder ve algılarından ve gerçekliklerinden şüphe etmeye başlarlar. Duygusal istismarın altında yatan amaç, mağduru itibarını sarsarak, izole ederek ve susturarak kontrol etmektir Sonunda, kurban kapana kısılmış hisseder. İlişkiye daha fazla dayanamayacak kadar ama aynı zamanda da ayrılmaya cesaret edemeyecek kada yaralıdırlar…Ne gidebilirler ne de gönül rahatlığıyla kalabilirler… Ve bu döngü, bir son verilene kadar kendini tekrar eder. Son verilmezse zaten kurbanlar zombi yaşayıp, zombi giderler… Nasıl anlarsınız mağduriyetinizi… Bakın yıllardır okuyorum ama içindeyken göremiyor insan. Uzun yıllardır aynı işletmede çalışanlar kuralları, yönetimi, maaşı, hakları, hukuku görmez hale gelir ve buna işletme körlüğü denir. Yani acıya alışmak bir nevi. İşte psikolojik şiddet de işletme körlüğü gibidir. Uzun süre maruz kalırsanız, kötüyü ve yanlışı normaliniz yaparsınız… Yaparız… Kendi ilişkilerinizi de masaya yatırırken şimdi düşüncelerinizde, duygusal istismarın çoğu zaman gizli olduğunu da lütfen unutmayın. Tespit edilmesi çok zor olabilir. İlişkinizin taciz edici olup olmadığını anlamakta güçlük çekiyorsanız, şöyle bir durun durun ve tek tek eşinizi, arkadaşınızı, akrabanızı, komşunuzu veya aile üyenizi aklınıza getirin ve her biriyle tek tek kurduğunuz diyaloglar esnasında veya sonrasında nasıl hissettiğinizi düşünün… Ama kötü hissetmiyorum deyip geçmeyin… Yoruluyor musunuz? Merhamet mi göstermek zorunda kalıyorsunuz? Çok açıklama yapmaktan ikram mı getirdiniz? Dertleriniz küçümseniyor mu? Sizi olduğunuzdan daha az mı hissettiriyor? Alaycı mı konuşuyor? Laf mı sokuyor? Bekletiyor mu? Eziyor mu? Umursamıyor mu? Hepsini düşünün… Partneriniz ya da arkadaşınız hatta çekirdek ailenizin bir ferdi, abunlardan sadece bir kaçını yapsa bile, duygusal istismar kurbanı olduğunuza emin olabilirsiniz… Kendinize "o kadar da kötü değil" demeyin ve başkalarının davranışlarını “olduğu gibi kabul etme” öğretisiyle yanlışı bir başkasının hakkı sanmayın. Olduğu gibi kabul edilecek insan size herhangi bir türde şiddet uygulaması kabul edilecek insan değildir. Unutmayın: Herkes nezaket ve saygıyla davranılmayı hak eder. Etkileşimde bulunduğunuz birinin yanında her an yaralı, hayal kırıklığına uğramış, kafası karışmış, yanlış anlaşılmış, depresif, endişeli, öfkeli, tahammülsüz veya değersiz hissediyorsanız, ilişkinizin duygusal olarak kötüye kullanılmış olması ihtimali yüksektir. Orada kalmaya devam ederseniz zaten bu saydığım sıfatlara sahip bir insan da olursunuz… Birkaç net maddeyi paylaşayım sizlerle: 1-Duygusal istismarcılar Gerçekçi Olmayan Beklentilere Sahiptirler Duygusal olarak bir başkasını istismar eden insanlar gerçekçi olmayan beklentiler sergiler. Bazı örnekler vereyim isterseniz. Sizden mantıksız taleplerde bulunurlar. Her şeyi bir kenara bırakıp ihtiyaçlarını karşılamanızı beklerler. Mesela, tüm zamanınızı birlikte geçirmenizi isterler nedense tam da sizin çok işiniz varken. Anlayış gösterseler de kendinizi suçlu ve rahatsız hissetmenize sebebiyet verirler bu muhteşem yöntemle. Kısacası yapamayacağınızı bildikleri bir şeyi isterler ve bunu yapamayacağınız anı da kollarlar… 2- Bir de ne kadar uğraşırsan uğraş ya da ne kadar verirsen ver, tatminsiz olurlar. Bir günde resim kursuna gidip portresini kara kalem çalışıp eline versen, saçlarımın tel sayısı tutmuyor derler… Asla ama asla yeterli değilsinizdir. 3- Kendi işinizi, asla yardım etmedikleri etmeyecekleri, ucundan tutmadıkları, tutmayacakları bir işi onların standartlarında tamamlamadığınız için sizi eleştirirler. Yani bulaşık deterjanını onlara göre fazlaca kullandığınızda gece yastığa başınızı koyduğunuz anda şu duyguya hazırlanın “Ben neden bu kadar yorgun ve mutsuz hissediyorum ki, bir şey de yaşamadım? Allah allah, dokunsalar ağalayacak gibiyim.Hayırdır inşallah.” Hayır değil yavrum. Senin farketmediğin adaletsizliği ve saçmalığı ruhun ve bilincin fark etti çünkü. 4- Sizden fikirlerini desteklemenizi beklerler (yani, farklı bir fikre sahip olmanıza asla izin verilmez) Onların takımı, onların partisi, onların tatil beldesi, onların sevdiği arkadaşlarınız. Bu arada izin vermese de fikrime sahip çıkarım ben diyenler olacaktır aranızda. Çıkarsınız da ama nedense o fikri savunurken o kadar yorulursunuz ki , fikre de, sahibine de, aklıma gelişine de lanet olsun dersiniz. Sonra fikir sahibi olmaktan korkarsınız. Tartışma çıkmasın diye ortaya atmadığınız fikirleriniz de ruhunuzla ve kimliğinizle birlikte yok olur. Zaten amaç da budur. Sadece “fikirsiz” değil “salak” hissettirmeleri de gerektiğinden boşaltırlar beyninizi tartışarak ve sizi tartışmaya mecaliniz kalmayacak şekilde yorarak… Yani bu kıvama gelmeniz şarttır. 5- Onların yaptığı ya da yapmadığı ama sizi üzen şeyleri tartışırken kesin tarih ve saatleri belirtmenizi talep ederler (ve bunu yapamadığınızda, sanki hiç olmamış gibi olayı reddedebilirler) Siz hem yalancı gibi hissederseniz. Hem de sevgilinizin ya da eşinizin sizi bir yalancı gibi görebilmesine üzülürsünüz. Yalancılık ne ki? Negatif ne varsa osunuzdur. Haksız, mutsuz, anlayışsız, tutarsız… Siz hepsini bazen tek cümle içinde olursunuz. 6- Duygusal olarak istismar eden insanlar sizi geçersiz kılar. Örnek mi? Algılarınızı veya gerçekliğinizi zayıflatmak, göz ardı etmek veya çarpıtmak. Yani ne söyleseniz savcı, hakim, avukat, mübaşir rollerini aynı anda üstlenip yasama yürütme ve yargıyı hatta infazı gerçekleştirirler. “O gün neden kız arkadaşlarımın yanında “bununla nasıl arkadaş kaldınız?” Deyip güldün ki, diye sorduğunuzda öyle bir şey demediğini ve sizin uydurduğunuzu söyleyerek şizofren ya da paranoyak gibi hissetmenizi sağlarken burada da bırakmaz. Öyle demişse bile şakadan anlamayan, alıngan, dırdırcı, depresif, sorun çıkarıcı olduğunuzu söylerler. Bir daha da dışarı çıkmayacağım seninle diyerek de rest çekerler. Sonuçta kırgınlığınızı paylaştığınız ve teselli beklediğiniz eşinizden, kendinizi özür dilerken bulursunuz. Bu normal insanı delirten bir özelliktir. Ve delirince de “aaaa delirdi” derler ve ilk kez haklı olurlar… Delirmişsinizdir… Ama onlara benzemekten yani kötü olmaktan iyidir… 7- Nasıl hissetmeniz gerektiğini size tanımlamaya çalışarak duygularınızı kabul etmeyi reddetmek Sizin herhangi birine öfke hissettiğinizi hissettiklerinde ya da bir hata yapıp da konuyu onlara aktardığınızda öfkenizi “haklısın” diyerek dindirmek yerine karşı tarafı yüksek ödeme yapmış bir müvekkilmişçesine savunur. Ama zaten avukatlığının ve savunmanın önemi yoktur. Hakim de savcı da odur. Karar kesindir. Ve temyize gidilmesi mümkün değildir. Sizin hep öfkeli olduğunuzu, millete boşu boşuna kusur bulduğunuzu, sakin biri olamadığınızı söyler ve dışarı taşamayan öfke kadar haklı ve normal bir duyguyu bir sarılışla, bir cümleyle bertaraf etmek yerine siz haklı olduğunuz bir konuda haksız hissettirerek daha da öfkelendirir. Ve evet yine becerir. Artık öfkeli, toleranssız, seveninin bile onaylamadığı, kimsenin sevmediği bir kadın olmuşsunuzdur. 40 kere dersen olur çünkü. 8- Nasıl hissettiğinizi defalarca açıklamanızı sağlayacak şekilde davranırlar Buna örnek vermek isterdim ama bunu nasıl başarıyorlar ben de bilmiyorum. Sadece sonrasında aynı şeyi 100 kere söylediğiniz için delirdiğinizi düşünürler ve yine haklılardır, Yüz kere söylemişsinizdir. Anlamamış gibi yaptıklarından siz de anlatmışsınızdır gitgide daha da sinirlenerek tabii ki. Çünkü anlaşılamayacak bir şey yoktur ki. 2+2= 4 demişsinizdir ve ikna edememişsinizdir. Şok içindesinizdir. İş yerinde atom parçalayan adam evde bunu anlamayınca önce adama üzülürsünüz ve açıkladıkça da kendinize. Oysa ki 2+2 = 4 olmadığından değildir anlamayışı, siz söylediğiniz için yanlıştır her şey zaten. Aptal gibi görünür de sizi haklı görmez… 9- Kısacası en çok da Sizi "çok hassas", "çok duygusal" veya "deli" olmakla suçlar 10- İsteklerinizi, isteklerinizi ve ihtiyaçlarınızı gülünç veya haksız olarak görmezden gelirler Algılarınızın yanlış olduğunu veya “anlamsız düşünüyorsun veya "abartıyorsun" gibi argümanlarla kendinize güveninizi de bir daha yok ederler.. 11- İstek veya ihtiyaçlarınızı ifade ederseniz sizi bencil, muhtaç veya materyalist olmakla suçlamak (beklenti, herhangi bir isteğiniz veya ihtiyacınızın olmamasıdır) Yani onun için hazırladığınız yemeği eleştire eleştire yedikten sonra yine de bir teşekkür beklediğinizi söylerseniz, sağ böbreğini istemişsiniz gibi davranırlar. Teşekkür mü? Hayatımda bu kadar beklentili birini görmedim derler. Ve muhtemelen bu sahnenin sonunda yine özür dileyen siz olursunuz. 12- Kaos Yaratırlar Duygusal olarak istismar eden insanlar saçma sapan sebeplerle kaos yaratır. Tartışmaları kazandıklarını bildiklerinden canları zafer kazanmak istediğinde sudan sebeplerle “buluşma” usulüyle tartışma başlatmak 13- Kafa karıştırıcı ve çelişkili ifadelerde bulunurlar Mesela zekaya çok önem verdiklerini, akıllı kadını seksi bulduklarını söylerler ama geçmişlerinde ucuz mankenlerle çıkmış hatta evlenmişlerdir. Ya da görüntüye önem vermediklerini söylerler ama 2 kilo alsanız eleştirmeye başlarlar. Daha da akıllıca bir manipülasyon söyleyeyim. İltifatlı küfür bu. Çok iyi yöntem. Kilolu biriyle asla yapamayacaklarını sandıklarını ama size deliler gibi aşık olduklarını söylerler. Yani bir yandan aşığım diyor ama bir yandan şişko… Olur ya anlayıp yüzleşirseniz hazır olun. Sonunda size eli diyeceklerdir ve bir şekilde bir deliye dayandıkları için onlara ya teşekkür ederken ya da onlardan özür dilerken bulacaksınızdır kendinizi. İkisi birden de olabilir. 14-Giysilerinize, saçınıza, işinize ve daha fazlasına karışmak ve hep olumsuzluk bulup eleştirirler. Best model yarışmasına giren gençlerin Erkan Özerman karşısında hissettiklerini hissedersiniz ama 5-10 dakikalığına değil. Bir ömür boyu. Yürek dayanır mı hayat boyu jüri önünde yürümeye. Öngörülemez bir şekilde kendinizi hep “diken üzerinde yürüyormuşsunuz" gibi bulursunuz. Karın içerde omuzlar dik yürürken ruhunuz paspas olmuştur. 15-Duygusal olarak eşlerini, sevgililerini istismar eden insanlar tabii ki duygusal şantaj kullanırlar. Bakın bunlara tek tek örnek vermeyeyim ama duygusal şantaj durumlarını birer cümleyle açıklayayım ki zaten bu cümleler oldukça net. Kendinizi suçlu hissettirerek sizi manipüle ederler.Kurban onlar olur birdenbire. Özür beklerken özür dilersiniz. Sizi toplum içinde şaka kisvesiyle ya da daha insaflıları özel olarak aşağılarlar Sizi veya bir durumu kontrol etmek için korkularınızı, değerlerinizi, şefkatinizi veya tüm insani özelliklerinizi sömürürler.Yani hastalarsa ve sizi çıldırtıyorlarsa ve siz çorba yapmaktan “zıkkım yesin” diye vazgeçerseniz hastalıklarını sizde bulunduğunu bildiği merhameti alevlendirmek için kullanırlar ama öyle kullanırlar ki merhametinizle övünürken birdenbire sizi kendinize bile merhametsizmişim ben diyecek bir cadı haline dönüştürürler… Hataları yüzlerine burulduğunda Dikkatinizi başka yöne çekmek veya hataları için sorumluluk almaktan kaçınmak için sizin kusurlarınıza odaklanırlar. onlar hatalıyken bir şekilde Konu hep sizin hata bile olamamış hatacıklarınıza gelir. Bir olayın gerçekleştiğini inkar ederler veya bunun hakkında yalan söylerler. Yani neden dün bana şöyle şöyle dedin diye sorduğunuzda. Demedim ki derler.. çok rahat çok emin. (en korkuncu budur. Kendinizden şüphe edersiniz çünkü yalanı sizin doğrunuzdan daha gerçekçi söylerler) Sevgiyi ve ilgiyi tamamen keserek veya sessiz ya da umursamaz davranarak sizi cezalandırırlar ki bana göre umursanmamak dünya ağır siklet boks şampiyonundan yumruk yemiş gibi hissettirir size. 10 dan geriye içlerinden sayarlar ve nakavt… 16- Psikolojik şiddet kompetanları hep sizden daha üstün ve haklıymış gibi davranırlar. Yani yine dış gibi yaparlar ama güzel yaparlar..Yine cümle cümle kısa kısa geçeyim Size düşük insan formu gibi davranırlar. Yüzde bok koklamış bir ifadeyle dinlerle söylediklerinizi ya da izlerler yaptıklarınızı. Yani onlar Iphone 12 pro, size iPhone 6 S yok yok Nokia 3110 Hataları ve eksikliklerini kabul ettiklerinde ki bu çok nadirdir ama aması var tabii o hatanın sebebi mutlaka sizsinizdir. Söylediğiniz her şeyden şüphe ederler ve doğruluğunu değil yanlışlığını kanıtlamaya çalışırlar. Hırsız kolumdan çantamı aldı diye eve nefes nefese korkuyla şok içinde girseniz, emin misin? Elinden kaymış olmasın derler. Hırsız keşke çantayla birlikte beni de alsaymış dersiniz. Size fikirlerinizin, değerlerinizin ve düşüncelerinizin aptalca, mantıksız olduğunu söylerler ve o kadar çok söylerler ki siz de artık inanırsınız. 17- Kontrol ve İzole Ederler Örnek vereyim hemen: Arkadaşlarınız ve aileniz de dahil olmak üzere kiminle görüştüğünüzü veya kiminle birlikte zaman geçirdiğinizi kontrol ederler Kısa mesajlar, sosyal medya ve e-posta dahil olmak üzere sizi ve tüm geçmişinizi dijital olarak izlerler Bazen sizi aldatmakla vaya başkalarını ufacık eleştirdiğinizde onları kıskanmakla suçlarlar Size bir mülk bir eşya gibi davranırlar. Yanlış ifade oldu aslında. Eşyaya bile sizden daha iyi davranırlar Arkadaşlarınızı, ailenizi ve iş arkadaşlarınızdan sevdiğinizi söylediklerinizi veya övdüklerinizi eleştirirler veya onlarla dalga geçerler Kıskançlığı bir sevgi işareti olarak size sunarlar ve sizi başkalarıyla birlikte olmaktan alıkoymak için dibine kadar kullanırlar. Sizi tüm zamanınızı birlikte geçirmeye zorlarlar. Bunun sebebi aşk değildir. Yalnız kalırsanız ve biriyle konuşarak ya da tek başınıza düşünerek onların normal olmadığını anlarsınız diye hiç bırakmazlar sizi. Bıraktıklarında da öyle bir halde bırakırlar ki düşünmeye mecaliniz kalmaz Finansmanızı kontrol ederler. Sizi düşündüklerinden değil. Aptal olduğunuz için sayılara hakim olamayacağınızı düşünmekten ya da sizi bir gün kahrınızdan öldürülerse ne kadar para kalacağı konusuna hakim olmayı istemekten 18-Endişelerinizi önemsizleştirirler. Mesela ekonomik krizde işinizi kaybetme korkusu yaşayıp bir paylaşayım dersiniz ama “sen de kafanda kurup kurup her şeye üzülüyorsun. Yeter artık ya” tadında bir cümleyle karşılık verirler. Sonuç bir daha derdini anlatamama. Daha da korkunç sonuç derdiniz olduğunda artık dert mi değil mi anlayamama ve kendinden ve kimliğinden şüpheyle yaşama 19-Sürekli ve bilinçli olarak tartışma çıkarabilmek adına sizin zayıf yönlerinizi de bildiklerinden ortaya masum görünen ama sizde anında şok etkisi yaratan saçma sapan bir şey söylerler. Tartışma çıkar tabii ama siz çıkarmış olursunuz bu durumda. Yani onlar sakince ve masumca ve hatta dürüstçe bir şey söylemişlerdir ve siz aşırı hassas olduğunuz için hatta asabi hatta deli olduğunuz için tartışma çıkarmışsınızdır ve zaten tartışmada da dışarıdan bakılsa adam melek, kadın cinnet vaziyette görünürler… deli yoktur zaten, delirten vardır ama sonuca bakar ya at gözlüklü insanlar. aaa bu deli deyip işin içinden çıkarlar 20- Baktılar ölmüyorsunuz, bağışıklığınız arttı başta bol kepçe, zamanla da arada sırada kırıntı olarak sundukları Şefkat ve ilgiyi esirgerler Bu tür istismarların bir ilişkinin başlangıcında belirgin olmayacağını unutmayın. Bu çok önemli. Bahsettiğim tabloya kim dayanır di mi? Ben de bir iki kere dayandım. Çünkü başta öyle yüksek öyle çok severler ki, bütün bunlar yaşanırken o gördüğünüz sevgiye tutulursunuz. Bu istismarcılar ilişki ilerledikçe eşlerini kontrol etmek ve manipüle etmek için taktikler kullanmaya başlarlar zaten. Bu davranışlar o kadar yavaş başlayabilir ki ilk başta onları fark etmek mümkün olmaz. Bunlar yapılırken arada o yüksek sevgi de gösterilir ve zaten bu sebeple tokat atan da yok ben sürekli dayak yemiş gibiyim diye düşünürsünüz. Peki onlar şun yapar bunu yapar dedim ama yapılana ne olur? Duygusal İstismarın Etkisi: Duygusal istismar şiddetli ve devam ettiğinde, bir kurban, bazen teninde tek biriz, çizik veya çürük olmaksızın, tüm benlik duygusunu kaybedebilir. Ve ne yazık ki üçüncü kitabımda da yazmıştım ortada akan kan olmayınca bu yaralar başkaları için görünmez olur, kurbanın hissettiği en baskın duygu kendinden şüphe duyma, korkunç bir değersizlik ve kendini tartışan, bağıran, çağıran, ağlayan, dırdır yapan, kıskanan biri olarak görmeye başladığından kendinden nefret etmeye başlamadır. Aslında araştırmalar, duygusal istismarın sonuçlarının fiziksel istismar kadar şiddetli olduğunu gösteriyormuş. Bence daha fazla… Zaman içerisinde, suçlamalar, sözlü taciz, isim takmalar, eleştiriler, alaylar ve kıskançlık kurbanın benlik duygusunu o kadar aşındırır ki artık kendilerini gerçekçi göremezler. Sonuç olarak, mağdur istismarcı ile hemfikir olmaya bile başlayabilir. Bu gerçekleştiğinde ise , çoğu kurban başkası için asla yeterince iyi olmayacağına inanarak taciz içerene de minnet duyarak ilişkiye hapsolur. Duygusal taciz arkadaşlıkları bile etkileyebilir çünkü duygusal olarak istismara uğramış insanlar genellikle diğer insanların onları gerçekten nasıl gördüklerini de sorgulamaya başlarlar ve onların gerçekten hoşlanıp hoşlanmadıkları konusunda endişelenmeye başlarlar. Sonunda, kurbanlar arkadaşlıklarından geri çekilirler ve kimsenin onları sevmediğine ikna olacak şekilde kendilerini izole ederler. Dahası, duygusal istismar, depresyon ve anksiyeteden mide ülseri, kalp çarpıntısı, yeme bozuklukları ve uykusuzluğa kadar her şeyi içeren bir dizi sağlık sorununa neden olabilir. Duygusal istismarla başa çıkmak için öneriler: Duygusal olarak kötüye kullanılan bir ilişkiyle başa çıkmanın ilk adımı, istismarı tanımaktır, koklamaktır İlişkinizde duygusal istismarın herhangi bir yönünü içindeyken görmek zordur ama hissettiğinizde ki bu sebeple tek tek anlattım, bunu her şeyden önce fark etmeniz ve kurban olduğunuzu kabul etmeniz önemlidir. Yaşadıklarınıza karşı dürüst olarak, hayatınızın kontrolünü yeniden ele almaya başlayabilirsiniz. İşte hayatınızı geri kazanmak için bugün uygulamaya koyabileceğiniz öneriler. 1- Kendiniz Öncelik Olarak Görün Zihinsel ve fiziksel sağlığınız söz konusu olduğunda, kendinize bir öncelik vermelisiniz. Sizi taciz eden kişiyi memnun etme konusunda endişelenmeyi bırakın. İhtiyaçlarınıza dikkat edin. Olumlu düşünmenize ve kim olduğunuzu onaylamanıza yardımcı olacak bir şeyler yapın. Ayrıca, uygun miktarda dinlendiğinizden ve sağlıklı yemekler yediğinizden emin olun. Bu basit kişisel bakım adımları, duygusal istismarın günlük stresleriyle başa çıkmanıza yardımcı olmak için uzun bir yol kat edebilir. 2- Sınırlar Belirleyin Tacizde bulunan kişiye, artık size bağırmayacağını, size isimler takamayacağını, size hakaret edemeyeceğini, kaba davranamayacağını vb. Kesin bir şekilde söyleyin. Ardından, bu davranışa girmeyi seçerlerse ne olacağını onlara söyleyin. Örneğin, onlara isimler takarlarsa veya size hakaret ederlerse konuşmanın biteceğini, cevap vermeyeceğinizi ya da dışarı çıkıp bir süre dönmeyeceğinizi söyleyin. Bu arada söylemek kolaydır . Sadece söylemeyin yapın da. Bir kere yapmazsanız bir daha ciddiye alınmazsınız. İşin sırrı sınırları koymak değil, uygulamaktır; takip etmektir. Korumaya niyetiniz olmayan sınırları asla iletmeyin. 3-Kendinizi Suçlamayı Bırakın Herhangi bir süredir duygusal olarak istismar içeren bir ilişki içindeyseniz, kendinizde ciddi bir yanlışlık olduğuna inanabilirsiniz. Ama sorun siz değilsiniz. Net bu net…. Bu yüzden, sebebi olmadığınız ve üzerinde kontrol sahibi olmadığınız bir şey için kendinizi suçlamayı bırakın. 4- En acısı Onları Düzeltemeyeceğinizi Anlayın En iyi niyetinizle, en ılımlı halinizle çabalamanıza rağmen, duygusal olarak istismarcı bir kişiyi asla değiştiremezsiniz. Her insanın içinde iyilik vardır demeyin. İstismarcı bir kişide, vicdan ve merhamet yoktur. Ve bunlar olmayınca da insan denilemez zaten… 5- Etkileşimden Kaçının İstismarcı bir kişiyle ilişki kurmayın. Başka bir deyişle, bir istismarcı sizinle tartışmaya başlarsa, size hakaret etmeye başlarsa, bir şeyler talep ederse Veya siz dayanamayıp söylediklerine ya da kıskandırmaya çalıştıkları için kıskançlıktan öfkelendiğinizde, açıklamalarda bulunmaya çalışmayın. Tane tane de anlatsanız, 1000 kere de tekrar etseniz, ali topu at kadar basit bir cümle de olsa anlamayacaklardır. duygularını da yatıştırmayın veya yapmadığınız şeyler için özür dilemeyin. Mümkünse durumdan uzaklaşın. 6- Bu arada ayrılmak da çözüm. Hem de en güzel çözüm. Bu tavsiyelerim ayrılamayanlara. Bir istismarcıyla ilişki kurmak sizi yalnızca daha fazla suistimal ve gönül yarası için hazırlar. Ne kadar uğraşırsanız uğraşın, onların gözünde değerli olamazsınız. Onların gözü zaten önemli değil de, kendi gözünüzde de değerinizi kaybedersiniz. Zaten bir yandan hep "Çıkış Planı" üzerinde çalışın. Partnerinizin, arkadaşınızın veya aile üyenizin kötü davranışlarını ve sizde yarattığı etkileri kabul etme, değiştirme veya üzerinde çalışma gibi bir niyeti yoksa, sonsuza kadar kötüye kullanılan ilişkide de kalamazsınız. Sonunda hem zihinsel hem de fiziksel olarak size zarar verecektir. Durumunuza bağlı olarak, ilişkiyi bitirmek için adımlar atmanız gerekebilir. Her durum farklıdır. Bu nedenle, düşüncelerinizi ve fikirlerinizi güvendiğiniz bir arkadaşınız, aile üyeniz veya danışmanınızla tartışın. Duygusal istismar ciddi uzun vadeli etkilere sahip olabilir, ancak aynı zamanda fiziksel istismar ve şiddetin habercisi de olabilir. Ayrıca, istismara uğrayan kişi ayrılmaya karar verdiğinde istismarın genellikle arttığını da unutmayın. Bu nedenle, kötüye kullanımın daha da kötüye gitmesi durumunda bir güvenlik planınız olduğundan da emin olun. Duygusal istismardan iyileşmek zaman alır. Kendinize iyi bakmak, destekleyici arkadaşlarınıza ulaşmak ve bir terapistle konuşmak yardımcı olabilir. Bu ilişki içinde asla yapmamanız gerekenler : (Ama ne yazık ki yapmayacağım deseniz de provake edildiğinizden çok zordur bu dediklerimi yapmamak) Tacizciyle tartışmak. Bir istismarcıyla mantık çerçevesinde tartışmanın bir yolu yoktur çünkü her zaman suçlamak, utandırmak veya eleştirmek için daha fazla yol bulacaktır. Ayrıca siz sesinizi yükselttikçe masaları çevirmeye ve kurbanı oynamaya çalışabilirler. İstismarcıyı anlamaya ya da mazeret uydurmaya çalışmak. Diğer kişinin davranışını anlamaya çalışmak veya eylemlerini haklı çıkarmak için bahaneler bulmak cazip gelebilir.Aşk varsa serde… Sakın bir hatayı bahanelerinizle meşrulaştırmayın O sinirlenirse yatıştırmaya çalışmayın. Diğer kişiyi yatıştırmak bir tür gerilim azaltma gibi görünebilir, ancak uzun vadede geri tepme eğilimindedir ve daha fazla suistimali mümkün kılabilir. Kendinizi veya davranışlarınızı istismarcının kaprislerine uyacak şekilde değiştirmeye çalışmak yerine, net sınırlar oluşturmaya odaklanın ve mümkünse onlarla ilişki kurmaktan kaçının Hep diyorum. Kaçın.. Ağır yaralı çıkacaksınız başka yolu yok ama bitkisel hayattaydınız zaten inanın… Oldukça net örnekler vermeye çalıştım sizler için. Umarım makbule de geçer. Narsizm ve narsistlerin araçlarıdır bunlar ama artık herkes narsist ve üzüm üzüme baka baka kararıyor işte toplumda da. Değerlisiniz. Lütfen unutmayın... Nilgün BODUR NİLGÜN BODUR İLETİŞİM LİNKLERİ : NİLGÜN BODUR ONLINE RANDEVU NİLGÜN BODUR SOSYAL MEDYA KANALLARI INSTAGRAM FACEBOOK YOUTUBE SPOTIFY TWITTER PINTEREST LINKEDIN NİLGÜN BODUR RESMİ WEB SİTESİ NİLGÜN BODUR KİTAPLARI ONLINE SATIŞ LİNKLERİ TÜM KİTAPLARI KAİDEYE TAMAH ETMEYEN İSTİSNADIR HAYAT AKILLANDIM ARTIK ŞİMDİ DAHA DELİYİM YANLIŞLIKTAN DEĞİL YALNIZLIKTAN SEN GİTTİN YA BEN ÇOK GÜZELLEŞTİM SIRADAKİ TEŞEKKÜRÜM BANA YANLIŞ YAPANLARA
- Aldatıldığınızı Nasıl Anlarsınız ?
10 Madde İle Aldatıldığınızı Nasıl Anlarsınız? Aldatılma İşaretleri Nelerdir? Eğer ki zaten bu soruyu soruyorsanız, bir sadakatsizliğin kurbanı olduğunuzdan veya en azından ilişkinizde bir şeylerin ters gittiğinden şüpheleniyorsunuzdur. Aldatmanın işaretleri her ilişkide elbette ki farklı olur, ancak dikkat edebileceğiniz bazı ortak işaretler de vardır. Belki de okurken şüphelerinizi bertaraf ederken, biraz da gülümsersiniz... Yazıma başlamadan önce bu konuyla ilgili bir video yayınlamıştım ve linkini paylaşmak istedim ama yazının içeriğinden farklı olduğunu belirtmek isterim.Yazıda aldatma belirtilerinden bahsetttim.Videoda ise aldatıldığına emin olanların psikolojisine iyi gelebilecek ve morallerini yükseltebilecek konular mevcut. Aldatıldığınızı Nasıl Anlarsınız ? 1- Şüphelinin Görünümü İyi Yönde Değişti Mi Ve Görünümüne Verdiği Önem Arttı Mı? Evde yerinden kalkmayan, bitki gibi oturduğu yerde kök salan ve tuvalete bile gitmeye üşenen adam spora mı başladı?Sabah akşam hatırlatılmazsa dişini fırçalamayı bile unutan, aynı çorabı bir hafta boyunca giymeyi adet edinen, kirli sepetinde beyaz gömlek bulunca sevinen, deodorant kullanmaya bile tenezzül etmeyen adam, aniden özel yapım parfümlere para harcamaya mı başladı? 2- Şüphelinin Telefon Kullanma Alışkanlıklarında Bir Değişim Oldu Mu? Telefonunu ve bilgisayarını eskisinden daha sık kullanma ve sanki hayatı da buna bağlıymış gibi onları koruma eğiliminde mi? Peki aniden şifre kullanmaya mı başladı? ya da sizin bildiğiniz şifreyi size söylemeden değiştirdi mi? Aniden metinleri silmeye ve tarayıcı geçmişini günlük olarak temizlemeye ve telefonunu elinden asla bırakmayıp duş alırken yanında banyoya bile götürmeye ve telefonuna artık bir uzvu gibi mi davranmaya mı başladı? O telefonun kendisinden ameliyatla mı ayrılacağını düşünmeye başladınız? Size sürpriz bir doğumgünü planlamıyorsa bu işaretler iyiye alamet değildir. 3- Artık Şüpheliye Eskisi Kadar Rahat Ulaşamıyor Musunuz? Kör olasıca, aramalarınızı cevaplama ve mesajlarınıza cevap vermede eskisi kadar çabuk değil mi? Şüpheli geç saatlere kadar çalışırken veya bir iş gezisinde ulaşılamıyorsa ve ölü taklidi yapıyorsa, bu kötüye işarettir. Ona "keşke gerçekten ölseydim" dedirtmek ise sizin becerinize tabidir. 4- Şüphelinin Yatak Odasındaki Davranışları Değişti Mi? Yatak odasında size olan ilginin azaldığını mı düşünüyorsunuz? Size arkasını dönüp uyuyor mu? Bu ne kadar şüpheli olsa da faaliyetlerdeki artış ve değişik eğilimler de şüphelidir. "Bunları kimden öğreniyor acaba" diyorsanız ve sizden öğrenmiyorsa durum vahimdir. 5- Şüpheli size ve ilişkinize karşı düşmanca mı davranıyor? Size, sizinle evlendiklerinde göründüğünüz gibi görünmediğinizi veya yatak odasında yeterince maceracı olmadığınızı veya sizin için yaptıkları tüm o "harika" şeyleri takdir etmediğinizi söylüyorlarsa, sakın suçu kendinizde aramayın. Bence bir an önce avukatınızı arayın. 6- Şüphelinin Sürekli Programları Mı Değişiyor? Ya Da Birlikte Yaptığınız Programlara Bir Türlü Uyamıyor Mu? Asla geç saatlere kadar çalışmayan şüpheli, aniden geç saatlere kadar çalışmaya ihtiyaç duyduğunda ve bu gittikçe daha sık olmaya başladığında, yalan söylüyor olabilir. Eşiniz daha önce bir iş gezisine gitmemişse ve aniden iş için seyahat etmeye başladıysa bu, aldatmanın işareti olabilir. Patlayan lastikler, şarjı biten telefonlar, trafik sıkışıklığı, spor salonunda fazladan zaman geçirmeler, geç kalmak ya da tamamen gelmemek için sadakatsizliğin habercisi olan mazeretlerdir. 7- Çevrenizeki Arkadaşlarınızın Hareketleri Size Karşı Değişti mi? İhanete uğramış kişi neredeyse her zaman öğrenen son kişidir.. Aldatanın arkadaşları sadakatsizliği genellikle en baştan bilirler ve kendi arkadaşlarınız bile sizden çok önce öğrenirler. Bu bilgi tipik olarak bu bireylerin çevrenizde rahatsız hissetmesine neden olur. Kör olasıcanın arkadaşları sizden kaçınmaya veya size aşırı iyi davranmaya çalışabilir. Bu işaretlere dikkat edin. 8- Açıklanamayan Harcamalara Şahit Oluyor Musunuz? Şüphelinin kredi kartlarında tuhaf masraflar varsa veya banka hesaplarında, emeklilik hesaplarında, yatırım hesaplarında bakiye azalırsa ve buzdolabınızda son zamanlarda havyar bulunmuyorsa, bu olası bir aldatma işaretidir. Şüpheliye, bu masrafları sorarsanız ve cevapları inandırıcı gelmezse, zaten muhtemelen inanmamalısınız. Size soru sorduğunuzda far görmüş tavşan gibi bakıyorsa acımayın. Tenhada kıstırın. 9- Duygusal Yakınlık Azaldı Mı? Hiçbir ilişki, ilerleyen zamanlarda ilk birkaç ayda olduğu kadar yoğun değildir. Bununla birlikte, sırlarımızla, arzularımızla ve hayatımızın diğer önemli yönleriyle birbirimize güvenmeyi öğrenerek zaman içinde partnerimize bağlanma eğilimindeyizdir. Bu süreç, duygusal yakınlık oluşturur. Ve duygusal yakınlık, deyim yerindeyse, çiçek açtıktan çok sonra da bizi sevdiğimiz kişiye bağlı tutan şeydir. Dolayısıyla, partneriniz aniden duygusal olarak farklı, yabancı ve uzak görünüyorsa ve sizin de duygusal olarak savunmasız ve samimi olmanızı istemiyorsa, bu odak noktalarının değiştiğine dair güçlü bir göstergedir. 10- Yüzleşmekten Kaçınıyor Mu? Şüpheniz hakkında soru sorduğunuzda, partneriniz kaçıyorsa ve ortada bir aldatma varsa, dünyada yapmak istedikleri en son şey sizinle bunun hakkında konuşmak olduğu içindir. Bir soru ile karşılaştığında, sizi başka bir konuya yönlendirmek için mümkün olan her şeyi yapacak ya da düşündüğünüz ve hissettiğiniz şey için suçu size atmanın bir yolunu bulacaktır. ASLINDA EN BÜYÜK İPUCU ŞUDUR: İÇGÜDÜLERINIZ SİZE HAYAT ARKADAŞINIZIN SİZİ ALDATTIĞINI SÖYLÜYORSA, MUHTEMELEN HAKLISINIZDIR." LÜTFEN DİKKAT Partneriniz bu 10 işaretin hepsini gösterebilir ve yine de sizi aldatmıyor olabilir. Ancak bunlar, hayatlarında ve/veya ilişkinizde bir şeylerin ters gittiğinin göstergesidir. Belki aldatma olmayabilir, ancak kesinlikle ilişkiniz hakkında konuşmanın zamanı gelmiştir. Bu işaretler, ilişkiye güveninizi yeniden sağlamak, işleri düzeltmek ve duygusal ve cinsel yakınlığı yeniden kurmak için birer fırsattır. Sadece yüzleşmekten ve gerçeklerden kaçan siz olmayın. Korkularınızla da asla baş başa kalmayın. Nilgün BODUR NİLGÜN BODUR İLETİŞİM LİNKLERİ NİLGÜN BODUR ONLINE RANDEVU NİLGÜN BODUR SOSYAL MEDYA KANALLARI INSTAGRAM FACEBOOK YOUTUBE SPOTIFY TWITTER PINTEREST LINKEDIN NİLGÜN BODUR RESMİ WEB SİTESİ NİLGÜN BODUR KİTAPLARI ONLINE SATIŞ LİNKLERİ TÜM KİTAPLARI KAİDEYE TAMAH ETMEYEN İSTİSNADIR HAYAT AKILLANDIM ARTIK ŞİMDİ DAHA DELİYİM YANLIŞLIKTAN DEĞİL YALNIZLIKTAN SEN GİTTİN YA BEN ÇOK GÜZELLEŞTİM SIRADAKİ TEŞEKKÜRÜM BANA YANLIŞ YAPANLARA
- Hayır Deme Sanatı
Hayır Deme Sanatı ve Kişisel Sınır Koruma Becerisi Merhaba sevgili okurlarım, Başlığı gördünüz. Bugün günlerden “hayır” Neden mi çünkü kısacık küçücük hayırda büyük hayır vardır Olumsuz bir kelime sandınız değil mi? Değil işte. Beni de atarlı sanıyorlar oysa ki poğaça gibi kadınım Şimdi gelelim konumuza: Yazıma devam etmeden önce bu yazıyı okumak yerine dinlemeyi ya da izlemeyi tercih edebilecekler için YouTube video linkini de paylaşmak istedim.Okumaya devam etmek isteyenler ise videoya tıklamadan devam edebilirler. Hayır Deme Sanatı 'ndan bahsedeceğim bugün size. Ve daha birçok şeyden daha... Mesela; hayır demenin cesareti… Hayır demenin disiplini… Hayır demenin bilgeliği… Hayır demenin gücü ve inceliği... Başarılı bir insana rastlayınca ona iyi bakın… Bu hayatta elde ettiklerinden gerçekten tatmin olmuş herhangi bir kişiye… Hepsi şu niteliğe sahiptir. Hayır demeleri gerektiğinde HAYIR deme cesaretine. İhtiyacımız olduğunda hayır demenin gücü, kendimize giden yola sıkıca yapışmak yani iyi yol tutmak için gereken en büyük cesaret ve disiplindir. Birine hayır demeniz gerektiğinde önce olası sonuçları yoklarsınız zihninize ve eminim o sonuçların fikri bile insana rahatsızlık verir. Sonrasında gelecek küskünlük, kırgınlık, belki daha az kazanç, belki daha az aşk… Belki de çok fena dışlanacaksınızdır. Belki yapıştığınız yolda yalnız yürümek zorunda kalacaksınızdır . Belki de bel bağladığınız insanları kaybedeceksinizdir. Belki azarlanacaksınızdır. Belki burnunuzdan fitil fitil gelecektir. Çok kolay değildir o kısacık kelimeyi gerektiği yerde kullanabilmek. Doğru olmadığını bildiğiniz şeylere hayır deme cesaretini bunlar için yitirirsiniz işte.. Bu sebepler yüzünden söylenmez o hayırlı hayırlar ve onların yerine hayırsız evetler ortalıkta dün gece balkonumda fütursuzca kol gezen sivrisinekler gibi uçuşurlar. Bugün hayır dediğinizde gidenler, kaçanlar, dışlayanlar, yine bugün bir evetinizle yanınızda kalacaklarsa da gelecekte de bir değeri olmayacak olanlardır onlar emin olun. Bir hayıra bakacaksa gidişler, varsın gitsinler. Aslında belki de hiç yoktular. Belli olmaz bu işler. Bugün demeseniz de bir gün zaruri bir hayıra bakacaktır zaten ellerinizden kayan işler, fırsatlar, dostlar, aşklar, ilişkiler… Zamana ihanet edemeyiz. Çünkü en büyük hediyemiz ve gelecekte olmayacak olana da zaten bugünden güle güle demeliyiz İşte hayır kelimesinin zorluğu buradadır. Kaybetme korkusu… Ama bilmeyiz ki bir hayırla kaybolanlar dediğim gibi aslında hiç var olmayanlardır… Okul yıllarında başlar bu korku. O yıllarda küçük teneffüs çetecikleri oluşur. O fırlama olan ve ileride bir halt olamayacak olan çocukların son ego tatmini ve sahnesidir okul yaramazlıkları. Zaten Son başarıları da sisteme ortaokulda isyan etmek olur ve okulun bahçesinde çatapatla kızları korkutmak. Bir güruh toplarlar çevrelerine. Asi ve çekici gelirler diğer öğrencilere. Okulu ekerler birlikte, alkol ve sigara içerler gizli gizli ve eğer ki içinizde isyankar bir ruh yoksa, uslu, zeki ve farkındalığı yüksek bir çocuksanız ilk hayırlar o okul yıllarında başlar. Bu annenin önüne koyduğu kerevize hayır demek gibi değildir. Anneler bin hayır deseniz de orada duracağını, hep kalacağını bildiğinizdir. Ama arkadaşlarınıza Hayır diyerek dışarıda kalacağınızı biliyorsunuzdur ve bunun geleceğinize bir değer katmadığını da o yıllarda o yaşlarda bilmek tabii ki imkansızdır. En güvendiğinin, belki çocuğunu 9 ay karnında taşıdığın adamın , belki ortak iş yaptığın akrabanın, belki sen kariyer peşinde koşarken erken yaşta evlenip çoluğa çocuğa karışan arkadaşının, taşındığı için arayı açmak zorunda kaldığın komşularının, iş değişikliği sebebiyle her gün yıllarca beraber mesai yaptığın arkadaşlarının, bazen de ortak hedeflere birlikte yürürken, başarılı olup da kendisi başaramadığı için kaybettiğin kankalarının ve bir süre onsuz yapamam deyip de onsuz yapmak zorunda kaldıklarının ,çoğu zaman sessiz sedasız gittiğini öğretir hayat... O yıllarda söylenemeyen tüm hayırlar tecrübesizliktendir aslında. O sırada o “havalı çocuklardan” biri olabilmek için bir “evet” derler ve bu sebeple belki de ileride dünya çapında bir aktör, bir politikacı, bir müzisyen , bir konuşmacı, bir yazar, bir anne, bir baba, bir insan olma fırsatını da o zamanlar söylemedikleri bir “hayır” sebebiyle ellerinden kayıp gidişini izlerler. Yıllar geçer ve artık yetiştirilme tarzınızın güzelliğinden, empat oluşunuzdan adabı muaşereti kaptığınızdan, hümanistliğinizden ve bugünlerde çok bulunmayan bir erdem olan nezaketten dolayı hayır diyemezsiniz insanlara. İşten bir cuma günü yorgun argın eve gelip Haftasonu dinlenmekten başka bir şey düşünmezken “eltingiller” arar, yemeğe gelmek isterler. Ne yaparsan yap istersen salonun ortasında kuzu çevir, yine de ardından bir dedikodu edilecektir. Bahane eti sert kalmış kuzudur; hedef sensindir. Ya da iş arkadaşların tüm pazar gününü kaplayan ye ye bitmez “brunch” lara davet ederler. Hayır diyemezsiniz… Çünkü hayır demek gücünün sınırlarını bilmemiz mümkün bile olmayan o mucize organımız beynimizde “sevilmemek” demektir. Zaten belki de yıllar sonra adını hatırlamayacağınız, belki kazık yiyeceğiniz, belki kopup gideceğiniz, belki de ikrah getireceğiniz insanlar için bir kitap okunmaz, bir şarkı dinlenmez, ihtiyacı olan birinin gönlü alınmaz, senaryosunu belki de hayat felsefeniz yapacağınız bir film izlenmez , bir resim çizilmez, bir beste yapılmaz, bir şiir yazılmaz... Hayır diyebilenler ampulü icat edenler… Hayır diyebilenler facebooku kuranlar… Hayır diyebilenler Oscarlı bir filmi yönettiler… Hayır diyenler yazdılar, hayır diyenler okudular, hayır diyenler belki de cerrah olup kalbi delik bir bebeği hayata döndürdüler.. Hayır demek inceliktir. Hem de kendinize yaptığınız en büyük incelik. Ama hayır demeyi de incelikle yapmak gerekir. Bugün hayır dedikleriniz, ileride belki de size ve başardıklarınıza hayranlıkla bakıp hayır demeyi öğrenecektir. Kalp kırmadan hayır demek önce kendinize ama belki de tüm dünyaya yaptığınız bir iyiliktir. Sosyalleşmeyi mesai haline getiren tüm insanlar özellikle sosyal medya sebebiyle de çığrından çıktılar bugünlerde. Buluşup, konuşup, kahve içip, koca çekiştirip, yüzüne gülüp, akşam da kocayla onu çekiştirip ömür tüketen insanlara icatlarla, sanatla, tıpla, mühendislikle, şarkılarla hizmet ediyor gibi görünüyor belki hayır diyenler ama çok önemli bir detay var aslında. Onlar hiç ölmüyorlar iki üç hayır kelimesini fazladan konuştuklarında ve en önemlisi nesiller boyu gurur duyuyor evlatları ve torunları onlarla... İki boş kokteyl kadehi, iki üç dost kılıklı dedikoducu zilli, ve pahalı elbiselerinden ibaret oluyorlar nihayetinde, göçüp gittiklerinde… Hayır demeyi bilseler, dostlukların en güzelini, farkındalığın kadrini yaşarken, gizli kalan ve kendilerinin bile hayır diyememekten farketmeye zaman bulamadıkları yetenekleriyle yaşadıklarını, hem hissederek ve hem de hissettirerek ömür geçirirler. Hayır diyecek güce ve disipline sahip olanlar, bunun onları gerçekten yaşamak istedikleri hayata ulaştırıp hatta daha da ileriye götüreceğini bilirler. O küçük, tutarlı ama güçlü seçimleri zaman içinde büyük sonuçlara katkıda bulunacaktır. Bunu bilirler. İşte bu yüzden güçlü ve netlikle ama nezaketle söylenen her HAYIR, zaman içinde birçok mucizevi EVET e sebep olacaktır. Hayatınızda hayır demeniz gerektiği yerde söyleyebildiğiniz o cesur “HAYIR” lar bankanızdaki bileşik faiz gibi işleyecektir ve mevduatınızı çektiğiniz gün geldiğinde yaptığınız yatırım için kendinizi kucaklayacaksınızdır. Şöyle bir makas alacaksınızdır. Emin olun Niye bu kadar hisli anlatıyorum bu konuyu, biliyor musunuz? Şu anda her ne isem, her kim isem şükürler olsun da, belki de olabileceğim ve kendimde keşfedemediğim tüm değerler bir evetin kurbanı olmuştur zamanında... Bugün, belki de bir kitap eksik okumama sebep olan , gerçek dostlarla geçireceğim , öğrenme, güvenme , aydınlanma ve bolca da gülebilme içeren sohbetlerin sayısını azaltan, bana belki de bir sayfa da olsa daha az yazdıran, yanlış evetlerime hayıflanıyorum çünkü. Köpeklerimin karnını bile 10 dakika fazla okşayacağımı bilsem dolandırıldığım, aldatıldığım, zaman ve emek verdiğim, hayaller tükettiğim dostluklara, arkadaşlıklara ve aşklara evet demezdim. Her bir evet benim eminim ederinden daha fazlasını götürmüştür ömrümden…. Çünkü karşılığında yapılacak hiçbir ödeme, bir insandan yanlış bir evetin götürdüğü zamanı karşılamaz, inanın Yanlış evetlerimi yazılara dökerek ödüyorum belki de ben kendime olan borcumu, kim bilir? Daha kaliteli bir yaşam. Daha iyi bir sağlık. Daha iyi ilişkiler. Daha fazla saygı. Daha fazla öngörü ve daha fazla ÖZGÜRLÜK tür “hayır” . İşte bir kelime bu kadar büyük bir anlamı barındırır. Hayatınızda olmaması gerektiğini bildiğiniz kişilere HAYIR deyin, Allah aşkına. Her zaman diyorum yine diyeceğim. Kaç kere geliyoruz ki bu dünyaya? Bize kolay kazanç gibi görünen, ancak değerlerinizle uyuşmayan para fırsatlarına da maddi fırsatlara da HAYIR demek güçtür . Ama biz İçinde bulunmayı sevdiğimiz, aynaya bakabildiğimiz, bakınca da gururlanabildiğimiz bir yaşam inşa etmeliyiz… İnşa edilmesi daha uzun sürse bile evetleri bol olan bir yaşama göre. Kendinize saygınızı yitirmemek için gerekli bu hayır kelimesi… Geleceğinize hizmet etmeyen her şeye HAYIR demelisiniz. Sizi güçsüzleştiren her şeye HAYIR demelisiniz Değerlerinizle uyumlu olmayan her şeye HAYIR demelisiniz Negatif insanlara HAYIR. Pes etmeye HAYIR. Konformistliğe HAYIR. Kafaya takmaya HAYIR. Yalancı aşklara HAYIR… Sonucu olumsuz bile olsa HAYIR demeyi bilmek zorundayız. Bu dünyanın hayır kelimesine çok ihtiyacı var Çünkü hayırda hayır var Zordur hayırlardan sonra gelen süreçle acı verici olur çoğunlukla. Uzun zaman alır çünkü her şey doğruya giden yolda… Ama evet diyebileceğimiz de çok şey var bu uzun yolculukta… Her şeyi kendi doğrularınla yapmaya evet ! DÜRÜSTLÜĞE EVET! Kaliteli bir geleceğe evet ÖZGÜRLÜĞe EVET! Sevgiye evet Şükre evet ne kadar zor olursa olsun, kendi yolunuzda yürümeye evet Hayallerin peşinden koşmaya evet Düşmeye de EVET! Yerden kalkmaya da... DİSİPLİNE EVET! Saygıya evet Nezakete evet Erdemli olmaya evet Merhamete evet Vicdana evet Çalışkanlığa evet Özgüvene evet Kendimizi keşfetmeye evet Dinlemeye, okumaya, öğrenmeye evet Üretmeye evet…. Doğan her güne koca bir EVET! Saymakla bitmeyen bu evetler için birkaç hayırı kendinize çok görmeyin… Hayır bir kelime değil, çok anlamlı bir cümledir. Evet kadar sevimli değildir ama “belki” kelimesi kadar da şahsiyetsiz değildir. Dünyanın yeteneklerinize, bilginize, şefkatinize, anneliğinize, babalığınıza, dostluğunuza ihtiyacı var. Dünyanın bize ihtiyacı var. Bugün bir tanecik hayır deyin benim için şöyle ağız dolusu. Sonra bir limonata yapın bol buzlu. Alın elinize bir kitap ve başka bir dünyaya yolculuk yapın Belki de bir cümle yazılmıştır o kitapta ve sizi gelecekteki gurur duyacağınız siz yapabilecek bir fikir düşer aklınıza, kim bilir? Dünyayı olabileceğiniz en iyi sizden mahrum bırakmayın... İşte gücü bu kadar büyüktür o minnacık hayırın Hayır demenin cesareti… Hayır demenin disiplini… Hayır demenin bilgeliği… Hayır demenin gücü sizinle olsun - Nilgün BODUR - BU YAZIYI OKUMAK YERİNE VİDEO OLARAK İZLEMEK İSTERSENİZ - FACEBOOK LİNKİ - YOUTUBE LİNKİ İLETİŞİM LİNKLERİMİZ: NİLGÜN BODUR ONLINE RANDEVU NİLGÜN BODUR SOSYAL MEDYA KANALLARI INSTAGRAM FACEBOOK YOUTUBE SPOTIFY TWITTER PINTEREST LINKEDIN NİLGÜN BODUR RESMİ WEB SİTESİ NİLGÜN BODUR KİTAPLARI ONLINE SATIŞ LİNKLERİ TÜM KİTAPLARI KAİDEYE TAMAH ETMEYEN İSTİSNADIR HAYAT AKILLANDIM ARTIK ŞİMDİ DAHA DELİYİM YANLIŞLIKTAN DEĞİL YALNIZLIKTAN SEN GİTTİN YA BEN ÇOK GÜZELLEŞTİM SIRADAKİ TEŞEKKÜRÜM BANA YANLIŞ YAPANLARA -
- Hayatınız Sandığınız Kadar Kötü Değil
Hayatınız Sandığınız Kadar Kötü Değil ve Bunu Kanıtlayacak 10 Madde ile Mutlu Bir Hayat Nasıl Yaşanır? Yaşamda cevaplanmayan sorular ve çözülemeyen sorunlar yaşayana özel gelir ama insan olmak sınavlardan geçmeyi gerektirir. Yani acınız çok da olsa aynısını ya da daha fazlasını çeken vardır. Açıkçası bazı acıların da sebebi rahat batmasıdır. Yani evladı amansız bir hastalığa yakalanan bir kadın sizce aşk acısını dert yapar mı kendine? Bu yüzden bir acı hissettiğimde içimde tek duam vardır. Allah bu dersi unutturacak dert vermesin... Kalp ağrıları, mide yanmaları, uykusuz kalışlar, gülümsediğiniz günleri unutmalar kaçınılmazdır. Bütün her şey yanlış gözüküyorsa yine gözünüze, zor geliyorsa yüreğinize, o zaman belki sayacağım bu maddeler toparlanmanızı sağlar. Başkalarına söylemesi kolay, ezberlenmiş, fabrika ayarlarımıza işlemiş maddeler benim saydıklarım aslında. İnsan bir tek kendine yukarıdan bakamaz ve ezberlediklerini ne yazık ki hatırlamaz. Bu yüzden bazen hatırlatmak istiyorum hem size hem kendime. Yazıma devam etmeden önce bu yazıyı okumak yerine dinlemeyi ya da izlemeyi tercih edebilecekler için YouTube video linkini de paylaşmak istedim. Okumaya devam etmek isteyenler ise aşağıdaki görsele tıklamadan devam edebilirler. İnsan olmak lüks bir arabaya sahip olmak gibi… İçinde şoför koltuğunda oturup arabayı kullanırken göremezsin aslında o arabanın güzelliğini. Bu sebeple dışarıdan bakanların onayını istersin. Oysa ki onaylasalar da onaylamasalar da araba güzeldir. Sadece hep içinde oturduğun için göremediğinden onay beklersin. Bu sebeple arabadan inince arkanı dönüp ilerlerken “bip” sesini duyarak kapıları kilitlemek yerine, şöyle bir karşısına geçip bakmak gerekir bazen. Bildiğini hatırlamak gerekir. İşte ben de bunu yapıyorum samırım; bildiğimiz ama arkamızı dönüp görmediğimiz gerçeklere dikkat vermemizi istiyorum. Araba güzel. Kimse söylemese de siz bilin yeter. Ama kapıyı kapatır kapatmaz da ona dönmeyin arkanızı. İşte bu sebeple şimdi inin o arabadan, yüzünüzü dönün hakettiğiniz ve tırnaklarınızla kazandığınız gerçeklere ve öyle dinleyin beni olur mu? Şimdi gelelim " Hayatınız Sandığınız Kadar Kötü Değil " başlığını kanıtlayacak maddelere: 1. Bu da Geçecek Bazen hayatın kabalıkları, hoyratlıkları, adaletsizlikleri, yüzsüzlükleri sonsuza dek sürecek gibi hissettirir kişiye. İşle ilgili sorunlar, aile sorunları, aşk sanrıları, dost kazıkları veya online alışverişle aldığınız elbisenin teslim edildi görünüp elinize hiç ulaşmaması gibi stresli durumlar yorar o güzelim beyninizi. Bu sorunlardan ömür boyu olacak zaten ama hiç biri ömür boyu sürmeyecek. Geçecek. Kendinize bunu hatırlatın, işlerin sonsuza kadar bu kadar kötü olmayacağını unutmayın. Sıradan, basit, rahat batması şeklinde zuhur eden ve hep var olacağını sandığınız olayların mutlaka geçeceğini düşünün. Hatta sizi hasta yapmayacak kadar küçük olan bu dozlarla aşılanım hayata. Büyükleri gelince çökmesin bünye. Her şey geçer işte. Yenisi gelirse onu da göğüsleyebilmek için bu düşünceye ihtiyacımız var. “Bu da geçer! “ İlaç gibi, hap gibi, serum gibi hatta kemoterapi gibi cümle. Kanseri bile yener sanki. Hatta son kitabım "Kaideye Tamah Etmeyen İstisnadır Hayat" ta bile var bu satırlar. Bütün acılar geçer Bazıları delip geçer Bazıları geçmez sanılır geçer Bazıları da geçmesin istersin Yine geçer. Bir de bakarsın o acılar zamanı gelince Merhem yerine bile geçer Başka bir acının üzerine sürersin. O da geçer 2. Bazı Şeyler de Doğru Gidiyor İşler ters gittiğinde, neyin doğru gittiğini anlamak zordur. İyi şeyleri elemek ve sadece kötü şeylere odaklanmak kolaydır. Çünkü beynin en iyi oynadığı oyundur bu kişiye. Farklı bir renk ruj sürersiniz. O gün on kişi görür sizi. Dokuzu bayılır, iltifatlar eder. Biri çıkar “Hiç olmuş mu? Senin tenine gitmiş mi ?” der... Büyük ihtimalle özel hayatında sorunlar yaşayıp eleştiriye maruz kalıp mutsuzluğunu yansıtmak için yer ve bahane arayan bir ruhtur o da. Ve siz bir daha o ruju sürmezsiniz. Çünkü evinize döndüğünüzde hatırladığınız diğer dokuz kişinin iltifatları değil, o sonuncunun eleştirisi olacaktır. İşte böyle… İyi şeyleri yok saymak, kanıksamak ve sadece kötü şeylere odaklanmak beynimizin zahmetsizce oynadığı bir oyundur bize ve biz insanlara kızarken, her kötü şeyin sebebini onlar görürken, vitamin mineral takviyeleri alıp evladımız gibi baktığımız beynimizin bize attığı kazığı görmezden geliriz. Şımartmayın işte bu yüzden onu. Sizi kandırabileceğini bilin ve müdahale edin. Kötü şeyler olurken, sıradan gördüğünüz, hatta görmediğiniz, bakmayı unuttuğunuz olumlu değerleri düşünün ve onları kendinize hatırlatın. Size çok küçük ve basit gelen bir varlığınız ya da yeteneğiniz, belki de birçok kişinin ulaşmaya çalıştığı amaçtır, hayaldir. 3. Bazı Şeyleri Ben Kontrol Edebilirim Hatırlanması gereken en önemli şeylerden biri, yaşadığınız olumsuz durum üzerinde bir miktar da olsa, azıcık da olsa kontrole sahip olmanızdır. Durum üzerinde tam kontrol sahibi olmasanız bile, her zaman kontrol edebileceğiniz bir şey vardır. O da o olaya karşı tutumunuz ve tepkinizdir. Sevdiğiniz birinin bir ağır hastalık haberini aldığınızda çaresizce yere yığılmak, ağlanmak, dövünmek, bayılıp ayılmak yerine, imkanlarınız içerisinde en iyi doktoru ve en iyi tedaviyi araştırmak, yakınınızı üzmemek, iyi enerji sağlamak için sakin ve umutlu ve dimdik durmak gereklidir. Bunu bizzat yaşadığım için. Hem de çok gençken yaşadığım için rahat konuşabiliyorum. Eski eşim kansere yakalandığında ikimiz de iki ailenin küçükleriydik. Yaşımız da aynı sayılırdı. Ben 28 o 29… Ve ben çok ama çok korksam da ikinci yöntemi seçtim ve bir damla gözyaşı dökmedim ve neşeli ,umutlu, çözüm odaklı davrandım. Hala şaşırırım o hallerime. Allah veriyor doğruyu yapacak gücü işte. Ve gerçekten de tedaviye cevap vermezse iki ay içinde kaybedebiliriz dedikleri bir hasta iyileşti. Sebebi bu değildi belki. Pozitif olup da hem de çok pozitif yenilen de bir çok insan gördük bu illete. Ama zaten sonuçta kontrolümüz yoksa demiştim bu maddeyi anlatmaya başladığımda ama süreci katlanılabilir kılmak, içimizde olanları yönetmekten geçiyor. Tavrınız, tutumunuz çevrenizi de etkiliyor böyle süreçlerde ve sizin umudunuz kırılsa da bazen unutmayın ki başkalarının umudunu kırmaya gerek yok asla. 7 sene önce boşandım ben. Biliyorum merak ettiniz di mi? Eski eşim dipçik gibi ve evli. Allah her daim mutlu etsin onu ve eşini. 4. Yardım İsteyebilirsiniz Yardım istemek bazen zor olabilir. Minnet duygusundan korkar bazı gereksiz derecede gururlu insanlar. İşte onlardan biri de benim, oysa ki zor durumlarla başa çıkmanın en iyi yollarından biridir. Hem de yardım talebinizi geri çeviren ya da umursamayan kişilere de notunuzu verdiğiniz bir tecrübe olur bu. Yardım istemeyen gururlu insanlar genelde güçlü görünmeyi sevdiklerinden irtibatta oldukları kişilerin kriz anındaki tepkilerini minnetsizlikleri yüzünden ölçemezler. Ama yaşanan her zor durumsa İnsanlara özellikle yardım etmeyi teklif edenlete neye ihtiyacınız olduğunu söyleyin. Akıl akıldan üstündür ve aynı tecrübeyi yaşayan biri ise birçok terapistten daha etkili ılacaktır sizin için. Maddi bir arka çıkış, destek, duygusal destek veya kavanoz açmak için bile olda yardıma ihtiyacınız olursa, arkadaşlarınızı ve ailenizi arayın ve yardım isteyin. Bu sizi güçsüz yapmaz. Bu sizi başkalarının desteğine ihtiyaç duyduğu an egosunu hiçe sayan ve o yardım istediği insanlara önemli olduklarını hissettiren ve onlar için bir şeyler yapmayı çok isteyen insanlara fırsat veren biri insan yapar. Dediğim gibi. İstediğinde alacağı ucuz bahanelerle bezeli olumsuz yanıt ise bir şey kaybettirmez ona. Tam tersi yaralı parmağa dahi işemeyen bencil bir ya da birkaç asalağın da hayatınızdaki yerini belirler. Ne derler bilirsiniz? İsteyenin bir yüzü, vermeyenin iki yüzü kara. 5. Bu Yaşadığım Sorun Seneye Anlam İfade Edecek mi? Bugün endişe ettiğimiz sorunların çoğu bir yıl sonra aslında bir ay sonra bike önemli olmayacak belki de. Şu an bir şeylerin yanlış gittiği bu sürecin, yaşam sürenizin sadece küçük bir yüzdesi olduğunu kendinize hatırlatın. Ağır hastalık ve ölüm acısı gibi büyük bir sorunla uğraşıyorsanız bile, bu hayatta herkes bir gün çok sevdiğinin ölümüne şahit olacak ve herkes de yaşamına bir süre sonra devam ediyor. Ölenle ölemiyor istese de. Allah sıralı ölüm versin yüne de. Bunların dışındaki her sorun sorun sayıldığı için utanır bence. Gitmeyin zavallı sorunun üstüne. 6. Ben Hallederim Duygusu Zor zamanlarla karşılaşma, tanışma ve sonra onları ele alma konusunda yaşanan güven eksikliği zor zamanları daha da zorlaştıracak strese neden olabilir. Hatırlanması gereken en iyi şeylerden biri, zor durumlarla başa çıkabilecek güç beyninizde ve yüreğinizde vardır. Siz inanmasanız da fabrika ayarlarınız böyledir. Öfkeli, incinmiş, hayal kırıklığına uğramış veya üzgün hissetmiş olsanız bile, sizi öldürmez günlük dertler. İş, aşk, kariyer, patron, arkadaşlıklar, kazıklar, arkadan konuşmalar, dolandırılmalar, iftiralar ve bunlara bağlı travmalar geçer gider. Önemli olan bunlarla karşılaşıncaki tutumunuz. İşte o kalıcıdır ve stresi asıl o yaratır. "Bittim ben" mi diyeceksiniz yoksa ben bunu da hallederim mi? Benim okurlarım iyi kalplilerdir ama çok güçlülerdir bu sebeple cevabınızı biliyorum ben. Sizler halledersiniz ve halledeceğinizi de bilirsiniz 7. Bunda da Bir Hayır Var Bu maddeyi not alırken kahkaha attım. İçimden dedim ki Nilgün ya 46 yaşına geldin “Hayır var” diye diye ve ilginçtir ki her negatif olayın da hayrını gördün ama valla artık görmeyeyim. Hayır görmekten tükendim . Şaka bir yana, bir durum ne kadar kötü olursa olsun, bundan iyi bir şey çıkacağına eminim ben. Tecrübeyle sabittir. En azından züğürt tesellisi demeyin; ben çok inanıyorum buna… Muhtemelen bir yaşam dersi alacaksınız ve inanın çok önemlidir; duyulan, dinlenilen, kulağa çalınan değil de bizzat yaşanılan tecrübeler. Eb azından aynı hatayı gelecekte tekrarlamamayı öğrenirsiniz. Bu bile yeter. Kötü şeyler olduğunda ve çaba göstereceğiniz bir durum olmadığında size düşen tek şey var. ortaya çıkabilecek iyi şeyler vardır mutlaka ve derdi değil, getireceği sürprizleri düşünün. Çok güzel bir söz var. Bu maddeye çok uyacak. Sokrates’in bir sözü. Çok ama çok severim: “Mutlaka evlenin. Eşiniz iyi olursa mutlu, eğer kötü olursa da filozof olursunuz' 8. Kontrolüm Dışında Olanları Kabul Etmek İyileştiricidir Sizin kontrolünüzde olmayan birçok şey var tabii. Bu da yaşamın cilvesi., bazen teğet geçer, bazen de delip geçer. Geçmişinizi, başka bir kişinin davranışını veya sevdiğiniz birinin sağlık sorunlarını değiştiremezsiniz. Başkalarını değişmeye zorlamak veya sizin kontrolünüzde değilse işleri farklı kılmak için zaman harcamayın. Yapamayacağınız şeyleri denemek için zaman ve enerji harcamak çaresiz ve bitkin hissetmenize neden olur. Kabullenme, esneyebilme, eğilip bükülebilme sanatıdır hayat. Esnerseniz, kabullenirseniz, gerektiğinde eğilip gerektiğinde dimdik olursanız kırılmazsınız. Kabullenme çaresizlik durumlarında en şifa verici yöntemdir. Uçağa bindiğinizde ağır bir türbülans olunca, “cockpit”e girip müdahale etmezsiniz. Pilota güvenirsiniz. Yapacağınız bir şey yoktur. Kemerinizi bağlarsınız ama.Hayatta da böyle. Kemerlerinizi bağlayın. Gerisini Allah’a bırakın 9. Geçmişteki Zorlukların Üstesinden Geldim, Bunun da Üstesinden Gelirim Zorluklarla karşılaştığınızda hatırlamanız gereken şeylerden biri, geçmişte sorunla başa çıkmış olmanızdır. Başarılı bir şekilde uğraştığınız zorlukları göz ardı etmeyin. Çaresiz hissedince yetersiz de hisseder insan. Tüm hayatı hakkında kurban psikolojisine girer. Bu sebeple Aştığınız tüm geçmiş sorunları kendinize hatırlatın böyle durumlarda ve mevcut sorunlarla başa çıkma konusunda güven kazanın. Şöyle bir. Çünkü düşünce yapınız olacakları belirleyecektir çoğu sorunda. Yetersizlik duygusu ve kurban psikolojisi ile mücadele mücadele değildir. Yenilenin başından belli olduğu bir muharebedir. Bob Marley der ki: “Ne zaman ki güçlü olmak, tek çare olarak kalır; o zaman anlarsın ne kadar güçlü olduğunu.” Bazen gücümüzü anlayabilmek için bile bir fırsattır işte sorunlar. 10. Kendime İyi Bakmam Gerekli Her şey ters gidiyorsa, çare yoksa, yapacak bir şey yoksa, dünya batıyorsa, bari o zaman kendine iyi bak. Uyu, egzersiz yap, sağlıklı beslen ve boş boş oturma. Hobiler bul. Hiç yeteneğin olmadığını düşündüğün bir konuda uğraş verince sonuçlara şaşırırsınız. Üçüncü kitabım “ Yanlışlıktan Değil Yalnızlıktan “ da yazmıştım: “Bir şeyi çok iyi yaptığımız için hobimiz olmaz, hobimiz olduğu için iyi yapmaya başlarız…” İşte kendinize daha iyi baktığınızda, çaresizce beklemekten başka bir şansınız olmadığı bir durumda, duvarlara bakıp zamanın geçmesini beklemek yerine br de üzerine kendinizi geliştirmek için de çaba gösterirseniz ileride sorunlarınızla başa çıkmak için daha donanımlı olacaksınızdır. Hiçbir şey yapmadan ötlece bekledim demek kolay gelir di mi.? Çaresizdim demek o kişiye empati ve sempati duyulmasını sağlar… Ama empati ya da sempatiyi size başkaları duymasın artık. Sizler kendinize duyun bunları ve sürünen değil, yavaş da olsa yürüyen bir insan olmanın yollarını arayın. Size vah vah diyenleri dinlemek bir şey kazandırmaz size. Dert dillendirildikçe büyür zaten. Önce dert sandığınız şeylerin dert olmadığını anlayın. Sonra da aynaya baktığınızda gurur duyacağınız bir insan yaratın. “Vah vah”lar sizi daha güçlü biri yapmaz ama potansiyelini keşfetmek için kriz anlatını bile değerlendirmek aynaya baktığınızda alkışlamak isteyeceğiniz bir insan olmanızı sağlar... Sessiz sinemanın büyük üstadı, filmlerinde konuşmasa da hayatta konuştuklarıyla bugün bile ilham veren Charlie Chaplin in bir sözü ile noktalandırıyorum bugünkü yazımı: “Ayna en iyi arkadaşımdır, çünkü ben ağladığımda o gülmez” Benim için gülün aynalara bugün . Önünden geçip gitmeyin. Arada Bir de aferin deyin. Bir başkasının demesini beklemeyin..,. Öpüyorum sizi. Hem kendinize hem de aynalara iyi bakın Nilgün BODUR İLETİŞİM LİNKLERİMİZ: NİLGÜN BODUR ONLINE RANDEVU NİLGÜN BODUR SOSYAL MEDYA KANALLARI INSTAGRAM FACEBOOK YOUTUBE SPOTIFY TWITTER PINTEREST LINKEDIN NİLGÜN BODUR RESMİ WEB SİTESİ NİLGÜN BODUR KİTAPLARI ONLINE SATIŞ LİNKLERİ TÜM KİTAPLARI KAİDEYE TAMAH ETMEYEN İSTİSNADIR HAYAT AKILLANDIM ARTIK ŞİMDİ DAHA DELİYİM YANLIŞLIKTAN DEĞİL YALNIZLIKTAN SEN GİTTİN YA BEN ÇOK GÜZELLEŞTİM SIRADAKİ TEŞEKKÜRÜM BANA YANLIŞ YAPANLARA
- Öfke Kontrol Sorunu
Öfke Kontrol Sorunu İçin 8 Etkili Yöntem Merhaba sevgili okurlarım… Bugünkü konumuz "öfke" Ne zaman bizi ele geçireceğini bilmediğimiz ve bizi bırakıp gittiğinde de pişmanlıklarıyla yüzleştiğimiz, kontrol edilmediği sürece nsanı haklıyken bile haksız yapan duyguyu ve o duyguyu evcilleştirmenin çok basit ama çok etkili olan yöntemlerini anlatmak istedim sizlere; dilim döndüğünce, kalemim yettiğince… Yazıma devam etmeden önce bu yazıyı okumak yerine dinlemeyi ya da izlemeyi tercih edebilecekler için YouTube video linkini de paylaşmak istedim.Okumaya devam etmek isteyenler ise videoya tıklamadan devam edebilirler. Öfke hakkında en sevdiğim cümlelerden biri Ambrose Bierce 'e aittir: “Öfkeliyken konuş, göreceksin ki pişman olacağın en güzel konuşmayı yapacaksın. Benjamin Franklin de yine gerçekçi bir yorumda bulunmuş öfke ile ilgili olarak: “Öfkenin her zaman bir nedeni vardır; ama her zaman iyi bir nedeni yoktur” Ünlü şair Voltaire ise: “Öfkeli bir adamı susturmak istiyorsanız, önce siz susunuz” demiş Peygamber efendimiz Hz. Muhammed de: “Kuvvetli kimse demek, güreşte başkalarını yenen değil; ancak hiddet anında kendine hakim olandır” buyurmuş. Aslında sorunun çözümü için oldukça yeterli bu özlü sözler ama ben size yine de beni yıllar önce ilk dinlediğimde çok etkileyen bir hikaye anlatmak istiyorum. Bir zamanlar çok öfkeli olan ve öfkesini kontrol etmeyi bir türlü başaramayan küçük bir çocuk vardı. Babası ona çiviyle dolu bir torba verdi ve öfkesini her kaybettiğinde, bahçelerindeki çite bir çivi çakması gerektiğini söyledi. İlk gün çocuk çite tam 37 çivi çaktı. Sonra birkaç hafta boyunca, öfkesini belki çivi çakarak belki de çaktığı çivilerin sayısının çok yüksek olduğunu ayrımsayarak bertaraf ve kontrol etmeyi öğrendikçe, günbegün çaktığı çivilerin sayısı azalmaya başladı. Sonunda, çocuğun öfkesini hiç ama hiç kaybetmediği bir gün geldi ve gidip babasına bu durumu coşkuyla anlattı ve babası önce oğlunu tebrik etti ve sıranın artık çaktığı çivilerden her gün bir tanesinin sökülmesine geldiğini söyledi. Günler, aylar geçti ve çocuk nihayet babasına tüm çivileri çıkardığını söyledi. Baba oğlunu elinden tutup önce çivi çaktığı ve sonra da teker teker söktüğü o çite götürdü ve dedi ki; “İyi iş çıkardın oğlum, ama şimdi lütfen çitteki deliklere bak. Ne yazık ki bu çit bir daha asla ilk günkü gibi olmayacak. Çiviler olmasa da bu delikler hep burada kalacak.İşte sen de hoşlanmadığım bir durum karşısında düşünmeden ,tartmadan, sakinleşmeden, öfke içinde sevdiklerine kırıcı şeyler söylediğinde, tıpkı bur çitte olduğu gibi onlarda derin yaralar açarsın. Ve ne yazık ki yaraladıktan sonra üzgün olduğunu söylemen veya özür dilemen yeterli olmaz, çünkü yarayı kapatmaya çalışsan da mutlaka izi kalır ” Bu hikayeden çıkarılacak dersi maalesef bu hayat yolculuğunda çoğumuz çok geç öğreniyoruz. Belki genç yaşlarda sevdiklerimize yaşadığımız öfke ve uğradığımız hayal kırıklığıyla, kırıcı ve acı verici şeyler söylemek kolay bir şekilde telafi ediliyor. Ve yetişkinliğe ulaşıncaya kadar, sözlerimizin ve eylemlerimizin birilerine kalıcı zarar verebileceğinin farkına varmıyoruz. Ve yetişkinler olarak da çoğu zaman sadece değer verdiğimiz birinin acımasız sözleri veya eylemleriyle bize zarar verdiği zamanlarda bu durumun verdiği acıyı görüp vermiş olabileceğimiz zararların pişmanlığını duyuyoruz. Ve uğradığımız haksızlık neticesinde bizden özür dilenirse sevdiklerimizin çoğu zaman affedebilmemize rağmen, unutmak da zorlandığımız şeylerin varlığını da üzülerek tecrübe ediyoruz. Gerçek şu ki, incittiklerimizden ne kadar özür dilersek dileyelim sonuçta asla geri alınamayacağımız söylemlerimiz veya eylemlerimiz var. Ortada titirilen bir güven var. Genellikle sebep olduğumuz bu geri dönüşü olmayan hasarı ve yarattığı etkinin seviyesini fark etmekte çok geç kalıyoruz ve ne yazık ki incitme eğiliminde oldularımız genellikle en çok sevdiğimiz insanlar oluyor. Birisi sizi trafikte hatalı solladığında olay çıkarır mısınız? Çocuğunuz işbirliği yapmayı reddettiğinde tansiyonunuz tavan yapar mı? Sevgiliniz size alınacağınız bir şey söylediğinde dişlerinizi sıkar mısınız? Hatta öfkelendiğinizde bağırır çağırır, ortalığı kırar döker misiniz? İşte bu kontrol etmekte herkesin az ya da çok ama bir şekilde zorlandığı öfkeyi evcilleştirmenin benim için tecrübelerle sabit olan yollarından bahsetmek istedim size. Öfke aslında normal ve hatta sağlıklı bir duygudur çünkü yapılan haksızlıklar karşısında öfke duymazsanız ve her hatayı iç dünyanızda sakin karşılarsanız haklarını koruyamayan ve karşısında kiler tarafından ezilen bir birey olursunuz. Yaşam boyu sömürüye uğrarsınız. Öfke aslında insanın egosunu korumasını sağlar. Önemli olan öfke hissedildiğinde bununla olumlu bir şekilde başa çıkmayı bilmektir. Ya da bilmiyorsak, öğrenmektir. Kontrolsüz öfke hem fiziksel ve ruhsal sağlık hem de ilişkiler için sıkıntılı durumlar yaratabilir. Benim öfke ve kin gibi duygulardan arınmak için geliştirdiğim bazı metodlarım var. Bunlar önce tecrübe ederek, sonrasında da yaptığım araştırmalarda uzmanların tespit ve yorumlarıyla hemfikir olduğumu görerek zaman içerisinde doğruluğuna gitgide daha da çok inandığım yöntemler. Aslında çok basit metodlar… Önemli olan uygulamaya çabalayabilmek ve neticesinde de başarabilmek. Unutmayın, denemelerimiz alışkanlıklarımız oluyor bir süre sonra bu hayatta. Zor şartlarda büyüyen, yetişen, haksızlıklara sürekli maruz kalan kişiler, genetik faktörlerinin de elverişli olması sebebiyle öfke duygusunu çoğu zaman herkes gibi hissedemezler. Birdenbire kontrollerini yitirebilirler ve bazen de geri dönülmez hatalara sebebiyet verirler. Bir çok cinayet planlı ya da psikopatlar tarafından işlenen cinayetler değildir. Öfke kontrol sorunu, sadece bağırıp çağırmak ve kırıp dökmekle kalmayıp fiziksel şiddete ve başkasının canına kast etmeye kadar gidebilir ve bu kişiliğe sahip olan insanların sayıları gerçekte azımsanmayacak kadar çoktur. Bu sebeple sizde öfke kontrol sorunu varsa tabii ki bu yazıyı okuyun ama öfke kontrol sorunu yaşayan tanıdıklarınız varsa onlarla da de bu yazıyı ya da işe yarayabileceğine inanacağınız başka yazı veya makaleleri paylaşın ve onlara yardımcı olmaya çalışın. Klinik boyutlarda olmayan öfke kontrol sorununun paylaşacağım metodlarla zaman içerisinde bertaraf edilebileceğine inanıyorum. Haksızlıklar karşısında sükuneti korumanın ve öfkeyi kontrol etmeye çabalamanın hiçbir zararını görmedim. Oysa ki öfkeyi kontrol etmemenin vereceği en basit hasar ise haklıyken haksız duruma düşmektir. En az zararınız bu olur. Çok daha büyük felaketlere yol açabileceğini de hepimiz biliyoruz. Serinkanlı kişilerin uyguladığı yöntemlere gelecek olursak; 1. Konuşmadan önce mutlaka düşünün Öfke yaşadığınız anın sıcağında, daha sonra pişman olacağınız bir şey söylemek çok kolaydır. Bir şey söylemeden önce düşüncelerinizi toplamak için birkaç dakikanızı hatta saniyelerinizi ayırın ve bu duruma karışan diğer kişilerin de bunu yapmasına izin verin. İnsanlara vereceğiniz ters bir tepkidense tepkisizlik en büyük cezadır zaten. Umursamamak her daim bağırıp çağırmaktan daha etkili bir yöntemdir. Konuşmayın demiyorum tabii. Sadece haklıysanız hakkınızı savunabilecek bir enerjide ve sakinlikte olun. Bu sebeple önce lütfen birkaç saniye de olsa düşünün. 2. Sakinleştikten sonra öfkenizi ifade edin Net bir şekilde düşündükten sonra, hayal kırıklığınızı mantıklı ve çelişkili olmayan bir şekilde ifade etmeye çalışın. Başkalarını incitmeden veya kontrol etmeye çalışmadan endişelerinizi ve ihtiyaçlarınızı net ve lafı dolandırmadan ifade edin. Duygusal baskı, ajitasyon yaparak ya da ses yükselterek değil. Zaten düşünmek için ayırdığınız zaman bu süreci kolaylaştıracaktır. 3. Egzersiz yapın Stresi azaltan, depresyonu bertaraf eden, acıları dindiren en doğru yol egzersizdir ve tabii ki öfkeyli mizacı olanlara da iyi gelir. Egzersiz şifadır. Fiziksel aktivite, genel olarak sinirlenmenize neden olabilecek stresi azaltmaya yardımcı olabilir. Bazen sadece geçmiş olayları düşünürken bile öfkenizin yükseldiğini gözlemliyorsanız, tempolu bir yürüyüşe çıkın ya da koşun ya da diğer eğlenceli fiziksel aktiviteler için kendinize biraz zaman ayırın. Bağırmayın, terleyin. 4. Mola verin Gün içerisinde stresli olma eğiliminde hissettiğinizde acil yapmanız gereken işleriniz de olsa stress altında o yapılanlar bir işe de yaramayacağından “amaaaan benden değerli mi?” diyerek kısa molalar verin. Sessiz ve huzurlu birkaç dakika, öfkenizi dindirip, olacaklarla başa çıkmak için hazırlıklı hissetmenize yardımcı olabilir. Her şeyi bırakıp, gerekirse kendinizi lavaboya kapatıp 5-10 dakika dinlenin ya da cep telefonun hattınızın internetini kullanarak mizah sayfalarına bakın ya da YouTube armasıyla Avrupa Yakası dizisinin Burhan Altıntop sahnelerini bulup izleyin. Öfkeniz kalırsa namerdim. 5. Olası çözümler bulun Sizi neyin öfkelendirdiğine odaklanmak yerine, yaşanan sorunu çözmeye çalışın. Çocuğunuzun dağınık odası sizi deli mi ediyor ? Kapıyı kapatın. Görmeyin. En sonunda onu da deli eder ve toplar. Toplamazsa da toplamasın. Eşiniz her gece akşam yemeğine geç mi kalıyor? Yaptığınız her şey soğuyor, kuruyor veya tadı mı kaçıyor? Yemek yapmayın. Düzenli bir yaşamı yoksa niye düzenli yemek yapıyorsunuz? Gelince başının çaresine bakar o. Ya da sizden yardım ister. Ya da eve pizza söyler. Ama sevdiğniz adamın karnını doyurmak isteği gibi fedakarlık barındıran güzel bir duyguyu niye dırdıra ve öfkeye çeviriyorsunuz ki yemekler soğudu diye. Ya takmayın ya da yapmayın. Sizi sürekli olarak sinirlendiren olaylara bir bakın ve sürekli sinirlenmek yerine çözüm belirleyin ve bir daha da sinirlenmeyin. Çözülmezse delirtir sürekli maruz kalınan stress ve kontrolsüz öfkeye dönüşür. Çözün, öfkelenmeyin… 6. Ben öznesi kullanın haklı da olsanız, sadece gerginliği artırabilecek suçlamaları, eleştirileri ve atarı gideri yapmamak ve sorunu tanımlamak için ben öznesini kullanarak sorununuzu ifade edin. Saygılı ve spesifik olun. Örneğin, “Asla evde iş yapmıyorsun, asla bana yardım etmiyorsun, sen zaten bugüne kadar ne yaptın ki?” gibi ifadeler kullanmak yerine, “Biliyor musun? Bulaşıklara yardım etmeyi teklif etmeden masadan ayrıldığın için çok üzüldüm. Ben böyle üzülüyorum işte. Ne yapsak acaba?” tarzında onun bencilliği yerine kendi üzüntünüzü vurguladığınız ve çözüm odaklı konuşmalar yapın. 7. Kin tutmayın Affetmek güçlü bir araçtır. Öfke ve diğer olumsuz duyguların olumlu duyguların yerini kaplamasına izin verirseniz, kendinizi acılarınız veya kurban psikolojiniz tarafından yutulmuş olarak bulabilirsiniz. Ancak sizi kızdıran birini affedebilirseniz, hem bu durumdan çok şey öğrenebilir hem de ilişkinizi güçlendirebilirsiniz. Tabii ki affetmek günlük tartışmalar ve stresler içerisinde yaşanan duygular için tavsiye edebileceğim bir konu. Aldatan, döven, psikolojik şiddet uygulayan insanlarla affederek başa çıkmaya çalışmak., ileride büyük bir şiddetle patlayacak öfke birikimine sebep olabilir. Durumların muhakemesini yapmayı bilmek gereklidir. 8. Gerginliği gidermek için mizah kullanın Sürekli vuku bulan bir konuyu sürekli olarak irdeleme, yani çözemeyeceğiniz ve çözülmediği için de gidemeyeceğiniz konular; ilişkilerde gerginliğin artmasına sebep olur. Sizi kızdıran şeylerle ve düştüğünüz durumla ilgili olarak gerginliği iki taraf için de azaltmak için mizah kullanın. Mesela sizi dinlemediğini anladığınızda eşinize bağırıp, çağırmak veya ona küserek pasif agresif yöntemlere başvurmak yerine, size baktığını gördüğünüz anda duvara bakarak anlatmaya devam edip, duvara da sizi dinlediği için teşekkür edin. Bu şekilde hem karşınızdakini gülümsetir, hem de suçluluk ve pişmanlık yaşamasını sağlayabilirsiniz. Gülümseyerek ve gülümseterek kızgınlık ve kırgınlık atmak benim en sevdiğim ve en çok kullandığım yöntemdir. Çünkü gülmek ve gülümsetmek aslında çoğu problemin tek çözüm yoludur. Sevin ve gülün... Yaşamak için başka hiçbir şeye ihtiyacımız yok. Nilgün Bodur NİLGÜN BODUR ONLINE RANDEVU NİLGÜN BODUR ONLINE RANDEVU NİLGÜN BODUR SOSYAL MEDYA KANALLARI INSTAGRAM FACEBOOK YOUTUBE SPOTIFY TWITTER PINTEREST LINKEDIN NİLGÜN BODUR RESMİ WEB SİTESİ NİLGÜN BODUR KİTAPLARI ONLINE SATIŞ LİNKLERİ TÜM KİTAPLARI KAİDEYE TAMAH ETMEYEN İSTİSNADIR HAYAT AKILLANDIM ARTIK ŞİMDİ DAHA DELİYİM YANLIŞLIKTAN DEĞİL YALNIZLIKTAN SEN GİTTİN YA BEN ÇOK GÜZELLEŞTİM SIRADAKİ TEŞEKKÜRÜM BANA YANLIŞ YAPANLARA
- Dost mu ? Düşman mı?
Sadece Kötü Günde Değil Dost İyi Günde de Lazım Bu yazım “Çok dostum var” diye böbürlenlere gelsin bugün… Yazıma başlamadan önce bu konuyla ilgili bir video yayınlamıştım ve linkini paylaşmak istedim ama yazının içeriğinden farklı olduğunu belirtmek isterim. Dostluk niceliğiyle değil, niteliğiyle ölçülür ve ölçüm yapılınca da ortada ölçülmeye değer bir şey olmadığı da üzülerek görülür. Dostluk, hayat boyunca değil, genelde sabit kalınca sürer… Son kullanma tarihinizi de çıkarlar belirler… İyilik yapanından bile şüphelenin… İyilik yapıp, alacaklı durumuna sokmayı ve istemediğiniz halde borç verip, vadeyi de sürekli hatırlatmak suretiyle, canınızdan bezdirebilirler ve bu duygusal sermayeli şirketlerini tefeci faiz oranlarıyla işletirler… Kendi tecrübelerimi anlattım bu yazıda belki ama "Yok yok, benim yanımda öyle bir dostum var ki dünya dursa o yanımda olur" diyorsanız, dünyanın durmasını beklemenize gerek yok. Bir gün içinde insan olmanın dayanılmaz kusurluluğu yüzünden daha fazla misketi olan arkadaşa satılabilirsiniz. Haksız mıdır? Değildir. İnsandır sadece. Filmin sonunu anlatarak bozmak istemezdim ama pamuk ipliğine bağlı; dostluk dediğimiz karşılıklı enerji sömürüsü olan toplum yaptırımıyla çalınan zamanlarda yapılabilecekler, aslında dünyanın kaderini değiştirenler... Kahve içip sohbet ederek kimse tarih yazmadı. Teselli bile vermeyi bilmeyen yüzeysel dostlarla çevrili çevreniz ve neden? Sizi iyi gösteriyor değil mi? Arkadaşlık kurabilme özelliği sebebiyle altın madalya kazanılmıyor, inanın. Madalya kazanacaksanız mıck mıck dostlardan kurtulun. 2 senede bir görüşüp kaldığınız yerden başladığınız ve 2 senede bir görüşmeye devam ettiğiniz insanlar yeter de artar. Kapasitenizi kahve içip, fincan kapatıp, fal bakarak asla keşfedemezsiniz. Arkadaşlık beyin yıkamanın legal halidir. Zekanızı ve duygularınızı manipüle edenlerdir, çoğu dost dediğiniz. Dost "Seni çok seviyorum" diyen biri de olamaz. Dost, sevgisiyle bile size yük olup borçlu hissettirmek istemez. Hayatınızı rahat bırakır ve her gün sizinle görüşmez. Her gün görüşen kişi boştur ve ne yazık ki sizi de bomboş yapar. Acımasızca mı? Ben bunu böyle yaşadım. Başka bir hayatta belki inanırım. Ben dost görmedim. Çünkü şekerli bir sakız gibidir iyi insanlar. Şekeri bitince tükürür onları diğer insanlar. Ve şekeriniz ne zaman biter biliyor musunuz? Kendinize saygı ve sevgi göstermeye karar verdiğinizde.... Gelelim; genellikle bir türlü gelemediğim sadede... Etrafınızı zehirli insanlarla çevrelediğinizde ne kadar şanslı, nezaketli, yetenekli, özel, dürüst, yetenekli ve hatta çok iyi bir insan olduğunuzu unutmak kolaydır. Unutmak yanlış kelime aslında… Bilmeye bile vaktiniz olmaz ki… Ve bilmediğinizi de unutamazsınız, değil mi? “Hafta sonu Esralara gideceğim” dersiniz. En az 15 telefon görüşmesi; yarımşar saatten, bir de çok sevmediğiniz birini çağırır… Söylenseniz “kötü” bilinirsiniz, söylemeseniz işkence çekersiniz. Yine de manikür, pedikür ve saç yaptırılır. Çünkü Esra için fedakarlık yapılmalıdır. Eli boş gitmek de olmaz. İki saat hediye düşünülür. Alması da en az o kadar saati hayatınızdan götürür. Ama Esra için her şeye değer… Kaç sene oldu? 12 mi? 22 mi? Bebeklikten beri mi? Ah değer tabii değer çünkü zamanla ölçeriz bir her şeyi. Yirmi senedir evliyim. Kırk yıllık arkadaşım. On senedir şu şu firmadayım. Elli yıldır aynı semtteyim. İyi halt yedin. N'oldu? Esra ile birlikte büyüdün değil mi? Aynı dönemlerde belki sevgiliniz oldu. Sonra belki de aynı dönemlerde evlendiniz. Aslında Esraya değmesi için en önemli sebebi buldum. Belli ki birbirinizin nikahlarına şahitlik bile ettiniz. Sonra o, eşinin parasını yemeye karar verdi. Esra hep daha zekiydi. Aynı okuldan mezundunuz ama o çalışmak istemedi. Siz biraz kariyer yapayım dediniz.İşte tam anda ayvayı karşılıklı yediniz. Hafif bir gerginlik, konuşacak ortak konu bulamama, iş hayatındaki sorunu anlatsan anlaşılamama, siz çocuk yapmadınız bir de, onun ise hemen oldu. Çünkü çalışmayan yeni evliye ilk o sorulurdu. Çocuk ne zaman.? Düşünmüyorum diyemezdi yoksa çalışması gerekirdi. Zaten bu hayatta tüm eylemler elalemin sorularına cevap vermek için gerçekleştirilirdi. Gerginlik herkesi içten içe gererdi.. Eee, siz de o çocuğunun anaokulu hikayelerini dinlerken pek oralı olmadınız şimdi. Kötülükten değildi ama bunlar iki taraf için de. Salaklıktandı… İkisi de birbirlerinden artık haz almadıklarını birbirlerine itiraf edemiyorlardı. Ve yenilen her pehlivan gibi güreşe doyamıyorlardı. Vaktinde öpüşüp sarılıp ayrılsalardı, belki de yan yanayken gitgide anlamsız bir psikolojik şiddete ve nefrete dönüşen duygu durumu için birbirlerini suçlamazlardı. Sekiz yaşından beri arkadaşlardı ama işte bunlar; değişim ve gelişim, farklı zevklere ve amaçlara evrilim ve “yolun açık olsun” demeyi becerememek yüzünden; yeni insanlardan, yeni amaçlardan, yeni başarılardan, yeni aşklardan, yeni uğraşlardan çalınan zamanlardı. Bir de, biri kariyer yapıp diğeri çocuk yapınca gerginleşen duygular, kariyer yapan bir de boşanırsa, en acıtan yerinden kopardı. Nereden mi biliyorum? Yaşadım. Dul damgasını ilk olarak 34 senelik arkadaşımdan yedim. “Dul” demedi bana, tabii... Der mi? “Boşandığın için, eşim bilmesin görüştüğümüzü” dedi ve bunu, bir akşam yeni evime yerleşirken “Gelsene, sen kahve iç ben kolileri dizeyim; yeter ki nefes olsun evimde “dediğimde söyledi. Artık sadece gündüzleri gelebilirdi. Ben 3 gün önce 10 yıllık eşinden boşanmış, nasıl ödeyeceğini bilmediği bir krediyle ev almış, hayatında ilk defa 39 yaşında yalnız yaşamaya başlayacak bir kadın olarak, rüzgar sesinden bile ürkerken; onun eşini, durumunu, tutumunu anlamalıydım. Ama anlayamazdım; insandım. Kusurluydum ama kusurlu olduğumun farkına varamazdım. “Gündüz de gelme, istemem” dedim. Aramadı... Onun yerine insanlara delirdiğimi yaydı. Ben de savunmamı yayardım da zamanım olmadı. Para kazanmakla, boşanmanın duygusal yaptırımlarıyla, arkadaş kalabildiğimize inandığım eski eşimin, teselli sürecindeki baskılarıyla didinip duruyordum. Kimse kötü değildi Herkes seçimini yapardı... Sadece zamana tutunup kaldığımız için de bulunduğumuz yerlerde, olimpiyatlarda kazanılmış milletçe göğsümüzü kabartan bir madalya da bize takılmamıştı. Neye bağlanıyorduk ki? Suyu çıkana kadar, nefret edene kadar tutunuyorduk arkadaşlara ve aşka. Çok ilginç bir şey oldu Çalışma hayatım, eşimin rahatsızlığı ve kişilik yapısı sebebiyle zamanında fazla sosyal olamamam sebebiyle fazla arkadaşım da yoktu. Hem eşimi, hem de artık dost olmadığını aslında uzun zamandır bildiğim ama illaki kulaklarımla duyana kadar inanmadığım arkadaşımı da kaybetmiştim. Zaten en fazla bir arkadaşlık vaktim vardı. Çalışma hayatım çok ağırdı ve eşimle de yemek yiyip film izlemekten başka bir şey yapmazdık ama işten gelip de o keyife beklediğim ruhumu dinlendiren günler de artık geride kalmıştı. Yani yapayalnızdım. En az şimdiki kadar ama o zaman bundan utanıyordum. Şimdi ise utanmışlığımdan utanıyorum Çünkü evde verdiğim yemekli partilerde süslediğim o sofraları yapma isteğim de yoktu artık… 39 yaşında boşanırsanız durum şöyle söyleyeyim . 30 dan sonra aslında durum zor. Çünkü herkes evli, çocuklu ve onlar sizi dışlamasa da- ki bilmeden mükemmel dışlıyorlar- arada acıma telefonları açıp hatır soran ama kendilerinin çiftleri olduğu çin tekne tatillerine tek olarak artık davet edilmediğimden, diğer çiftlerle hayatlarına devam eden o arkadaşçaların da istikrarsız ve tutarsız telefonlarına cevap vermemeliydim ama ne bileyim? Aranınca bir umut geliyordu. Yine eskisi gibi olma umudu ama bir sonraki telefon iki ay sonra açılıyordu. İnanır mısınız? Çoğu iki aylık molayı 2-3 seneye çıkardı ama hala ısrarla cevap veriyordum hem de bu yaza kadar. Yıllar geçiyordu ve onlar da 2 senede bir arasalar da nerden baksan 20 senelik dostumdu. Yerim ben öyle dostluğu Hatta ben yerim tümden dostluğu Dostluk yok. Ayrı yollara gitmezseniz var da niye var? Kahveye gitmek için mi? Gece barlarda gezmek için mi? Dertleşmek için mi? Psikologlar var. Parayla dinliyorlar sizi belki ama barlardan daha az harcıyorsunuz ve hiç değilse parasını verdiğinizden içiniz rahat. Dedikodu da yapmazlar. Ortak arkadaşınız yok. Ortak arkadaşlık çünkü insanı şeytana uydurur. Ah kankalar ah.. Ya sizinleydim ya da yalnızken de sizlerle bir sonraki buluşmanın planını yapıyordum. Sonra cidden yalnız kaldığımı anlayınca size hazırladığım sofraları kendime kurmaya başladım. Aslında yalnız kalmadım. Usulca yalnız bırakıldım. Valla bana bile çaktırmadınız. Fotografını hiç çekemezdim o sofraların tabii sizlere hizmet ederken ama siz olmayınca poz poz çektim. Sosyal medyaya yükledim çünkü yalnızdım. Ne yapacaktım.? “Haydaaa” dedim. “Valla takipçilerim oldu.” Onlar bile hatırımı sizden daha fazla sordu. hatta ben tariflerimi de verdikçe hepsi beni alkışa tuttu. Çalışan bir kadın olarak ev kadınlarından daha iyi yemek yapabilme ihtimalimin bile bana hissettirilmemesi sebebiyle bu alkışlara çok şaşırdım çünkü ne sunsam hep daha iyi yaptıklarını söyleyen ve yemeğimi yerken bana gerçek püf noktaları öğreten o kadınlara “Nasıl olmuş?” demekten ve bilmiş cevaplar dinlemekten yemek yapabildiğimi hissedememiş olmam normaldi zaten. Ah, bir de siz yokken vaktim de bol diye, asıl hobim olan yazmayı hatırladım. Size kahve yapmaktan, eşime kadın olmaktan, iş yerinde ırgat gibi çalışmaktan (hoş bir ona pişman değilim) toplumun çizdiği neyse işte o olmaktan, ben benim için antidepresanın dibi olan yazmalarımı unutmuştum. Alkışlanan yemeklerimin altını yazılarla bezedim ve sizin bile 20-30 yıl boyunca görmediğiniz , görmeme de fırsat vermediğiniz ve bu sebeple benim bile bilmediğim özelliklerimi paylaşmanın hazzını yaşamaya başladım. Şimdi ise buraların da suyu çıksa da ben ilk defa alkışlandım. Çok şaşırdım ve beni nasıl bozmuşsanız hala şaşırmaktayım... Aaa, bir de 2-3 sene sonra da kitap çıkardım. 4 senede 4 kitap yazdım. Hepsi çok sattı ama o bile o kadar önemli değil. Çok satsın da kazanayım diye de yola çıkmadım. Çünkü pahalı zevklerinize ayak uydurmam gerekli değildi artık. Yani siz yokken ben zaten çok az harcadım. İki tane köpek sahiplendim bir de. Sizinle barlarda teknelerde yemediğim parayı da elimden geldiğince iyiliğe harcadım. Arada bazen de dolandırıldım ama sizlerinki kadar uzun sürmedi. Yani ben böyle öğrendim. Farklısını öğrenen varsa şanslıdır. Ve yine diyorum anlattıklarım evrenin doğruları değil; benim doğrularım. Çok ilginç, arkadaşım yok diye çok üzüldüm. Eşim yok diye de. Arkadaştan arkadaşa, sevgiliden sevgiliye bir umut koştum. Çünkü ülke alkışlıyordu belki. Kitaplarım satıyordu ama sizin gibilerin sosyal medya versiyonları bir çocuk yapamadın diye inliyordu. Ya, ben o yeni arkadaşların da içine edeyim. Yine kaç saat kahve içip kaynana dedikodusu dinledim ve bu kez bir de hor davranmadılar, çıkarları var diye yağladılar balladılar. Kötü biri değilim ben asla. Kötü nedir biliyor musunuz? Kul hakkına giren, dolandıran ve vicdan ve merhameti olmayan ki çok var bunlardan ve gitgide artıyorlar. Sadece güvensizim… Baktım ben çok tutunuyorum hala insanlara. Devam ediyorum mucizelere inanmaya. Cennetin cehennemin bu dünyada olduğuna. Ve hala kazık yiyorum unumu eleyip eleğimi bile astığımda ( bu arada bu kurban psikolojisi falan değil. Çok kızarım duygu sömrüsü yapanlara) Ben de bu sene zaten numaramı değiştirmiştim… Dost bildiğim bir yılanın beni mafya aracılığıyla tehdit etmesi sebebiyle, aldım yeni telefonumu elime, sitem bile etmeden çıkardım onları hayatımdan gizlice. Numaramın değiştiğini 3-4 ay sonra anladı zaten çoğu. İşleri düşünce aradılar sanırım… DM den yazdılar. Cevap vermedim. Sitem de ederdim ama sitem edince “ergen” bilindim, “deli” bilindim. Niye edeyim? Bir de hep yalnızdım zaten ve yalnızlığı ekmeğime çevirdim. Yazmaya aşıkken bir de üstüne para verdiler. Ne ilginç değil mi? Yani bedava yapardım ben ama arkadaşlarıma yemek hazırlamaktan, hastalıkla mücadele eden eşime bakmaktan ( ki helal-i hoş olsun) on senelik evliliğim boyunca bir satır yazamadım. Ve sonra çok ilginç bir şey oldu. Herkes gitti zaten. Olması gerekenler yanımda dediklerin 2-3 ayda bir arayan, başı sıkışınca bana koşan… Belki ben de koşsam orada olurlardı ama koşacak samimiyeti göremedim. Zaten yüzeysel bir dünya için bile fazla yüzeysel olan ve dedikodu yapmaya bayılan, en büyük zaferleri evlenmek olan insan müsvetteleriyle doluydu etrafım. Yani bir zararları yoktu. Zarar verecek olan vermişti zaten. Ve dedim ki 2-3 ayda bir merhaba deyip 1-2 saat kahve içip nezaketen vakit geçireceğime bu yeni numarayı hiç vermem. Bir tanesi bile üzülmez. Yalnız değiller çünkü. Kahve içiyorlar eminim şu anda bir yerlerde. Ben de kendime web sitesi yaptım. Bilmiyordum nasıl yapıldığı. Google’a sordum. Öğrendim. Podcast işini de öğrendim. Grafik tasarımın dibine vurdum. Yurtdışında online satışlar yaptım. Hayalet yazar olarak tam dört tane Ingilizce kişisel gelişim kitabı yazdım. Onu da niye yazdım biliyor musunuz? Okuduğunuz o kitaplar var ya ana dilimde değil bakın; İngilizce olarak bile 4-5 günde yazılabiliyor. İspatlamak istedim kendime açıkçası. 121 tane sattım. 100.000 satınca kitabım ne kadar seviniyorsam o kadar sevindim. Çünkü ben son kitabımı bir sene eve kapanıp yazdım. Ve emeğimin değerini kendim bizzat ölçmek istedim. O kazandığım para da helalmiş. Rahatladım. Bir “oh” dedim. Son dört ayda bu öğrendiklerimi paraya bile çevirdim ve kazandıklarımı da çatır çatır evdeki kuzularımla ve sokak hayvanlarıyla yedim. Yani ben yalnız kalmayı zaten öğrenmiştim ama ilk defa bu kadar çok sevdim.. Düşüne düşüne filozof oldum ama en azından arkamdan kahve içip içip bir de hesabı bana ödetip “Bu da çok kilo almış” diyecek birileri yok. “Oooh, be” Bana tetikte hissettirecek biri yok. Kralı gelse yok. Çünkü vaktim yok. Pandemiden sonra evden çıkmadım. Öğrendim, çalıştım ve çıktığım kısacık anlardan da çok keyif aldım. Ve kendimi çok iyi tanıdım. Tam bir arızayım. Ben utanmıyorum ama kader utansın. “Canım kankam” diye inanıp poz veriyorsunuz diye de üzülüyorum bazen. Herkesin bir son kullanma tarihi ve rolü var. Kötü olduklarından değil ama öyle gerektiğinden. Şimdi tekrar düşünün. Bu hayata sohbet etmeye mi geldiniz? Ya da kazık yemeye mi? Nicola Tesla’nın hayatını okudum dün. Neden mi? Okuyacak vaktim var. Çıkarcı bir arkadaş müsvettesinin aldatılma hikayesini dinleyip teselli etmiyorum artık. Ederdim aslında. Henüz o kadar kötü değilim. Vicdan da var merhamet de ama artık hak edene. Geçen yaz ilk defa tehdit edilince çok korktum ve ilk defa onlara koştum. Ciğerim sönene kadar anlatmak istedim.. “Boşveeer” dediler. Ne desinler? Okuyorum ben ya , yazıyorum ya; teselli de verebiliyorum bu sebeple onlara. Müstakbel ya da eski kaynanalarından başka konuşacak konusu olmayan insanlar ne der ki derdi olana? “Boşveeer” bile kapasitelerine göre fazla… Biliyor musunuz? Nicola Tesla’nın hiç arkadaşı yokmuş. Ne ilginç… Neredeyse ölümünden 90-100 yıl sonra bile emmi oğluymuş gibi biliyoruz ismini. Hatta bir çok üretenin, Steve Jobs’un, Mark Zuckenberg’in, Amerikalı bir çok CEO’nun, bir çok sahne sanatçısının… Bu konuda ne kadar video, belgesel varsa izledim de konuşuyorum. Neden mi izledim? Arkadaşım yok kahve içecek. Pardon, cümleyi yanlış kurdum. Bir kaç tane var ama kalanlar kazık bile atsa kaliteli olur. Güzel bir aşk gibi yani. Bitse de yaşadığına değdi hissi. Bu sebeple okudum. Bu sebeple konuştum Ve şunu söyleyeyim: Çok arkadaşım var diye övünmeyin.Çünkü siz çok arkadaşınız olduğunda kendinizin kim olduğunu keşfedemezsiniz. Ya biriniz Teslaysa? Steve Jobssa? Madonnaysa? Kaynana gelin savaşlarını acı kahve eşliğinde dinlemekten bizi de ve kocaman bir tarihi de kendinizden mahrum edersiniz. Benim gibi yapmayın ama. Kesip atmayın. Ben 45 yaşındayım. Acelem var. Siz usul usul yavaş yavaş ayrılın. Ruhları bile duymaz inanın. Duyarlarsa gelin konuşalım… Neden mi bu savaşım? Yetenek lazım bu dünyaya. Zaten yalnızım, bakın Vaktim var izleyecek, okuyacak, dinleyecek.. Bari şu bacınızı yeteneklerinizden mahrum bırakmayın… -Nilgün BODUR İLETİŞİM LİNKLERİMİZ: NİLGÜN BODUR ONLINE RANDEVU NİLGÜN BODUR SOSYAL MEDYA KANALLARI INSTAGRAM FACEBOOK YOUTUBE SPOTIFY TWITTER PINTEREST LINKEDIN NİLGÜN BODUR RESMİ WEB SİTESİ NİLGÜN BODUR KİTAPLARI ONLINE SATIŞ LİNKLERİ TÜM KİTAPLARI KAİDEYE TAMAH ETMEYEN İSTİSNADIR HAYAT AKILLANDIM ARTIK ŞİMDİ DAHA DELİYİM YANLIŞLIKTAN DEĞİL YALNIZLIKTAN SEN GİTTİN YA BEN ÇOK GÜZELLEŞTİM SIRADAKİ TEŞEKKÜRÜM BANA YANLIŞ YAPANLARA




















