Neden bazı insanlar suçluyken suçsuz gibi davranmakta ve suçlarını kabullenmekte zorlanırlar.
Haksızken Haklı Gibi Davranan Bu İnsanların Kişilik Özellikleri Nelerdir?
Haklı Olma Hastalığı Nedir?
Sıklıkla bu soruları soruyorsanız kendinize ya da çevrenize, konuyla ilgili bakış açımı aktarmak isterim sizlere. Yanıt olursa sorularınıza, ne mutlu bana...
Yazıma devam etmeden önce bu blog yazısını okumak yerine dinlemeyi ya da izlemeyi tercih edenler için YouTube video linkini de paylaşmak istedim. Okumaya devam etmek isteyenler ise videoya tıklamadan devam edebilir.
Bazen haklı olmak için diretene ve çaresiz hissedene, bilgece “Haklı mı olmak istiyorsun, mutlu mu?” diye sorarız.
“Mutlu” diye cevap verir beriki de.
Ve sorun çözüldü sanılır.
Ama gerçek şudur ki, haklı olmanın mutlu olmakla ilişkisi çok yakındır. Haksızlığı kabullenince mutlu olacakmış gibi düşünürüz bir anda bu saçma soruyla karşılaşınca. Oysa ki içimizin ilkel ve bence kusursuz adalet sistemi peşimizi bırakmaz.
Hatasız hissederken, hatalıymış gibi yapıp yani alttan alıp mutlu hisseden birini hiç görmedim ben.
Haklı olduğumu ispatlayıp, karşımdakini de ikna edip, nedamet duygusunu yaşadığını ve benden içtenlikle özür dilendiğini görürsem rahatlarım çünkü. Kuş gibİ olurum…
Bir süreliğine tabii ki, hak savaşını kaybedip özür dilese de karşınızdaki, genelde aynı hatayı sürekli yapmaya devam eder. Ve bir süre sonra da siz hatadan yorulmazsınız da, o sürekli özür dilemekten yorulup en sonunda “Yeter ama uzatma” der.
Çünkü yapılan haksızlık pişman olunmayı gerektirse de bizim için, aslında diğeri de bu muhakemeyi yapacak güçtedir ve pişman olacağı bir şey olduğuna inanmadığı için yapmıştır zaten.
Bir kitabımda yazmıştım.
Ben hiç özür dilemek zorunda kalmadım ve bırakılmadım. Çünkü hiç kimseye hata yapmadım. Pişman olacağım bir duyguyu yaşamaktan hep kaçtım….
Özür dileyenler ise bir alkışı hak ettiklerini düşünürler.
Bana göre “özür” dilemek değildir erdemli olan, birini bencillikten mütevellit kırmamak ve özür dilemek zorunda kalmamak alkışı hak eder. Özür dileyenler genelde pişman olanlar değildir. O duyguyu en başından göze almamak gerekir. Özür dilemeyi karşısındakine lütuf gibi görenlerdi çoğu zaman özür dileyenler. “Özür dilerim, eşeklik ettim” cümlesi Türkçe’de telaffuzu en zor cümle diye bu cümleyi her sarf edene alkış tutmak yersizdir. Sarf edenin de alkışı hak ettiğini düşünmesi…
Okumayı söken ilkokul talebesine kurdele takmak gibidir. Yapması gereken bir şeyi yaptı diye madalya verilir her özür dileyene. Tekrar ediyorum. Özür bile dilemeyenin yanında özür dilemek erdem gibi gelse de herkese, iki basit kelimeden oluşan bir cümledir ve sarf edeni erdemli sanmak gereksizdir.
Pişmanlık çok ağır bir duygudur; yaşayabilen için tabii ki… Ve o duyguyu yaşamaktan korkan kişiler kul hakkına girmezler ve sevdiklerine içten bir özrün bile telafi edemeyeceği yaralar açmak istemezler.
Özür yara bandıdır. Yani ortada bir yara vardır. Amaç yaralamamak olmalıdır.
Peki şu haklı olma hastalığı ve sebebi nedir?
Bu hastalık genelde haklı olanın değil, özür dilemesi gerekip de onu bile dilemeyenin hastalığıdır.
İnsanlar, ebeveynlerinin, eşlerinin, arkadaşlarının veya kardeşlerinin onlara “Yanılıyorsun…” ya da “Bence öyle değil, böyle…” “Yok yok, senin düşündüğün gibi değil” “Bence yanlış düşünüyorsun” gibi sıklıkla maruz kaldıkları sesleri içselleştirir.
Böylece zamanla neredeyse düşünce felci olurlar ve yapacakları her şeyin yanlış olduğunu düşündükleri için hangi yöne gideceklerini bile seçemez hale gelirler.
Kimseyi, eylemlerinin sonuçları konusunda sorumsuz olmaya teşvik etmek için söylemiyorum bunları. Yani yanlış yapanlar suçu aileye, arkadaşa, eşe, dosta, topluma atmasınlar. Bireysel etik her şartta gelişebilir ve sorumluluğu da bireye aittir. “Doğru" ve "yanlış"ı kulak ve göz değil, vicdanı öğretir çünkü insana.
Yine de bilinçaltımıza yerleşen minik parazitler, vicdanımızı ve etiğimizi bile sorgulatır bize. Bir şeyi 40 kere dersen olur fikrine çok inanırım ben. Manipülasyon denen şey az ama sık maruz kalınan dozlarla yapılınca farkına varmak zorlaşıyor ve insana kendi doğrularını sorgulatıyor.
Ve zamanla da “öyle değil, böyle” diyen insan olmaya başlıyorsunuz
Çünkü doğrularınız o kadar sorgulanmış ki, doğru ya da yanlış yapma kısmını es geçip, bu sürünün içinde var olabilmek adına “öyle değil, böyle” diyerek ayakta kalmayı başarmışsınızdır. Tebrikler...
Toplumun bir parçası oldunuz ve artık bireysel değerlerinizi değil, hakkınızı savunur hale geldiniz ve ne yazık ki çoğu zaman haklı olmasanız da. Haklı olup olmadığınızı hiç bilemezsiniz ama çünkü doğru ve yanlışı öğretmediler size bu yolculukta….
Bazen, haklı olup olmadığımıza takılıp kalmak, yanlış olmaktan daha büyük bir sorun olabilir bu sebeple bizler için…
Mantıksal ve duygusal süzgeçlerden geçmemiş bu haklı olma saplantısı ise, her eylemini vicdanının süzgecinden geçiren ve doğruluğunu belki de defalarca sorgulamış olan muhataplarınıza hayatı zul ediyor…
Haklı olmak neden bu kadar önemli?
Haklı olmayı istemek insan doğasıdır. Yani zaten ne kadar objektif olabiliriz ki? Her insan kendini kayırır. Sorun dozu ayarlamaktadır.
Haklı olmak, şefkatten, sevgiden, merhametten, empatiden daha önemli olduğunda sorun başlıyor. İkili ilişkilerimizde de çoğu zaman durumu bu raddeye geldiğinin farkına varmayız; sadece takılıp kalırız ve tartışmalar da hiçbir yere gitmez ve hiçbir yere götürmez.
Yine de bu tür tartışmalar genelde haklı olanın sessizce içinde şüpheler başlatır ve yavaş yavaş gerçek benliğiyle temasını kaybederiz.
Bu kendimizi bize sorgulatan vicdani ve ahlaki sesler çoğu zaman doğru bile değildir. Güvensizlik veya incinme yaratırlar genelde gerçekten haklı olanda. Çünkü haklı olan sorgulayabildiği, empati kurabildiği, vicdanını süreç olarak kullanabildiği için haklıdır. Ve işte aynı beceriler sebebiyle de kendini tekrar sorgulamaktadır. İnandıkları ile birlikte öz güvenini ve öz saygısını yitirir zamanla… Ve belki de bulaşıcı bir hastalık gibi onun kanına da zuhur eder, hiçbir dayanağı olmadan sürekli “Ben haklıyım” diyen ve dedirten virüs.
Genelde, terk edilme endişesi, başarısızlık, utanç ve hayal kırıklığı duygularından kaçınmak için haklılığın ispatı için uğraşırız. Oysa ki tüm hayatımızda bu duyguları parantez içine alırsak, çok rahatlarız. Kaçmak yerine maruz kalmak belki de tüm korkularımızdan uzaklaşmamızı sağlayacaktır.
Haksızsın diyelim. Haksız olduğun için elaleme rezil oldun diyelim.
Ne olur ki?
Elalemi takmayan sendin. Hata yaparken bunu zaten belli ettin.
İnsanları düşünsen, yanlışınla haklı çıkmak için çabalamak yerine, en baştan doğruyu seçerdin…
Bir tartışmanın ardındaki duygular nadiren doğru veya ahlakidir. Bir tartışma ya da kavga sırasında nasıl hissettiğimiz, bize yanlış mı yoksa doğru mu olduğumuzu söylemez. Kavga sırasında genelde incinmiş hissetmek, kabul edilme ve dinlenme ihtiyacını ortaya çıkarır. Sürekli haklı olma ihtiyacı, etiklerle çok da ilgisi olmayan bir “görülme, işitilme ve onaylanma” ihtiyacıdır.
Gerçek hayatta anlam, doğruluktan daha önemlidir.
Ahlaki sesimizi dış kaynaklara devretmek, yalnızca kendimizle ve başkalarıyla olan yakınlığımızı azaltır.
Çatışmaları anlamlı duygulara dönüştürmek, onları boş ahlaki kategorilere kapatmaktan daha zenginleştiricidir.
Yani, açıkçası bazen mutlu olmak gerçekten de haklı olmaktan daha kolay olabilir.
Genel olarak haklı olma ihtiyacını ve genellikle herkeste az da çok bulunan bir ihtiyacı karakterize eden şey nedir?
Bu ihtiyaçta, güçlü bir iç baskının, kendi doğrumuzu teyit etme konusundaki sabırsızlığı fark edebiliriz.
Bu baskı her zaman agresif olmak zorunda değildir.
Onu karakterize eden, daha çocuksu olarak da algılayabileceğimiz daha kaba ve daha ilkel bir duygusal görüntüdür.
Bu dev bebek, tamamen kendimize dürüst olursak, hepimizin içinde olan biri, ancak çoğumuz bunun bizi ve başkalarını etkilemesini kabul edip durdurabiliyoruz. Biraz çizgi film karakterinin omzuna oturan şeytana benziyor. Melek iyi fırsatları görürken, şeytan intikam almak, savaşmak ve cezalandırmak ister...
Bu dev bebek, sürekli olarak kendi dokunulmazlığını, gerekliliğini ve mükemmelliğini kanıtlamaya çalışarak tüm sorumluluklardan kaçar.
Mükemmelliğin gerektirdiği gibi davranmalıdır.
Birey tehdit edici olarak algılanan yeni deneyimler için açlık duymak ve gelişmek yerine, onay ve güvence için çabalar.
Güçlü görünmenin yıkıcı çıkmazına giden bir yoldur bu. Yıkıcılık derecesi birey ve muhatapları için eşittir.
Her Zaman Haklı Olmak İçin Çaba Göstermenin Sebepler Nelerdir?
Diğer bir deyişle haklı olma hastalığı nedir?
Özetle haklı olma ihtiyacı, kişisel ve profesyonel yaşamınızda hasara yol açabilecek inanılmaz derecede sağlıksız bir bakış açısıdır.
Kendi eksikliklerinin sorumluluğunu alamayan ve başarısızlıklarına sahip çıkamayan bir kişi, etrafındaki insanlar için fazladan iş yaratan kişidir.
Her zaman haklı olma ihtiyacı hisseden kişi, genellikle sorunun kendisinde olduğunu kabul etmekte zorlanır, sorumluluğunu ise ait olmadığı bir yere,yani başka birine yükler.
Birisi hatalı olduğunu kabul edemezse, sorunları çok daha kötü hale getirecektir, çünkü sorunun kaynağını düzeltmek çok daha fazla çaba gerektirecektir.
Bu davranış büyük şeylerle de sınırlı olmayabilir.
Bazen insanlar, bir sorunun cevabı veya yanlış bir iddia gibi küçük şeyler hakkında yanıldığını kabul etmekte zorlanırlar.
Ve bu bir arkadaş ya da sevilen biri olduğunda çok kötüdür, çünkü gerçekten önemli olmayan gereksiz bir tartışmaya kapılabilirsiniz.
Bu durum şu soruyu akla getiriyor…
Neden her zaman haklı olma ihtiyacı hissederiz?
Her zaman haklı olma ihtiyacı birkaç farklı şeye dayanabilir.
1- İlk olarak, yaygın bir inanç, bunun güvensizlik için bir maske olduğudur ve çoğu zaman gerçekten de öyledir.
Kişi, yanlış olduklarında veya doğru olma yönündeki beklentileri ne olursa olsun karşılamadığını hissettiklerinde başkalarının onu nasıl algılayacağıyla ilgilenir.
Bu tür bir güvensizlik, çoğu zaman, işlevsiz veya istismarcı aile dinamikleri yoluyla bir kişide çocukken köklenmiş bir arazdır.
Bu doğru olma ihtiyacı, o kişinin yaşadığı ve o zaman için gerekli olan her ne ise onu yaşamasına yardımcı olan bir savunma mekanizması olabilir, ancak her türlü sağlıklı ilişkide ne yazık ki yıkıcıdır.
2- İkincisi, modern toplum haklı olmayan insanları cezalandırma eğilimindedir, çünkü pek çok şey anlamsız bir “kim haklı?” tartışmasına dönüşmüştür.
Siyaset açık bir örnektir. Her iki taraftaki insanlar sürekli bağırır çağırır ya da kimin haklı olduğu konusunda tartışır, ve ortak bir zemin aramayı reddederler
Sonunda, hiçbir yere varamazlar çünkü yanlış olduklarını kabul etmek, onlar için “düşmana” paye vermek anlamına gelir.
3- Üçüncüsü, işyerinde birinin hatalı olduğunu kabul etmenin dramatik sonuçları olabilir.
İnsanlar her zaman hata yapar, ancak bu hataları sahiplenmeniz ve hatalı olduğunuzu kabul etmeniz, insanları bunu size karşı kullanmaya davet edebilir.
Belki de herhangi bir başarısızlığa tahammül edemeyen bir patronunuz vardır
Belki de hatanızı size karşı kullanmaktan çok mutlu olacak olan, rekabetçi bir iş arkadaşınız.
Bu sebeple kişisel etiklerinize rağmen, bulunduğunuz çevreye ayak uydurmak zorunda kalırsınız. Hatanızı kabul etmenin erdemiyle kimseyi kazanamayacağınızı anlamak sizi sürünün bir parçası yapar.
4-Dördüncüsü, entelektüel elitizm sergileyen ve başkalarının hatalı olduğunda işaret ederek bilgilerinin ne kadar üstün olduğunu göstermeden edemeyen insanlardır.
Çoğu zaman da gerçekten haklı oldukları için herhangi bir iyi nedenden dolayı eleştirilmeyi kabul etmezler ve hata payını kendileri için ayırmazlar.
Ve bu insanlar genellikle toplumun takip ettiği fikir önderleridir ve üzüm üzüme bakarak kararmaktadır....
5- Ve son olarak, denklemin zihinsel sağlık tarafıdır.
Anksiyete bozukluğu gibi duygu durum bozukluğu olan kişiler, akıllarında ve yaşamlarında her şeyi basit ve öngörülebilir tutmanın bir yolu olarak her zaman doğru olma ihtiyacını hissedebilirler. Başka bir bakış açısını anlamaya çalışmak yerine, doğru olduğunu düşündüğü fikrine bağlı kalması, kendi iç huzuru ve mutluluğu için ona daha iyi hissettirebilir.
Her zaman haklı olduğunu düşünen biri büyük resmi görebilir mi? Neyi bilmediğimizi bilmiyor olabiliriz oysaki.
Neyin doğru olduğunu bildiğinize inanıyorsanız, neden yeni veya daha iyi bilgi aramakla uğraşasınız ki?
Bilmeniz gereken her şeyi zaten bildiğinizi düşünüyorsanız, neden bir şey öğrenmekle uğraşasınız ki?
İşte hayatı algılamanın bu dar patikası kişisel gelişimi engeller.
Haklı olması gereken kişi, başkasının haklı olmasına tahammül edemez.
Dünyada hemfikir olmadıkları bir görüşe sahip olan herkesle sürekli olarak hücumda veya savunmada olduklarını hissedebilir.
Comments