"" için 167 öge bulundu
Blog Yazıları (22)
- Yoksa Siz de mi "Deli" siniz?
Deli mi, aydın mı? : İki farklı sıfat, tek fark Başkaları için "Deli mi acaba yoksa bilge mi?" diye düşünerek güzel beyninizi yormadan önce bu iki sıfat arasından sizi betimleyenin hangisi olduğunu düşünmeye ne dersiniz? Kendinize yakıştırdığınız seçenek ne yazık ki gerçeği yansıtmayabilir. Aklınızı mı oynatıyorsunuz yoksa aydınlanıyor musunuz? İşte bu soruyu hakkıyla cevaplayabilmek için önce biraz vakit ayırıp bu yazımı okumanızı tavsiye ederim. Yazıma devam etmeden önce bu blog yazısını okumak yerine dinlemeyi ya da izlemeyi tercih edenler için YouTube video linkini de paylaşmak istedim. Okumaya devam etmek isteyenler ise aşağıdaki linke tıklamadan devam edebilir. 2014 yılında Youtube’da yayınlanmış olan ve benim de 4-5 yıl önce keşfettiğim, izlediğimde beni çok etkileyen bir TED-X konuşmasına geçtiğimiz günlerde tekrar rastladım. Konuşma aynıydı tabii. Ama ben farklıydım muhtemelen. Çünkü genellikle yıllar önce izlediğim ya da okuduğum ve beni o anda etkileyen şeyler, yıllar geçtikçe çok da anlam taşımaz benim için. Zaten taşısaydı sorun olurdu. Hiç değişmemişim ya da hiç gelişmemişim demek olurdu çünkü bu benim için ya da "at gözlüğüne" sahip olan biri olduğumu gösterirdi. "Hiç anlam taşımazlar" demek de haksızlık oldu geçmişin oldukça anlamlı öğretilerine. "Yavan geliyorlar bugün bana" demek daha doğru olacak sanki. Nasıl anlatayım, bilemedim. Hani mantıya eşlik eden yoğurda sarımsak koymamanın ağızda bıraktığı tat gibi bir yavanlık. Yine yiyorsun ama bir şey eksik diyorsun… Fakat bahsettiğim videoya geçtiğimiz günlerde denk gelip tekrar izlediğimde, ağzımda bıraktığı tat, bu kez yoğurda sarımsak eklenmiş olmasını farketmemden çok daha fazlasıydı… Kalorisinden kaçmaktan ötürü yıllardır yemediğim ama çok özlediğim o pul biberli tereyağı vardır ya; onu da gezdirdiler sanki mantının üzerine ben videoyu tekrar izlerken . Anlayacağınız, tadına doyamadım bu kez izlediğim videonun. Bahsettiğin Ted-X konuşmasını yapan ise film yapımcısı, fotoğrafçı ve usta belgeselci, Phil Borges. 25 yılı aşkın süre, yerlilerin yaşamları ve kabile kültürleri üzerine araştırmalar yapmış olan ve dünya çapında bilinen belgesellere imza atan bir idealist. Çalışmaları dünya çapında müze ve galerilerde sergilenen belgeselcinin izlediğim TED X konuşmasını yapması için davet edilmesinin sebebi ise CRAZY WISE adlı ödüllü belgesel filmi… Özetle psikolojik krizleri olumlu bir deneyime dönüştüren bireylerden neler öğrenilebileceğini anlatan bir belgesel. Böyle yazınca da kendi kendime gülümsedim çünkü belgesel beni anlatıyor sanki. Ama sonuncu psikolojik krizimi henüz olumlu bir deneyime dönüştüremedim. Zaten dönüştürebilsem, Phil Borges bile duyardı ve yeni bir belgesel daha çekerdi, emin olun… Fakat belgeselin içeriğinden ziyade, yaptığı konuşmanın sonunda insan ruhu konusunda izleyicilerle paylaştığı öznel ve cesur bakış açısı tüylerimi diken diken yaptı. Bu sebeple sizlerle de paylaşmak istedim. Biliyorsunuz ki, insan psikolojisi konularında anlatılanlar, öğretilenler, bilinenler çoğunlukla mutlak gerçek değildir. Ama bazen gerçekler acı geldiğinde yaşayana; kulağa ve akla mantıklı gelen farklı bakış açıları ‘plasebo’ etkisi yapabiliyor insanlarda. Özellikle de ruhu hali hazırda acı gerçeklerden mütevellit hastalanmış ve aklı selim kalabilmek için kendini onaylamaktan tükenmiş yorgun ruhlarda. Phil Borges, kabile kültürlerine olan ilgisi sebebiyle araştırmalar yapmak için bizzat o kabileleri ziyaret ederken, henüz teknolojiden nasibini almamış, içinde bulunduğumuz modern çağda bile iptidai yaşamlar sürdürülen bu kültürlerin kendisine, kazandığımız şeyler kadar kaybettiğimiz şeyler olduğunu gösterdiğini söyleyerek başlıyor konuşmasına. "Fark ettiğim şeylerden biri, ilişkilerin çok farklı olması." diyor. "Sadece insanlar arası ilişkiler farklı değil, insanların tabiatla olan etkileşimleri de sıra dışı." Seyahatlerinde tanıştığı Hawaiili bir kadın, bir yengecin bir delikten kum çıkardığını gördüğü esnada "Kum, kuzeye doğru dağılıyor, demek ki yarın bir fırtına gelecek" dediğinde ve fırtına da geldiğinde, "Doğayla ilişkimizin, televizyondan izlediğimiz hava durumu özetlerinden ibaret olduğunu anladım" diyor, Borges. "İnsanların birbirleriyle olan ilişkileri de çok farklı demiştim." diyerek devam ediyor ünlü belgeselci. "Bağlı oldukları belirli bir kurumları yok, sosyal güvenlikleri yok, huzurevleri yok, sağlık sigortaları yok. Hayatta kalmak için birbirlerine tamamen bağlılar ve bir statü farklılıkları da yok." diyor. Düşünsenize, özel veya devlet hastanesi ayrımı da yok. Şartlar herkes için eşit. Daha çok parası olan daha şanslı addedilmeyince de tabii; kıskançlık, fırsatçılık, yarış, statü kavgası ve ego da yok. Olmayanı hakir gören, olanı da dolandırıcı bilen yok. Çünkü ortada para ve paranın satın aldığı bir şey yok. Belgeselci doğa ve insanlarla olan ilişkilere birçok örnek verdikten sonra, insanların ruhla olan ilişkisinden de bahsetmek istediğini söylüyor ve işte beni o çok etkileyen ve tüylerimi diken diken yapan yorumunu da bu konuyu anlatırken yapıyor. 25 yıl önce Tibet'te bir proje için çalışırken Tibet bölgesinin kahinliğini yönlendiren ve Dalai Lama'nın baş kahini ünvanını taşıyan bir medyumla röportaj yapmak için verdiği uğraşların sonucunda onaylandığını öğreniyor ve kendisine belirtilen saatte söylenen adrese gidiyor. Röportaj için seçilen mekanın o sırada içerisinde 60 keşişin bulunduğu çok da büyük sayılmayacak bir manastır olduğunu anlayan Borges, içeri giriyor ve beklemeye başlıyor. Bir süre sonra röportaj yapacağı medyumun içeri girdiğini ve içeri girer girmez de, keşişlerden birkaçının telaşla medyumun kafasına kocaman bir şapka yerleştirdiklerini gözlemliyor. Akabinde medyumu kendisi için hazırlanmış olan özel bir alana oturtuyorlar. Kendisi oturmuyor yani… Ayakları elleri tutuyor kahinin bu arada ama birileri kucaklayıp oturtuyor Günümüzde devlet başkanlarının bile herhangi bir koltuğa ya da sandalyeye kendi kendine oturduğunu görüyoruz, değil mi? Medyumluğa olan saygıya bakın lütfen. Halk için devlet başkanından bile önemliler. "Medyum ya da kahin ya da şaman, ne demek isterseniz onu seçin çünkü çok fazla kelime var onlar için kullanılan. Her bölgede hitap şekli farklı" diyerek devam ediyor Borges. Kahin şapkası itinayla başına yerleştirilip, özenle kendisine tahsis edilen alana oturtulurken diğer keşişler de boş durmuyor tabii. Guruları içeri girer girmez davullarını çalmaya ve şarkılar söylemeye başlıyorlar. Kendi kendime "Bir gün şöyle karşılanmadan bu hayattan gidersem, vallahi gözüm arkada kalacak" dedim ben de Borges'i izlerken. Medyum transa girmiş gibi dingin ve oldukça havalı otururken birdenbire tiz bir sesle konuşmaya başlayınca diğer keşişler de telaşla kahinlerinin ağzından çıkan her bir kelimeyi yazmaya başlamışlar. Fakat yaklaşık beş dakika sonra, medyum aniden fenalaşıp bayılmış ve bu kez de keşişler onu kucaklayarak apar topar odadan çıkarmak zorunda kalmışlar. Buna şahit olan ve ne olduğunu merak eden Borges "Bu gösteri miydi? Kalp krizi mi geçirdi yoksa?" diye herkese sormuş ama cevap alması mümkün olmamış ve oteline dönüp haber beklemeye başlamış. İki gün sonra beklediği haber gelmiş ve medyumla röportajı için yeniden saat ve adres verilmiş. Videoyu izlerken benim de aklımdan geçenler oldu. Mesela ben bir ömür boyu konuşsam da bayılma hakkım yok gibi. Çünkü bir topluluğun önünde anlatıp anlatıp bayılırsam, anlattıklarımın önemi kalmaz ki… Bayılıyor muyum yoksa ? Çünkü o hissi yaşıyorum ki hiç bayılmasam da. Saatlerce tane tane konuşsam da. Bu arada belgeselcimiz anlatmaya devam ediyor ve Thupten’in, yani kâhinin, o zamanlar 30 yaşında olduğunu belirtiyor. Videonun çekildiği 2014 yılında ise 50 yaşlarında olması gerekiyormuş. Röportajına bu bayılma anı hakkında sorular sorarak başlamış. O gün manastırda söylediği hiçbir şeyi hatırlamadığını söylemiş kâhin de ona. Trans halindeyken hiçbir şey hatırlamazmış. Hemen ardından, uzun süre kendini çok zayıf hissettiğini de belirtmiş kâhin. Gazetecimiz bu konuda merakını giderdikten sonra asıl merak ettiği konu hakkında yöneltmiş sorusunu: "Nasıl medyum oldunuz ve diğerleri değil de neden siz? Hemen cevap veriyor kâhin de… Medyum, guru, üstat artık her neyse. "Bilirsin belki, bu konularla ilgileniyorsan tabii" diye başlıyor cevaplamaya. "Küçük yaşta anlaşıldı her medyumda olduğu gibi. Kafamın içinde sesler duymaya başlamıştım. Kendimi hasta hissediyordum ve kafam çok karışıktı. Çok da korkuyordum aynı zamanda. Aslında ya öleceğimi ya da kendimi öldüreceğimi düşünüyordum sürekli". Bu durum bir şekilde aileye aksediyor ve akabinde haber salınıyor etrafa ve evlerini yaşlı bir keşiş ziyaret ediyor sonunda ve diyor ki, “Bak evladım, senin çok özel bir yeteneğin var. Sen seçilmiş bir insansın. ve merak etme sakın. Ben sana transa girip çıkmayı öğreteceğim. İşte o zaman bu özel gücünü kontrol edebileceksin” Hatta elleriyle besliyor keşiş çocuğu , "özel" olduğu için ve eğitimi için bir yıl boyunca o evde yaşıyor.. Ve inanır mısınız, filmin sonunda kimse nankörlük yapmıyor. Karşılık beklemiyor. Bilim kurgu filmi gibi. İki taraftan biri kazık atmadan nihayetlenen bu serüvende vuku bulan ve kulağa masal gibi gelen, karşılıksız, beklentisiz ve çıkarsızca sergilenen özen ve ilgi beni derinden etkiledi. Beni annem böyle sevmedi çünkü İşte o çocuk o gün ve ölmediyse bugün, Dalai Lama'nın baş kâhini, Tibet'in onuru, gururu, umudu, filozofu ve gururu oluyor. Zamanın en büyük, en ünlü, en saygıdeğer kahinlerinden biri olarak da tarihe geçiyor. Borges, iki yıl sonra, Uluslararası Af Örgütü için başka bir proje için Kenya’nın kuzey kesiminde bulunan Samburu bölgesinde yerlilerin fotoğraflarını çekerken rehberi bir ara ona dönüp ve diyor ki: "Biliyor musun, bizim medyumlar birkaç gün önce bana fotoğraflarını çekmek için birinin geleceğini hissettiklerini söylediler. " Fazla düşünmüyor bu kehanet hakkında gazetecimiz tabii ki. Yani pek şaşırmıyor ve tepki vermiyor. Rehber çocuk konuşmaya devam ediyor yine de: "Ayrıca dediler ki, o kişi onların fotoğraflarını çekerken yanlarında olmayacakmış. Çok uzaktan ve saklanarak çekecekmiş.” Gazeteci kırıcı olmak istemese de rehberinin bu olağanüstü sandığı ama kulağa saçma gelen kehanetlerine bir son vermek için: "Hayır, saklanamam ve uzakta duramam, çok kısa lensler kullanıyorum ben portre çekerken ve genelde o kişinin tam önünde duruyorum. Üzülmeni istemem ama belki de bu kez kahinlerin pek de doğru tahminlerde bulunamamışlar" diyor. Borges akşam olduğunda ona tahsis edilen eve dönüyor ve ertesi gün yapacağı çekim için alışkanlığı gereği yatmadan önce malzemelerini hazırlıyor, lenslerini temizliyor, çantalarını topluyor… Ve o sırada daha önce hiç kullanmadığı yeni kamerasını getirmiş olduğunu hatırlıyor ve çocukla konuşurken de bunun aklından çıkmış olduğunu fark ediyor… İlginçtir ki; yeni kamerası panoramik bir kameraymış ve bu tür kameranın odaklanabilmesi için çekilecek objeye ya da insana oldukça uzak durmak gerekiyormuş. "Tesadüfe bak" diye düşünüyor Borges ama konunun fazla üstünde de durmuyor. Sabah oluyor ve bu kez de büyük bir projenin küçük bir bölümü olarak yine bir kahinle yapacağı kısa bir röportaj ve fotoğraf çekimi için yola koyuluyor. Ama işte o gün gazetecimiz , kahinlere duyulan inancı ve saygıyı tekrar tecrübe ettiği için ileride bir gün sadece kahinlerle ilgili bir belgesel hazırlama fikrini kafasına koyuyor. Ve çekimini yapmaya gidiyor. O gün röportaj yapacağı ve fotoğraflarını çekeceği kâhin; Sukulen adlı, 37 yaşında, beş çocuğu olan bir kadın… Röportaj esnasında Sukulen'in de Dalai Lama'nın medyumuyla birebir aynı hikâyeye sahip olduğunu anlıyor.. O da 12 Yaşındayken görsel halüsinasyonlar görmeye başlamış., sürekli başı döndüğü için kendisini hep hasta, yorgun ve halsiz hissetmiş. O da sonunda bu durumu büyükannesine anlatmış ve büyükannesi de dinledikten sonra demiş ki: "Biliyorsun, değil mi? Senin özel bir yeteneğin var, sakın korkma. Hasta değilsin, özelsin" ve o andan sonra Sukulen'i bu konuda her daim desteklemiş. "Kelimenin tam anlamıyla" diyor gazetecimiz "Tüm dünyayı dolaştım kahinlerle ilgili özel belgeselimi hazırlarken" ve oldukça uzun süren ön hazırlık süresince dünyanın 4 bir yanına dağılan ve farklı kültürlerde farklı kelimelerle hitap edilseler de aynı konumda olan ünlü şamanların, guruların, kahinlerin, medyumların yerlerini belirliyor. Yaşadıkları bölgede bulunan insanlara sormadığınız sürece kim olduklarını tahmin edemeyeceğiniz ve genellikle de izole yaşayan kişilermiş bir çoğu. Bir Moğol şamanı ile röportaj yaparak başlamış gazetecemiz belgeseline Ve 8 yıl sonunda toplamda birbirlerinden çok uzak bölgelerde yaşayan toplamda 40 guruyla röportaj yaptığını, hepsinin aynı yaşlarda başlayan aynı halüsinasyon hikayesine sahip olduğunu ve sonrasında ise bilge bir yaşlı, bir şaman ya da aile üyesi tarafından yönlendirilerek şaman olduklarını şaşkınlıkla gözlemlediğini belirtiyor. Tabii ki medyumlar genellikle "çağrı" olarak adlandırıyorlarmış bu yaşadıkları ilk halüsinasyonları. Borges ise röportaj yaptığı kişilerin "çağrı" olarak adlandırdıkları tecrübenin aslında psikolojik bir kriz, şizofreni belirtisi ya da şizofreni başlangıcı olduğunu da anlamış tabii ki bu süreçte. "Tüm bu belirtilere ek olarak ortak bir konu daha vardı hikayelerinde" diyor belgeselci. "Yaşadıklarını anlattıklarında onlardan şüphe duymayan, onlara güvenen, onlara ömür boyu destek veren, eğiten ve onlara kendilerinden bile çok inanan bir akıl hocaları vardı. " Ulusal Ruh Sağlığı Enstitüsü'nden bazı istatistikler paylaşarak devam ediyor konuşmasına Borges.. "Beşimizden biri hayatımız boyunca psikolojik bir kriz yaşıyor ve bu şu anda yükselen bir rakam. 20 kişiden biri bu yüzden iş görmez hale geliyor ve tüm bu vakaların %50'si 14 yaşından önce gerçekleşiyor Bu arada, az önce bahsettiğim şamanların çoğu ya ergenlik döneminde ya da ilk gençlik yıllarında halüsinasyon yaşamış insanlar." Ve belgeselcimiz kabile yaşamının insan - ruh ilişkisinde de modern kent yaşamından çok farklı olduğunu bu röportajlar sayesinde gözlemleyebildiğini söyleyerek devam ediyor konuşmasına Şu cümlelerinde gözlerimi dolduruyor usta gazeteci. "Alnında akıl hastalığı damgası varsa ya da dosyanda, ya da arkandan konuşulanlarda, bir iş bulamazsın. Şeker hastası olmak ya da kanser olmak gibi bir şey diyorlar uzmanlar. Değil işte. Bu ne yazık ki insan hayatında tecrübe edeceği en büyük damgalanma. Ve özellikle de bu halüsinasyonları gören eğer ki bir çocuksa, Ve ona ne olduğunu bilmiyorsa., anlayamıyorsa ve gün gelip paylaşırsa doktora götürülür tabii ki modern şehir yaşamında. Doktor der ki satır aralarında ya da açıkça, 'Sen hastasın artık ve bu senin gerçeğin.' Yaygın tedavi yöntemi olarak da genellikle aile, çevreye acı içinde haber salmak, çocuğu okuldan almak, önüne gelene dert yanmak, ağlamak, vahlamak yöntemlerinin yanısıra , doktorun reçeteye yazdığı ilaçlarla semptomları bastırmayı da eş zamanlı olarak kullanır. Hasta, hasta olduğunu zorla öğrenir ve yine zorla izole edildiği için "çok izole" olur sonunda. Hangi ilaç bu durumda birini iyileştirir ki ? " Ve şöyle devam ediyor Borges: Eğer ki bu insanları oldukları yerde tutarsan, eğer ki onları damgalamazsan, eğer ki onları etiketlerle korkutmazsan ve onlara kırıldıklarını ya da bozulduklarını söylemezsen ve eğer ki gönülden destek verirsen, her daim onlara özel olduklarını söylersen ruhları bu şamanlar gibi kendi kendini iyileştirebilir" diyerek bitiriyor konuşmasını… Ama ben de birkaç cümle eklemek istiyorum bu beni derinden etkileyen bakış açısının bana verdiği güce dayanarak. Birkaç cümle dedim çünkü ben tek cümle ile açıklayamam hiçbir duygumu, düşüncemi... Ayıp olur ikisine de çünkü... Savunduğuma değer vermek mi diyelim, gevezelik mi bilmem ama şunu bilin ki hangi sıfatı seçtiyseniz şu anda ekran karşısında benim için; bir insanın bir diğerinde yarattığı etkinin önemini anlatacağım size işte o birkaç cümlemle. Şifacı mısınız yoksa damgacı mısınız, okuduktan sonra cevabınıza göre kendiniz karar verin. Ve doğru olanı da siz seçin. Değişin diyemem belki… Ama kimsiniz bilin. Olumlu ama küçük bir bakış açısıdır belki elinizdeki ve önemsiz gelir size ama bir gün o açı, birinin hayatını değiştirir işte öyle bir iki dereceyle. İşte ben de doğruları değil inandıklarımı anlatacağım size. "Bana ne?" demeyin ama diyorsanız da kapatın kendinizi evinize; izin verin, güzel bakanlar biraz gezsin dışarlarda. Ben çünkü, kim olduğumu öğrenmek için kendi canımı çok yaktım ama bir başkasınınkini asla… Çok önemli bir maharet de değil. Övünmek için söylemedim yani. Var böyle insanlar. Ama yolculuklarında damgalanıp evlerinde saklanıyorlar. Egosu da tatmin ister insanın. Buna da eminim ama egonun tatmini için bir diğer insanı kullanmayın. Kötülüklere odaklanmadım ben hiç. İnsanlarda kendilerinin bile görmediği güzellikleri gördüm. Potansiyellerini söyledim onlara. En azından söylediğimde birini mutlu ettim. "Para ödeyin" de demedim onlara. Söylerken ben de bir şey kaybetmedim. Sebebini anlamadım ama hiç. Ben niye böyleyim? Çok uzun bir hikâye aslında. Kısaca belirteyim burada ama. Kendimde olduklarından değil de olmalarını çok istediğimden, çeşitli güzellikleri ya da yetenekleri çok zorlanarak da olsa tek başıma çıkardım ben. Tek başıma diyorum çünkü belki de ilk hatamı aynı o şamanlar gibi ilk ailem gördü benim de. Hata dediğim de onlardan farklı olmak. Halisünasyon görmek ya da gaipten sesler duymak değil. Damgayı toplumdan yemeden önce farklı olmamdan dolayı evde damgalandığım için de yıllar sonra iki yol çıktı önüme. Başkalarını damgalamak ya da damgalananlara hatalarının, farklılıklarının, aslında yetenek olduğunu anlatmak… Şans belki. İkincisini seçtim ama bir şaman olamayacağımı hep bildiğimdendi bu belki de…Ben hep bir başkasını şaman yapmak istedim. Damgayı ilk adımda yapıştırırlarsa çünkü en güvendiklerin, el aleme de anlatamazsın... Damga diyorum, alnının tam ortasında, görüyorlar saklasanız da... Bir insanın bir başkasına olan inancı şaman yapabilir işte bir akıl hastasını. Ve çok zeki, çok erdemli, iyi kalpli, çok akıllı bir insanı ise akıl hastası yapar en yakını sandığı. Bu sebeple her daim derim: "Siz karşınızdakinin aynasısısınız. Ne düşünüyorsa o olursunuz" Bu sebeple önce iyi bir kalbe sahip olun ve sonra kalbinizin iyi olduğuna inanan insanlar bulun. İki kişi ele ele dünyayı yerinden oynatırsınız ve sonuçlara siz bile şaşırırsınız Buna eminim... "Okuya okuya kafayı yedin" dendi bana 3 yaşımdan beri. Erken okumam mucizem değil, deliliğim bilinirdi. Günlerde göbek atmadığım için sanırım ve dedikodu ya da fitne yapmadığımdan ve her şeyi sessizce gözlemlemeyi tercih edip anlatılanlara, dedikoduya, başkalarının sahip olduklarına ya da sahip olamadıklarına ilgi duymayı çok istesem de başaramadığımdan dolayı en çok hemcinslerim tarafından dışlandım. Ben anlatmaya çalıştım ama anlamadıklarında da uzaklaştım. Hiç kızmadım. Benim arkamdan da çok konuşuldu. Klasik Türk kadını felaketi. Ne önemli bir acı değil mi? Ben onu da takmadım. Çok çalışmam lazımdı. Aile bakıyordum çünkü. Hatta "Boş kadın, dolu silahtır" demiştim bir kitabımda. "Patlar" Patlıyorlardı zaten çevremdekiler ama kör oluyor gözümüz en sevdiklerimize. Anlamıyorsunuz patlasalar bile elinizde, gözünüzün önünde... Çok küçükken damgaladılar beni dedim ya damgalanan insanların kaderi sanırım. Yıllar boyu çalıştım, aileme destek olmak ve tek tabanca çalışmak yük gelmedi asla bana. Fakat zamanla iyi bir kariyer yapınca, iş hayatında başarılı sayılınca, kitap falan da yazınca, yazdıklarım okununca damgam silindi sandım. Gururlandırdım sandım çevremdekileri. Emin değilim ama tam anlayamadım. Çünkü dedim ya; vaktim yoktu. Çalışmam lazımdı. Soluklanıp olanı biteni izleyecek zamanım hiç olmadı. Ama sizi damgalayanlar, tam da aksini ispat ettiğinizi sandığınızda öyle filmlerdeki gibi pişman olup da yanlış düşünmüşüm galiba demezler. İnsan beyni her daim kendini kayırır ve sürekli kendini haklı çıkarmak için çalışır ya işte bu yüzden bu tür durumlarda tam tersine, onları yalancı çıkardığınız için kızarlar bu kez de size. Rekor kırınca ikinci kitabım, şampanya patlatmadılar mesala bizim evde… Benim ailem, belki de birçok Türk ailesi gibi - ya da ben öyle zannediyordum - hep izole ve mutsuzdu. Mutluluk paylaşılması ayıptı sanki. Dedim ya damgam silindi sanıyordum ama bazen cümleleri de duyuyordum. "Senin ne edepsiz olduğunu bilseler" dedi annem, kitabım çıktıktan hemen sonra… Çok defa... Onun hoşuna gitmeyen bir şey ağzımdan çıktığında. Küfür falan da değil bu arada… "Anne, ne olur üzme kendini" dediğimde bile üzülürdü, küserdi benim annem. Üzüntüsü geçerse hatırı sorulmaz sanırdı… Onu bile anladım. Ben zaten başkalarını anlamak için programlanmışım. Ama böyle mutluydum ben… Damgamı siliyordum çünkü o sırada… ve bunu başardığıma inanıyordum. Söylemek istediğim şu, damga silinmiyor asla. Yanınızdaki silmek istemiyorsa... Pişmanlık duyup yanlış çıkmak istemez dedim ya insan, şöyle bir duygu yaşanıyor sanırım: "Biz deli diyorduk ama bir sürü takipçisi oldu şimdi. Millet ne der yalanlarımıza? Bu akıllı akıllı konuşuyor ekranlarda." Yani gururlandırdığım için daha çok kızılıyormuş bana aslında. Beyin de çok garip bir organ. İnandırıyor kendini kendisini bile söylediği tuhaf yalanlara. Her atasözünü sevmem ama çok sevdiğim bir atasözü var konuyla ilgili. "Adın çıkacağına canın çıksın." Özellikle ülkemizde çok geçerli ve geçerliliğini asla yitirmeyecek gibi. Yalanlarına daha kolay kanabilmek için o beyin, o yalanı gidip başkalarını da anlatıp rahatlıyor ve nedense anlattıkları kişiler de, onlara anlatılanları irdelemeyen, sorgulamayan, mantık aramayan, hakkında konuşulan kişiye söz hakkı tanımayan, ve belki de anlatılanlara inanmaya çok teşne kişilerden özenle seçildiği için de, "delilik" denen şey işte bazen toplu yaşanabiliyor. "Canlı bombaların nasıl beyni yıkanır ki böyle?" diye düşünürdüm ben. Sizde düşünmüşsünüzdür eminim. Hiç düşünmeyin... Bence insanlar kendi beyinlerini tırnak törpülerken bile kendi kendilerinene yıkayabiliyorlar işte.. Velhasıl kelam, başarı mı, takipçi mi, aşk mı, para mı, ne varsa elimde; hak etmediğimi düşünmüşler… Silememişim o damgayı... Çok köklüydü çünkü... Bu sebeple düşünün şimdi Başkalarındaki yanlışı görüp doğru yapmak için ben neden bir ömür uğraş vermişim? Ruhunda hasar olan insanlar var evet. Ama damgalayanlar onlar. Bakın ikisi de ruh arızası ama damgalananlar genelde diğerlerine maruz kalanlar... Yanlış gördüğünüz şeyde bile potansiyel bulun, lütfen... Çıkmıyorsa da çekip gidin ama küsmeyin ve devam edin buna. Ama yüzüne vurup da hatasını ya da farklılığını bir insanın; her daim ego tatmin etmeyin... Anlıyorum o duyguyu da… Beslenmek istiyor eksik egolar. Benim gibi hayata başlayanlar belki onlar ama seçmek elinizde hala... Egonuzu tatmin etmek isterseniz insanlara yardım edin. Ben o yolu seçtim ve deli deseler de pişman değilim İki tür ruh hastalığı var ya da kişilik bozukluğu. İşte artık her neyse... Başkalarına zarar veren arızalar ya da kendine zarar veren arızalar… Bu iki delilikten hangisini seçmek istersiniz? Ben bir başkasına zarar vermeyi istemedim. Gireceksem kendi günahıma girdim. Kendi hakkımı yedim. Hesabı kendime verdim. Bulun şimdi bozulmuş, kırılmış bir insanı ve bir güzellik görün onda... Ve karşılık beklemeden söyleyin onlara yüksek bir sesle. Çok zor duyacaklardır emin olun ama bağırın lütfen... Bir şizofrene guru derlerse bir ömür; olur ama bir guruya deli dersen de deli olur. En yakınlarınıza bakın ama iyice. Görmek çok zor çünkü Dünyayı kurtarmaya gidiyorum dediğinizde; en yakınınız dediğiniz o kişi: "Yolcu edeyim seni" deyip bir maşrapayla ardınızdan su döküp sıkıca sarılıp ve kulağınıza size inandığını fısıldayarak mı uğurlar sizi ? Öyleyse, o insanı sakın kaybetmeyin. Belki ikiniz de delisinizdir ama dünyayı kurtarmaksa hayaliniz kimseye zarar vermezsiniz ve bir de ellerinizi bırakmamayı başarırsanız kim bilir belki de dünyayı siz kurtarır, tarihe bile geçersiniz… Kötülüğe, negatife, tuhaf hislere, diken üstünde yürümelere ve ne yazık ki bir halta yaramayan çevre eleştirilerine açmam ben kapımı artık. "Hızır" demiştim bir videoda "Gelse kapıma, ağzını burnunu kıracak kadar korkuyorum insanlardan" Bu da geçer ama... Çünkü ben dünyayı kurtarmaya giderken maşrapası elinde hazır bekleyerek beni uğurlayacak biri var hayatımda. Dedim ya kilitledim kapıları pencereleri artık kötülere. Ama her daim açıktır benim kapım delilere… Sizin görmediğiniz bir güzelliği gösteren olursa size bu hayatta, her zorlukta bu sözümü hatırlayın: "Dünyanın en şanslı insanısınız. Bu sebeple o zorluk her neyse onu da atlatacaksınız." Nilgün BODUR NİLGÜN BODUR İLETİŞİM LİNKLERİ: NİLGÜN BODUR ONLINE RANDEVU NİLGÜN BODUR SOSYAL MEDYA KANALLARI INSTAGRAM FACEBOOK YOUTUBE SPOTIFY TWITTER PINTEREST LINKEDIN NİLGÜN BODUR RESMİ WEB SİTESİ NİLGÜN BODUR KİTAPLARI ONLINE SATIŞ LİNKLERİ TÜM KİTAPLARI KAİDEYE TAMAH ETMEYEN İSTİSNADIR HAYAT AKILLANDIM ARTIK ŞİMDİ DAHA DELİYİM YANLIŞLIKTAN DEĞİL YALNIZLIKTAN SEN GİTTİN YA BEN ÇOK GÜZELLEŞTİM SIRADAKİ TEŞEKKÜRÜM BANA YANLIŞ YAPANLARA
- Haklı Olma Hastalığı
Neden bazı insanlar suçluyken suçsuz gibi davranmakta ve suçlarını kabullenmekte zorlanırlar. Haksızken Haklı Gibi Davranan Bu İnsanların Kişilik Özellikleri Nelerdir? Haklı Olma Hastalığı Nedir? Sıklıkla bu soruları soruyorsanız kendinize ya da çevrenize, konuyla ilgili bakış açımı aktarmak isterim sizlere. Yanıt olursa sorularınıza, ne mutlu bana... Yazıma devam etmeden önce bu blog yazısını okumak yerine dinlemeyi ya da izlemeyi tercih edenler için YouTube video linkini de paylaşmak istedim. Okumaya devam etmek isteyenler ise videoya tıklamadan devam edebilir. Bazen haklı olmak için diretene ve çaresiz hissedene, bilgece “Haklı mı olmak istiyorsun, mutlu mu?” diye sorarız. “Mutlu” diye cevap verir beriki de. Ve sorun çözüldü sanılır. Ama gerçek şudur ki, haklı olmanın mutlu olmakla ilişkisi çok yakındır. Haksızlığı kabullenince mutlu olacakmış gibi düşünürüz bir anda bu saçma soruyla karşılaşınca. Oysa ki içimizin ilkel ve bence kusursuz adalet sistemi peşimizi bırakmaz. Hatasız hissederken, hatalıymış gibi yapıp yani alttan alıp mutlu hisseden birini hiç görmedim ben. Haklı olduğumu ispatlayıp, karşımdakini de ikna edip, nedamet duygusunu yaşadığını ve benden içtenlikle özür dilendiğini görürsem rahatlarım çünkü. Kuş gibİ olurum… Bir süreliğine tabii ki, hak savaşını kaybedip özür dilese de karşınızdaki, genelde aynı hatayı sürekli yapmaya devam eder. Ve bir süre sonra da siz hatadan yorulmazsınız da, o sürekli özür dilemekten yorulup en sonunda “Yeter ama uzatma” der. Çünkü yapılan haksızlık pişman olunmayı gerektirse de bizim için, aslında diğeri de bu muhakemeyi yapacak güçtedir ve pişman olacağı bir şey olduğuna inanmadığı için yapmıştır zaten. Bir kitabımda yazmıştım. Ben hiç özür dilemek zorunda kalmadım ve bırakılmadım. Çünkü hiç kimseye hata yapmadım. Pişman olacağım bir duyguyu yaşamaktan hep kaçtım…. Özür dileyenler ise bir alkışı hak ettiklerini düşünürler. Bana göre “özür” dilemek değildir erdemli olan, birini bencillikten mütevellit kırmamak ve özür dilemek zorunda kalmamak alkışı hak eder. Özür dileyenler genelde pişman olanlar değildir. O duyguyu en başından göze almamak gerekir. Özür dilemeyi karşısındakine lütuf gibi görenlerdi çoğu zaman özür dileyenler. “Özür dilerim, eşeklik ettim” cümlesi Türkçe’de telaffuzu en zor cümle diye bu cümleyi her sarf edene alkış tutmak yersizdir. Sarf edenin de alkışı hak ettiğini düşünmesi… Okumayı söken ilkokul talebesine kurdele takmak gibidir. Yapması gereken bir şeyi yaptı diye madalya verilir her özür dileyene. Tekrar ediyorum. Özür bile dilemeyenin yanında özür dilemek erdem gibi gelse de herkese, iki basit kelimeden oluşan bir cümledir ve sarf edeni erdemli sanmak gereksizdir. Pişmanlık çok ağır bir duygudur; yaşayabilen için tabii ki… Ve o duyguyu yaşamaktan korkan kişiler kul hakkına girmezler ve sevdiklerine içten bir özrün bile telafi edemeyeceği yaralar açmak istemezler. Özür yara bandıdır. Yani ortada bir yara vardır. Amaç yaralamamak olmalıdır. Peki şu haklı olma hastalığı ve sebebi nedir? Bu hastalık genelde haklı olanın değil, özür dilemesi gerekip de onu bile dilemeyenin hastalığıdır. İnsanlar, ebeveynlerinin, eşlerinin, arkadaşlarının veya kardeşlerinin onlara “Yanılıyorsun…” ya da “Bence öyle değil, böyle…” “Yok yok, senin düşündüğün gibi değil” “Bence yanlış düşünüyorsun” gibi sıklıkla maruz kaldıkları sesleri içselleştirir. Böylece zamanla neredeyse düşünce felci olurlar ve yapacakları her şeyin yanlış olduğunu düşündükleri için hangi yöne gideceklerini bile seçemez hale gelirler. Kimseyi, eylemlerinin sonuçları konusunda sorumsuz olmaya teşvik etmek için söylemiyorum bunları. Yani yanlış yapanlar suçu aileye, arkadaşa, eşe, dosta, topluma atmasınlar. Bireysel etik her şartta gelişebilir ve sorumluluğu da bireye aittir. “Doğru" ve "yanlış"ı kulak ve göz değil, vicdanı öğretir çünkü insana. Yine de bilinçaltımıza yerleşen minik parazitler, vicdanımızı ve etiğimizi bile sorgulatır bize. Bir şeyi 40 kere dersen olur fikrine çok inanırım ben. Manipülasyon denen şey az ama sık maruz kalınan dozlarla yapılınca farkına varmak zorlaşıyor ve insana kendi doğrularını sorgulatıyor. Ve zamanla da “öyle değil, böyle” diyen insan olmaya başlıyorsunuz Çünkü doğrularınız o kadar sorgulanmış ki, doğru ya da yanlış yapma kısmını es geçip, bu sürünün içinde var olabilmek adına “öyle değil, böyle” diyerek ayakta kalmayı başarmışsınızdır. Tebrikler... Toplumun bir parçası oldunuz ve artık bireysel değerlerinizi değil, hakkınızı savunur hale geldiniz ve ne yazık ki çoğu zaman haklı olmasanız da. Haklı olup olmadığınızı hiç bilemezsiniz ama çünkü doğru ve yanlışı öğretmediler size bu yolculukta…. Bazen, haklı olup olmadığımıza takılıp kalmak, yanlış olmaktan daha büyük bir sorun olabilir bu sebeple bizler için… Mantıksal ve duygusal süzgeçlerden geçmemiş bu haklı olma saplantısı ise, her eylemini vicdanının süzgecinden geçiren ve doğruluğunu belki de defalarca sorgulamış olan muhataplarınıza hayatı zul ediyor… Haklı olmak neden bu kadar önemli? Haklı olmayı istemek insan doğasıdır. Yani zaten ne kadar objektif olabiliriz ki? Her insan kendini kayırır. Sorun dozu ayarlamaktadır. Haklı olmak, şefkatten, sevgiden, merhametten, empatiden daha önemli olduğunda sorun başlıyor. İkili ilişkilerimizde de çoğu zaman durumu bu raddeye geldiğinin farkına varmayız; sadece takılıp kalırız ve tartışmalar da hiçbir yere gitmez ve hiçbir yere götürmez. Yine de bu tür tartışmalar genelde haklı olanın sessizce içinde şüpheler başlatır ve yavaş yavaş gerçek benliğiyle temasını kaybederiz. Bu kendimizi bize sorgulatan vicdani ve ahlaki sesler çoğu zaman doğru bile değildir. Güvensizlik veya incinme yaratırlar genelde gerçekten haklı olanda. Çünkü haklı olan sorgulayabildiği, empati kurabildiği, vicdanını süreç olarak kullanabildiği için haklıdır. Ve işte aynı beceriler sebebiyle de kendini tekrar sorgulamaktadır. İnandıkları ile birlikte öz güvenini ve öz saygısını yitirir zamanla… Ve belki de bulaşıcı bir hastalık gibi onun kanına da zuhur eder, hiçbir dayanağı olmadan sürekli “Ben haklıyım” diyen ve dedirten virüs. Genelde, terk edilme endişesi, başarısızlık, utanç ve hayal kırıklığı duygularından kaçınmak için haklılığın ispatı için uğraşırız. Oysa ki tüm hayatımızda bu duyguları parantez içine alırsak, çok rahatlarız. Kaçmak yerine maruz kalmak belki de tüm korkularımızdan uzaklaşmamızı sağlayacaktır. Haksızsın diyelim. Haksız olduğun için elaleme rezil oldun diyelim. Ne olur ki? Elalemi takmayan sendin. Hata yaparken bunu zaten belli ettin. İnsanları düşünsen, yanlışınla haklı çıkmak için çabalamak yerine, en baştan doğruyu seçerdin… Bir tartışmanın ardındaki duygular nadiren doğru veya ahlakidir. Bir tartışma ya da kavga sırasında nasıl hissettiğimiz, bize yanlış mı yoksa doğru mu olduğumuzu söylemez. Kavga sırasında genelde incinmiş hissetmek, kabul edilme ve dinlenme ihtiyacını ortaya çıkarır. Sürekli haklı olma ihtiyacı, etiklerle çok da ilgisi olmayan bir “görülme, işitilme ve onaylanma” ihtiyacıdır. Gerçek hayatta anlam, doğruluktan daha önemlidir. Ahlaki sesimizi dış kaynaklara devretmek, yalnızca kendimizle ve başkalarıyla olan yakınlığımızı azaltır. Çatışmaları anlamlı duygulara dönüştürmek, onları boş ahlaki kategorilere kapatmaktan daha zenginleştiricidir. Yani, açıkçası bazen mutlu olmak gerçekten de haklı olmaktan daha kolay olabilir. Genel olarak haklı olma ihtiyacını ve genellikle herkeste az da çok bulunan bir ihtiyacı karakterize eden şey nedir? Bu ihtiyaçta, güçlü bir iç baskının, kendi doğrumuzu teyit etme konusundaki sabırsızlığı fark edebiliriz. Bu baskı her zaman agresif olmak zorunda değildir. Onu karakterize eden, daha çocuksu olarak da algılayabileceğimiz daha kaba ve daha ilkel bir duygusal görüntüdür. Bu dev bebek, tamamen kendimize dürüst olursak, hepimizin içinde olan biri, ancak çoğumuz bunun bizi ve başkalarını etkilemesini kabul edip durdurabiliyoruz. Biraz çizgi film karakterinin omzuna oturan şeytana benziyor. Melek iyi fırsatları görürken, şeytan intikam almak, savaşmak ve cezalandırmak ister... Bu dev bebek, sürekli olarak kendi dokunulmazlığını, gerekliliğini ve mükemmelliğini kanıtlamaya çalışarak tüm sorumluluklardan kaçar. Mükemmelliğin gerektirdiği gibi davranmalıdır. Birey tehdit edici olarak algılanan yeni deneyimler için açlık duymak ve gelişmek yerine, onay ve güvence için çabalar. Güçlü görünmenin yıkıcı çıkmazına giden bir yoldur bu. Yıkıcılık derecesi birey ve muhatapları için eşittir. Her Zaman Haklı Olmak İçin Çaba Göstermenin Sebepler Nelerdir? Diğer bir deyişle haklı olma hastalığı nedir? Özetle haklı olma ihtiyacı, kişisel ve profesyonel yaşamınızda hasara yol açabilecek inanılmaz derecede sağlıksız bir bakış açısıdır. Kendi eksikliklerinin sorumluluğunu alamayan ve başarısızlıklarına sahip çıkamayan bir kişi, etrafındaki insanlar için fazladan iş yaratan kişidir. Her zaman haklı olma ihtiyacı hisseden kişi, genellikle sorunun kendisinde olduğunu kabul etmekte zorlanır, sorumluluğunu ise ait olmadığı bir yere,yani başka birine yükler. Birisi hatalı olduğunu kabul edemezse, sorunları çok daha kötü hale getirecektir, çünkü sorunun kaynağını düzeltmek çok daha fazla çaba gerektirecektir. Bu davranış büyük şeylerle de sınırlı olmayabilir. Bazen insanlar, bir sorunun cevabı veya yanlış bir iddia gibi küçük şeyler hakkında yanıldığını kabul etmekte zorlanırlar. Ve bu bir arkadaş ya da sevilen biri olduğunda çok kötüdür, çünkü gerçekten önemli olmayan gereksiz bir tartışmaya kapılabilirsiniz. Bu durum şu soruyu akla getiriyor… Neden her zaman haklı olma ihtiyacı hissederiz? Her zaman haklı olma ihtiyacı birkaç farklı şeye dayanabilir. 1- İlk olarak, yaygın bir inanç, bunun güvensizlik için bir maske olduğudur ve çoğu zaman gerçekten de öyledir. Kişi, yanlış olduklarında veya doğru olma yönündeki beklentileri ne olursa olsun karşılamadığını hissettiklerinde başkalarının onu nasıl algılayacağıyla ilgilenir. Bu tür bir güvensizlik, çoğu zaman, işlevsiz veya istismarcı aile dinamikleri yoluyla bir kişide çocukken köklenmiş bir arazdır. Bu doğru olma ihtiyacı, o kişinin yaşadığı ve o zaman için gerekli olan her ne ise onu yaşamasına yardımcı olan bir savunma mekanizması olabilir, ancak her türlü sağlıklı ilişkide ne yazık ki yıkıcıdır. 2- İkincisi, modern toplum haklı olmayan insanları cezalandırma eğilimindedir, çünkü pek çok şey anlamsız bir “kim haklı?” tartışmasına dönüşmüştür. Siyaset açık bir örnektir. Her iki taraftaki insanlar sürekli bağırır çağırır ya da kimin haklı olduğu konusunda tartışır, ve ortak bir zemin aramayı reddederler Sonunda, hiçbir yere varamazlar çünkü yanlış olduklarını kabul etmek, onlar için “düşmana” paye vermek anlamına gelir. 3- Üçüncüsü, işyerinde birinin hatalı olduğunu kabul etmenin dramatik sonuçları olabilir. İnsanlar her zaman hata yapar, ancak bu hataları sahiplenmeniz ve hatalı olduğunuzu kabul etmeniz, insanları bunu size karşı kullanmaya davet edebilir. Belki de herhangi bir başarısızlığa tahammül edemeyen bir patronunuz vardır Belki de hatanızı size karşı kullanmaktan çok mutlu olacak olan, rekabetçi bir iş arkadaşınız. Bu sebeple kişisel etiklerinize rağmen, bulunduğunuz çevreye ayak uydurmak zorunda kalırsınız. Hatanızı kabul etmenin erdemiyle kimseyi kazanamayacağınızı anlamak sizi sürünün bir parçası yapar. 4-Dördüncüsü, entelektüel elitizm sergileyen ve başkalarının hatalı olduğunda işaret ederek bilgilerinin ne kadar üstün olduğunu göstermeden edemeyen insanlardır. Çoğu zaman da gerçekten haklı oldukları için herhangi bir iyi nedenden dolayı eleştirilmeyi kabul etmezler ve hata payını kendileri için ayırmazlar. Ve bu insanlar genellikle toplumun takip ettiği fikir önderleridir ve üzüm üzüme bakarak kararmaktadır.... 5- Ve son olarak, denklemin zihinsel sağlık tarafıdır. Anksiyete bozukluğu gibi duygu durum bozukluğu olan kişiler, akıllarında ve yaşamlarında her şeyi basit ve öngörülebilir tutmanın bir yolu olarak her zaman doğru olma ihtiyacını hissedebilirler. Başka bir bakış açısını anlamaya çalışmak yerine, doğru olduğunu düşündüğü fikrine bağlı kalması, kendi iç huzuru ve mutluluğu için ona daha iyi hissettirebilir. Her zaman haklı olduğunu düşünen biri büyük resmi görebilir mi? Neyi bilmediğimizi bilmiyor olabiliriz oysaki. Neyin doğru olduğunu bildiğinize inanıyorsanız, neden yeni veya daha iyi bilgi aramakla uğraşasınız ki? Bilmeniz gereken her şeyi zaten bildiğinizi düşünüyorsanız, neden bir şey öğrenmekle uğraşasınız ki? İşte hayatı algılamanın bu dar patikası kişisel gelişimi engeller. Haklı olması gereken kişi, başkasının haklı olmasına tahammül edemez. Dünyada hemfikir olmadıkları bir görüşe sahip olan herkesle sürekli olarak hücumda veya savunmada olduklarını hissedebilir. NİLGÜN BODUR İLETİŞİM LİNKLERİMİZ: NİLGÜN BODUR ONLINE RANDEVU NİLGÜN BODUR SOSYAL MEDYA KANALLARI INSTAGRAM FACEBOOK YOUTUBE SPOTIFY TWITTER PINTEREST LINKEDIN NİLGÜN BODUR RESMİ WEB SİTESİ NİLGÜN BODUR KİTAPLARI ONLINE SATIŞ LİNKLERİ TÜM KİTAPLARI KAİDEYE TAMAH ETMEYEN İSTİSNADIR HAYAT AKILLANDIM ARTIK ŞİMDİ DAHA DELİYİM YANLIŞLIKTAN DEĞİL YALNIZLIKTAN SEN GİTTİN YA BEN ÇOK GÜZELLEŞTİM SIRADAKİ TEŞEKKÜRÜM BANA YANLIŞ YAPANLARA
- Manipülasyon
Bu İnsanlara Dikkat Edin! Konumuz, manipülatörler ve manipülasyon Birçok insan sosyal medyada paylaşılanları okuyor ve YouTube’da, Facebook’ta videolar izliyor ve bazen ortalıkta dolaşan, hatta dolaşan demek yanlış oldu; havada uçuşan terimleri duyabiliyor, ancak ne duyduklarından emin olamıyorlar, örneğin gaslighting, manipülasyon, narsisizm, anti sosyal vb gibi şeyler. Bazılarınız bu terimleri hiç duymamış bile olabilirsiniz… Bugün bu kelimelerden “manipülasyon” hakkında konuşmak istedim. Yazıma devam etmeden önce bu blog yazısını okumak yerine dinlemeyi ya da izlemeyi tercih edenler için YouTube video linkini de paylaşmak istedim. Okumaya devam etmek isteyenler ise aşağıdaki linke tıklamadan devam edebilir. Çünkü bu kelime aslında tüm mutsuz ya da depresyonda olan insanların sorunlarının ana sebebi. Aşk, kariyer, para, sağlık falan değil inanın; insanların mutsuzluğunun sebebi. Onlar için mücadele verirken yolda karşılarına çıkan manipülasyonlar ve vicdansız manipülatörler. Manipülasyon, tüm narsisistik, bol çatışmalı, zor ve günümüzde “toksik” diye de adlandırılan ilişkilerde o kadar klasik ve olmazsa olmaz bir dinamik ve bu sebeple bu kelimeye tek başına hak ettiği değer verilmiyor diye düşündüm. Ve bu yüzden kendisi hakkında bir yazı yazmak istedim. Manipülasyonun sözlük tanımıyla başlamak gerekir diye düşündüm bu yazıma. Sözlükler, manipüle etmek yüklemini , bir kişiyi veya durumu akıllıca ama haksız veya vicdansız bir şekilde kendi çıkarı doğrultusunda kontrol etmek veya etkilemek olarak tanımlıyor. Manipülasyon kelimesi ise, tanımı gereği, kendisine hizmet eden manipülatörün bir hedefe ulaşmak için gerçekleştirdiği eylem. Ve bu eylem manipüle edilenin çıkarına olmuyor tabii ki. Ancak, bu çıkarcı ve bencil insanlar sizden olarak ne istedikleri ve neden sizden bir şey istedikleri veya neden sizin yardımınıza ihtiyaçları olduğu konusunda şeffaf olmak yerine, istediklerini vermeniz veya amaçlarını gerçekleştirmeliyiz için sizi cümlelerle ve davranışlarla etkilemeye çalışırlar. Üstelik hassas duygularınızla resmen satranç oynayarak. Manipülasyon, karşısındakine suçluluk, utanç, zorunluluk, düşük öz değer ya da düşük öz saygı, kafa karışıklığı, kaygı, yeterince iyi olmama korkusu verilerek yapılır. Ve yapılan da yapan da ne yaşadığını pek bilmez. Yapan bilerek yapıyorsa zaten onun adı manipülatörlükten daha farklı bir şeydir kesin. Ben teknik terim bilemediğim için şerefsizlik veya adilik demeyi tercih ediyorum. Hepimizin sahip olduğu çok savunmasız alanlarda raks ederek gerçekleştirir manipülatörler emellerini. Manipülatif bir kişinin manipüle etmesi çok kolaydır. Hobi gibi. Sık yapıldığında, önem verildiğinde, zaman harcanıldığında git gide güzelleşiyor sonuçlar, profesyonelleşiyor. Ve özellikle eğer ki i̇kili ilişkideki bir kişi karşısındakinin ayrılma ya da terk edilme korkusu olduğunun fark ederse, o korkuya mutlaka büyük zevkle oynayacaktır. Ve sizde onlara bu oyun sonucunda alınganlık, öfke, umursamama gibi bekledikleri tepkileri verirseniz oyunun galibi bellidir. Ve bu tepkiler genellikle manipülasyonun işe yaradığının en açık göstergelerinden biridir. Genellikle manipüle edilenler, vicdan ve merhamet sahibi, duygusal kişiler oldukları için bu yöntemler onlarda çok iyi çalışır çünkü onlar kendilerini rahatsız eden şeyden, o şey her ne ise işte ondan kaçınmak i̇sterler. Yani karşındakini üzmemek, pişmanlık yaşamamak, insanları kötü durumda bırakmamak için kendi zamanlarından, paralarından, aşklarından, işlerinden verip karşılarındaki için fedakarlık yaparlar. Bana göre suçluluk, insanların en çok kaçınmaya çalıştığı en rahatsız edici duygudur. Hatta bazen yanlış bir kelime, hiçbir zaman insanların hayal kırıklığına uğramasını istemezler. Mesela bir ilişkinin bitmesini ya da o ilişkideki dengelerin değişmesini istemiyorsun, zaman ve emek harcamışsın, yatırım yapmışsın, yani resmen borsaya yatırım yapmışsın ve hisse senetlerinin değerlerinin sabırla yükselmesini bekliyorsun ama yüksek kazanç getirme ihtimali kadar, aynı hisse senedinin tahtasının kapanması ihtimali de var. Borsa bu, riskli yatırım. Ve o ilişkideki usta manipülatör der ki, “Arkadaşlarınla veya ailenle zaman geçirmeni seviyorum. Ama çok çalışıyorsun ve parçalanıyorsun. Bir yandan bunun için de çabalıyorsun. Bu yoğunluğunda çok yıpranırsın. Sanırım bu şekilde benim aradan çıkmam iyi olacak. Sen ne düşünüyorsun? Bilmiyorum.” Normal bir ilişkide, sağlıklı bir ilişkide, karşı tarafa yükü varmış gibi davranırken ekstra bir yük yaratılmaz. Zor durumda olan, biri o zor durumda çabalarken, bir yandan da kendisine yeni bir sorun yaratılarak, seçim yapmak zorunda bırakılmaz. Şimdi bunların hepsi, olumsuz manipülasyon diyebileceğim şeyin kapsamına giriyor, kişi korkularımız veya zayıflıklarımızla oynayarak bizi manipüle ediyor, küçük şeyler bile olsa… İnsanları hayal kırıklığına uğratma korkumuz aslında bizi hayal kırıklığına uğratıyor, farkında değiliz. Bu daha çok taciz edici, zalimce ama ortalama şiddette bir manipülasyon türüdür. Ama bir de pozitif manipülasyon vardır ama yine kişi karşısındakine pozitif hissettirerek kişisel çıkarlarına hizmet eder. Bu bir tür gaz verme manipülasyonu. Pozitif dediğime bakmayın, yancılık, yalakalık ve dalkavukluk denen şeydir bu işte. Hatta size birkaç yöntemi var bu işin manipüle edildiğinizi anlayabilmeniz adına aklındaki örnekleri vereyim. 1- Karşılarındakinin Kendinden Şüphe Duymasını Sağlarlar. Bu maddeleri kısa geçeceğim örneğin bu maddeyi açıklamak gerekirse “sen dedin ya” ya da “Yoo ben öyle demedim” cümlelerini çok sık sarfeden insanlar sizi kendi kendi gerçekliğinizden şüpheye düşürür. Yani önce delirtirler sonra deli derler. Şöyle diyebiliriz kukla oynatmaktan zevk alan kukla idare etmekten aşırı haz duyan özgüvensiz insanlar sizi delirterek sizin özgüveninizi düşürürler ki kendi seviyelerine inebilesiniz. seviye eşitliyorlar yani. 2-Karşılarındakini Suçluluk Tuzağına Düşürme Konusunda Uzmandırlar. Bunun da yöntemleri vardır birer cümleyle aktarayım size. Kendi yaptıkları kadar çok iş yapmadığınızı her fırsatta öne sürmek. Geçmişte yaptığınız hataları sürekli başınıza kalkmak Geçmişte sizin için yaptıkları iyilikleri hatırlatmak ve 0nlara “borçlu” olduğunuzu hissettirmek. Kızgınmış ve küsmüş gibi davranmak ama sonra onlara sorduğumuzda ortada bir sorun olduğunu inkar etmek Kısacası pasif-agresif davranışlarda bulunmak 3- Nezaketten, Merhametten, Etik Davranışlarınızdan Dibine Kadar Yararlanırlar. İlginçtir ki olması gereken artı özelliklerimiz ne yazıkki en çabuk manipülatörler tarafından kokusu alınan özelliklerdir. Fakat onlar bunu sizi methetmek için değil sömürmek için kullanırlar Türkçedeki elini veren kolunu alamaz atasözü aslında duygusal bir manipülasyonun güzel bir tarifidir. Siz iyilik yaptığınız için iyi hissedersiniz bu güzel bir şeydir. Ama bunun travma yaratan kısmı bir gün sizin ihtiyacınız olduğunda onların ortalıkta olmadığını anlamanızdır. Bu yüzden iyilik yaparken iyilik beklemeyin derim ben çünkü beklemediğin iyiliğini kötülüğünü de yaşamazsınız. Hatta nankörlük ihtimalini göze alamıyorsanız iyilikte yapmayın çünkü iyilik toplum adalet sistemimizde en çabuk cezalandırılan suçtur. 4-Bilerek Yanlış Bilgi Yayarlar Ve itibar yönetiminiz onlar tarafından yapılır çokta iyi yapılmaz bu görev. Genellikle bu tür insanlar minareyi çalmadan kılıfı hazırladıkları için sizin hakkınızda çevreye sizden önce davranarak eleştirisel yorumlarda bulunurlar. Bu önyargı yaratır insanlarda. Zaman içerisinde negatif enerjileri çevrenizden hissederken bir yandan da o kişiyle yaşadıklarınızı anlatmak istediğinizde size inanan tek kişiyi çevrenizde bulamazsınız. İşin kötüsü genel olarak çevreden aldığınız tepki ya da umursamama yani tepkisizlik, yine kendinize olan inancınızı sorgulamanıza sebebiyet verir ve Buda yine değersizlik ve özgüven eksikliği duygularını beraberinde getirir. 5- Asla Suç Üstlenmezler Ve Suçu Kabullenmezler. Üstelik ortada onlara ait bir suç varsa ki bu yeteneklerini ayakta alkışlıyorum bir şekilde işlenen suçun kendilerine karşı işlendiğine insanları ikna ederler. İşte buna benim nefret ettiğim kurban psikolojisi adı verilir. Ajitasyon dediğimiz yine insanların çevrenin de merhametine oynanılan mağdur psikolojisi ile ilgi toplayan ve çok da farkına varmadığımız varamadığımız bir gizli narsızım de denilen kişilik bozukluğu türünün en önemli özelliğidir. 6-Manipülatif Özelliklerini Saklamakta İyilerdir. Boynunda tabela olan bir manipülatör gördünüz mü? Kılık değiştirme konusunda üstün yetenekleri vardır. Onları daha da güçlü yapan da budur. Bu haltı yerken yakalanabilme ihtimallerinin farkındadırlar tabii ki. Bu konuda uzmanlaşanlardan bahsediyorum. Yine az önce söylediğim cümleye geliyorum daha önce çok minare çaldıkları için kılıfı hazır ve hatta yedekli tutarlar. 7-Yaptıkları Her Şeyi Normal Gösterirler. Hatta sizin o yaptıkları şeyi yanlış görmenizi büyük şok ve şaşkınlıkla karşılarlar. İşin ürkütücü olan kısmı öyle benim ikna yeteneğim vardır yaptım eski mesleğim dolayısıyla kişiliğim dolayısıyla da ama yanlış bir şey kullanırsanız bunu doğru olanı yanlış olan Sandırırsanız karşınızdakine ve buna ikna ederseniz kişi yine kendini sorgulamaya başlar. Özet karşısındakini güçsüzleştirerek kendini güçlü gören zavallıların kurbanlarıyla dolu toplumlar 8- Cahil taklidi yaparlar. Bunu genellikle son çare olarak kullanılır. Yani hataları yüzlerine vurulursa ve çok net bir hata varsa ortada, öyle mi işte biz böyle gördük adem vallahi ben hiç bilmem böyle şeyleri adabı muaşeretten anlaman gibi kelimeler kullanırlar ya da sizden bir şey istediklerinde sen niye yapmıyorsun dediğinde işte ben anlamam derler yani cehalet en güçlü silahlarıdır. Hatta cehalet genel olarak atom bombasıdır. Ben maddeleri saydıktan sonra genelde kapatırım ama bir konu özetle dikkat çekmek istiyorum. Sizi sürekli yeren insanın negatif enerjisinin farkına varmak o kadar zor değildir ve onlardan gelebilecek bir kötülük bizleri çok da şaşırtmaz. Benim fikrimi yoran onaylanma ihtiyacının sürekli artması sebebiyle tabii ki sosyal medya yüzünden arttı bizleri överek pohpohlayarak ve bize kendimizi iyi hissettirerek hatta sonrasındaki gelecek kötülükleri tahmin bile edemememizi sağlayarak bizi sömüren ve travmalara sürükleyen pozitif manipülasyon dediğim halbuki çok negatif olan manipülasyon türü. Mesela övgü benim için çok içten olduğunda anlamlı ama o övgü öven kişinin çıkarı doğrultusunda kullanıldığı zaman psikolojik şiddetin sözlük karşılığıdır. Övülmek çok güzel bir şeydir. Bir örnek vererek bu konuyu anlatmak istiyorum. Mesela, sizin hiç maddiyata önem vermediğinizi düşündüğünü söyleyen biri ve hatta bu konuda sizi sürekli öven biri, kısa bir süre sonra sizden borç para istediğinde o sevdiğiniz övgüyü kişiliğinize yakıştırdınız övgüyü sahiplenirsiniz ve karşınızdaki kişiyi düş kırıklığına uğratmamak için belki de, ya da kendinizi kendinizi ispatlamak için normalde vermeyeceğiniz bir miktarda borcu güle oynaya verirsiniz. Hatta gururlanırsınız bile kendinizle. Ama aynı öykü sebebiyle belki de bir ay sonra geri ödeneceği söylenen o borç, geri ödenmediğinde, senelerce isteyemezsiniz. Yani övüldüğünüzde bence dikkat edin, acaba o övgüler, yani bizi biraz da şımartan şeyler, bize yakıştığını düşündüğümüz ama aslında bize yapışan sıfatlar, o göğsümüzü kabartan cümleler, içten ve karşılıksız mı sarf ediliyor yoksa sarf edenin çıkarına mı çalışıyor? Bu tekniğin ikili ilişkilerde cicim ayları ve balayı evrelerinde ortaya çıkması daha olasıdır, görünüşünüze iltifat edebilirler, bilginize, kariyerinize, deneyiminize, sohbetinize, karşınıza gözünüze, her şeyinize iltifat edebilirler, ancak bunu onlara ileride istedikleri bir şeyi almak için yaparlar. Bu tür davranışlara duygusal insanlar, kayıtsız kalamazlar. Ah canım benim, ne hoş adamsın ne tatlısın, derler. Ben hep derim ki, övgüler şişme ki yergiyle de sönme. Aslında burada devreye giren konu onaylanma ihtiyacının fazlalığı. Çünkü biz kendimizi biliyorsak ve tanıyorsak, fiziğimizi, karakterimizi, kariyerimizi, sohbetimizi, erdemimizi, merhametimizi, başkalarına ispat etmek için değil de, kendi iç huzurumuz için, aynaya rahat bakabilmek için, mükemmellik için uğraşmayıp, temiz bir kalple elimizden geldiği kadarıyla gösterebiliyorsak, yani kendimizi görebilmek için başkalarının gözüne ihtiyaç duymuyorsak, gerçekdışı ve abartılı övgülerle kendimizi olduğumuzdan fazla görmeyiz. Çünkü başkalarının gözleri ve sözleri bizi bu kadar etkileyecekse eğer, ağızları torba değil ki büzesin; fiziğini Öven kişi ve bundan çok hoşlandığını gören kişi, bir gün kilo aldığında, seni bu konuda eleştirirse, onun gözlerine ve sözlerine olan ihtiyacını fark etmişse, yapacağı ilk eleştirinin seni çok yaralıcağını bilir. İşte bazen övgülere verilen değer, yergilere değer yükler. Ve beynimiz o kadar nankördür ki, övgüyü değil de, yergiyi hatırlar. Aslında özellikle ülkemizde ikili ilişkilerde, evliliklerde kimi zaman bilinçli, kimi zaman da tecrübe sayesinde öğrenilen bu işe yarıyor hissiyatıyla bilinçsizce sarf edilen evliliğin cicim aylarındaki övgüler manipülasyonu meşrulaştırır. Ve sanırım “birinç” diyeni yani bunu ilk uygulayanı manipülatör, diğerini ise manipüle edilen konumuna getirir. İnsan kendini kayırır diyorum ya son videolarım da hep, bazı cümlelerin işine yaradığını hissedenler içgüdüsel olarak o cümleleri sarf etmeyi alışkanlık haline getirirler. Bu hepimizin yapabileceği bir manipülasyondur. Bir annenin çocuğuna sebze yedirmek için söylediği yalanlar, yaptığı oyunlar işe yarıyorsa eğer, bu bir alışkanlık haline gelebilir. Ve burada anne kendi çıkarına değil evladının sağlığını düşünmektedir. Yani ikna gücü olan bunu karşı tarafın da çıkarına gözeterek gösteren kişi manipülasyon yeteneği olduğu halde bunu iyilik için kullanan kişidir. Yani süper kahramanlar güçlerini iyiye hizmet ettikleri için sevdiğimiz kahramanlar. Aynı gücü kötülük için kullansalardı onların gücüne saygı duymazdık ve filmin sonunda kahramanımız tarafından rezil edilmesini beklerdik. Güçler eşit ama amaçlar farklı ve filmin kaderini değiştiriyorlar değil mi? Yani manipülasyon iyi amaçla kullanıldığında olumlu bir özelliktir ama insan içgüdüsü karşı tarafı az düşünüp daha bencil olduğu için ne yazıkki kendi çıkarları için de bunu kullanabilir. Kullansın tabi. Ama karşı tarafa olan sonuçlarını mutlaka düşünsün değil mi? Manipülasyonun kötüye kullanılması aslında dikkat etmemiz gereken konu ve olumsuz manipülasyon da olumlu manipülasyon da karşı tarafa uzun vadede zarar veriyorsa bu tehlikeli bir durumdur. Aslında bazılarının bilinçdışı yapıldığının bazılarında bunu hesaplı yaptığını düşünebiliriz değil mi yani olumsuzun da dereceleri var. Bunu bilmek ve anlamak mümkün değildir çünkü kişi bunu huy edinmişse bilinçli ve planlı yapıyorsan büyük ihtimalle yüzleştiğimizde de o kişiyle farkında değilim diyecektir farkında olmadan yapan biri olursa da farkında değilim diyecektir. Yani bunun çözümü bir kere farkına çünkü kendinizi sorgulamayı utanç duymayı ya da fazla övgüyle şişmeyi bırakırsınız. Yani övgüde yergi de size söylenenleri süzerek, kendinizi tanıyarak, neyin ne olduğunu bilerek, yani kendinizi biraz yukardan ve dışardan bakarak kısacası farkındalığımızı artırarak bertaraf edebileceğiniz kavramlardır. Bunun farkına vardıktan sonra yapılabilecek iki şey vardır. Önce manipülatörle güzel bir yüzleşmek, ardından o bahane mi değil mi bilmediğimiz hiç farkında değilim özür dilerim cümlesini duymak, ve bu Özün içtenliğini ve samimiyetini anlamak için de bir şans daha vermek. Çünkü farkında değilse, karşısındakine de kendisi kadar değer veriyorsa bu hareketi bir daha yapmaz. Ama bilinçli yapıyorsa bu yüzleşmeden sonra dozu arttırarak devam edecektir. Fakat sizi duymadıysa eğer veya anlamadıysa, çok güzel bir atasözü vardır biliyorsunuz; sağıra sözünü köre yüzünü süslemeyeceksin ve oradan ayrılacaksın. Genelde beni üzen ise farkındalığı az insanlar değil, farkındalığı olduğu halde ve gerekli yüzleşmeyi yaptığı halde aynı yüzleşmeyi defalarca yaparak borsadaki hisse senetlerinin değerinin düştüğünü kabullenemeyerek yenildiği için güreşe doyamadığından, çok farkındalığıyla ne yazık ki özgüvensizlikle ve biri tarafından kukla gibi manipüle edilerek hayatına devam edenler... Beni üzen bu işte bilmemek önemli değil ama bildikten sonra uygulayamamak insanı mahvediyor işte. Yaşayan ölü böyle bir şey. İşin kötüsü o yaşayan ölüler, başkalarını da ısırarak bulaşıcı bir hastalık gibi yayılıyorlar. Mutsuzluk bulaşıcı mutsuzluk ise tramvaya nasıl dönüşüyor biliyor musunuz mutsuzluğa bile bile, göre göre maruz kalarak. Lütfen kendinize iyi bakın ve bu makalede anlattığım türde insanlar tanıyorsanız, ya hayatınızdan uzaklaştırın ya da hayatınızda yer almak zorunda olsalar bile onların kurbanı olmayın… Sevgiler Nilgün BODUR NİLGÜN BODUR İLETİŞİM LİNKLERİ: NİLGÜN BODUR ONLINE RANDEVU NİLGÜN BODUR SOSYAL MEDYA KANALLARI INSTAGRAM FACEBOOK YOUTUBE SPOTIFY TWITTER PINTEREST LINKEDIN NİLGÜN BODUR RESMİ WEB SİTESİ NİLGÜN BODUR KİTAPLARI ONLINE SATIŞ LİNKLERİ TÜM KİTAPLARI KAİDEYE TAMAH ETMEYEN İSTİSNADIR HAYAT AKILLANDIM ARTIK ŞİMDİ DAHA DELİYİM YANLIŞLIKTAN DEĞİL YALNIZLIKTAN SEN GİTTİN YA BEN ÇOK GÜZELLEŞTİM SIRADAKİ TEŞEKKÜRÜM BANA YANLIŞ YAPANLARA
Diğer Sayfalar (13)
- İLETİŞİM | NİLGÜN BODUR
NİLGÜN BODUR İLETİŞİM VE ABONE FORMU ABONE OL ANA SAYFA NİLGÜN BODUR İLETİŞİM FORMU BİZE ULAŞIN AD E-POSTA SOYAD ÜLKE KODU TELEFON MESAJ Gönder İLGİNİZ İÇİN TEŞEKKÜRLER NİLGÜN BODUR SOSYAL MEDYA SOSYAL MEDYADA NİLGÜN BODUR GÖRÜŞME RANDEVUSU Nilgün Bodur ile yüz yüze konuşmak isterseniz tek tıkla randevu alabilirsiniz. Detaylar için tıklayın. SİZE ÖZEL BLOG SAYFASI Blog sayfamıza üye olarak siz de kendiniz yazılarınızı paylaşabilir, yorum alabilir veya size özel blog sayfanızı online arşiv olarak kullanabilirsiniz. MESAJ VE YORUM İletişim formunu doldurarak siteye abone olduktan sonra mesajlarınızı bize iletebilirsiniz SORU VE CEVAP Bize sıkça sorulan soruların cevaplarını verdik. Sizi bekletmek istemedik. İŞ BİRLİĞİ ÖNERİLERİNİZ Kurumsal iş birliği teklif ve önerilerinizi e-posta adresimize tüm detaylarıyla iletebilirsiniz.
- SORULAR | NİLGÜN BODUR
Acerca de sss NİLGÜN BODUR RESMİ WEB SİTESİ SIK SORULAN SORULAR NİLGÜN BODUR İLE NASIL GÖRÜŞEBİLİRİM? "ONLINE RANDEVU" linkine tıklayarak ZOOM programı üzerinden gerçekleştirilen online seanslar için randevu alabilirsiniz. NİLGÜN BODUR'UN YENİ KİTABINI NASIL SATIN ALABİLİRİM KAİDEYE TAMAH ETMEYEN İSTİSNADIR HAYAT LİNKİNE tıklayarak sipariş verebilirsiniz. NİLGÜN BODUR'UN YAZDIĞI KİTAPLAR HAKKINDA BİLGİYE VE ONLINE SATIŞ LİNKLERİNE NASIL ULAŞABİLİRİM? "NİLGÜN BODUR KİTAPLARI" linkine tıklayarak tüm kitapları hakkında detaylı bilgiye ve online satış linkine erişebilirsiniz NİLGÜN BODUR'UN TÜM SOSYAL MEDYA KANALLARINA NASIL ULAŞABİLİRİM? - NİLGÜN BODUR'A AİT SOSYAL MEDYA KANALLARI AŞAĞIDA LİSTELENMİŞTR *Instagram : https://www.instagram.com/nilgunbodur *Twitter: https://www.twitter.com/nilgunbodur *Facebook: https://tr-tr.facebook.com/nilgunbodur *Spotify: https://bit.ly/nilgun_bodur_spotify_podcast *Pinterest: https://www.pinterest.com/nilgunbodur *Linkedin: https://www.linkedin.com/in/nilgunbodur/ *Youtube: https://www.youtube.com/user/nilgunb1 NİLGÜN BODUR HAKKINDA BİLGİ ALABİLİR MİYİM? "HAKKINDA" linkine tıklayarak Nilgün Bodur hakkında detaylı bilgi edinebilirsiniz? NİLGÜN BODUR İLETİŞİM KANALLARI GÖRÜŞME RANDEVUSU Nilgün Bodur ile yüz yüze konuşmak isterseniz tek tıkla randevu alabilirsiniz. Detaylar için tıklayın. SİZE ÖZEL BLOG SAYFASI Blog sayfamıza üye olarak siz de kendiniz yazılarınızı paylaşabilir, yorum alabilir veya size özel blog sayfanızı online arşiv olarak kullanabilirsiniz. MESAJ VE YORUM İletişim formunu doldurarak siteye abone olduktan sonra mesajlarınızı bize iletebilirsiniz SORU VE CEVAP Bize sıkça sorulan soruların cevaplarını verdik. Sizi bekletmek istemedik. İŞ BİRLİĞİ ÖNERİLERİNİZ Kurumsal iş birliği teklif ve önerilerinizi e-posta adresimize tüm detaylarıyla iletebilirsiniz.
- GOOGLE PODCAST | NİLGÜN BODUR
KENDİNİ KULLANMA KILAVUZU GOOGLE PODCAST by NİLGÜN BODUR Benim sesimden benim yazdıklarımı dinlemek ister misin? Ne söyledigin değil, nasıl söyledigin önemli derler. Bu yüzden okurken sen, dinlerken ben olursun. Ve eger ki dinlersen, Belki de benim aslında sen olduğumu anlarsın... DİĞER PODCAST KANALLARI NİLGÜN BODUR İLETİŞİM KANALLARI GÖRÜŞME RANDEVUSU Nilgün Bodur ile yüz yüze konuşmak isterseniz tek tıkla randevu alabilirsiniz. Detaylar için tıklayın. SİZE ÖZEL BLOG SAYFASI Blog sayfamıza üye olarak siz de kendiniz yazılarınızı paylaşabilir, yorum alabilir veya size özel blog sayfanızı online arşiv olarak kullanabilirsiniz. MESAJ VE YORUM İletişim formunu doldurarak siteye abone olduktan sonra mesajlarınızı bize iletebilirsiniz SORU VE CEVAP Bize sıkça sorulan soruların cevaplarını verdik. Sizi bekletmek istemedik. İŞ BİRLİĞİ ÖNERİLERİNİZ Kurumsal iş birliği teklif ve önerilerinizi e-posta adresimize tüm detaylarıyla iletebilirsiniz.
Hizmetler (1)
- NILGUN BODUR ILE ONLINE TERAPİ
ANLATMAK ISTER MISIN? Güven duygusu herkesin zamanla artan ama karşılanamayan bir ihtiyacı oldu. Özellikle günümüz toplumunda bireyler, yaşadıklarını, tecrübelerini, sorunlarını veya duygularını paylaştıkları kişilere güven duymakta oldukça zorlanıyorlar. Eğer ki siz de birilerine içinizi dökebilmek, akıl danışmak, şüphelerinizi veya korkularınızı paylaşmak, kariyer, aile, dost, aşk ve ilişkiler ile ilgili konularda objektif ve farklı bir bakış açısı duymak istediğiniz halde bu konuları çevrenizdekilere anlatmakta zorlanıyorsanız, aşağıdaki düğmeye basarak Nilgün BODUR' dan tek tıkla görüşme randevusu alabilirsiniz. Randevu saatinde ise size teyit için gönderilmiş olan e- postadaki ZOOM linkini ziyaret etmeniz yeterli olacaktır. Görüşmek üzere... ***** BILGI METNI: ONLINE TERAPI SEANS SURESI 45 DAKIKADIR VIDEO GORUSMESI OLARAK ZOOM APLIKASYONU UZERINDEN GERCEKLESIR. SISTEM ÜZERINDEN RANDEVU ALINDIGINDA, E-POSTA ADRESINIZE ZOOM GORUSME LINKI OTOMATIK OLARAK GONDERILECEKTIR. GORUSME SAATINDE GONDERILEN LINKE TIKLAMANIZ YETERLI OLACAKTIR ONEMLI NOT: Randevu alindiktan sonra 24 saat icerisinde 2000 TL tutarindaki odemenin Garanti Bankası TR07 0006 2000 1830 0006 6704 67no'lu IBAN'a yapilmasi rica olunur. Aksi takdirde randevu sistem tarafindan otomatik olarak iptal edilmektedir. Odemeyi yaparken aciklama bolumune adinizi ve soyadinizi formdaki sekliyle yazmaniz rica olunur. Randevunuzu 24 saat öncesine kadar iptal edebilirsiniz. Ucret iadesi ayni gun icinde yapilmaktadir. Odeme dekontunuzu info@nilgunbodur.net adresine gondermenizi rica ederiz.