top of page

Dost mu ? Düşman mı?


Sadece Kötü Günde Değil Dost İyi Günde de Lazım


Bu yazım “Çok dostum var” diye böbürlenlere gelsin bugün…


Yazıma başlamadan önce bu konuyla ilgili bir video yayınlamıştım ve linkini paylaşmak istedim ama yazının içeriğinden farklı olduğunu belirtmek isterim.





Dostluk niceliğiyle değil, niteliğiyle ölçülür ve ölçüm yapılınca da ortada ölçülmeye değer bir şey olmadığı da üzülerek görülür.

Dostluk, hayat boyunca değil, genelde sabit kalınca sürer…

Son kullanma tarihinizi de çıkarlar belirler…


İyilik yapanından bile şüphelenin… İyilik yapıp, alacaklı durumuna sokmayı ve istemediğiniz halde borç verip, vadeyi de sürekli hatırlatmak suretiyle, canınızdan bezdirebilirler ve bu duygusal sermayeli şirketlerini tefeci faiz oranlarıyla işletirler…


Kendi tecrübelerimi anlattım bu yazıda belki ama "Yok yok, benim yanımda öyle bir dostum var ki dünya dursa o yanımda olur" diyorsanız, dünyanın durmasını beklemenize gerek yok.


Bir gün içinde insan olmanın dayanılmaz kusurluluğu yüzünden daha fazla misketi olan arkadaşa satılabilirsiniz. Haksız mıdır?

Değildir.

İnsandır sadece.


Filmin sonunu anlatarak bozmak istemezdim ama pamuk ipliğine bağlı; dostluk dediğimiz karşılıklı enerji sömürüsü olan toplum yaptırımıyla çalınan zamanlarda yapılabilecekler, aslında dünyanın kaderini değiştirenler...


Kahve içip sohbet ederek kimse tarih yazmadı.

Teselli bile vermeyi bilmeyen yüzeysel dostlarla çevrili çevreniz ve neden?

Sizi iyi gösteriyor değil mi? Arkadaşlık kurabilme özelliği sebebiyle altın madalya kazanılmıyor, inanın.

Madalya kazanacaksanız mıck mıck dostlardan kurtulun.


2 senede bir görüşüp kaldığınız yerden başladığınız ve 2 senede bir görüşmeye devam ettiğiniz insanlar yeter de artar.

Kapasitenizi kahve içip, fincan kapatıp, fal bakarak asla keşfedemezsiniz.

Arkadaşlık beyin yıkamanın legal halidir.

Zekanızı ve duygularınızı manipüle edenlerdir, çoğu dost dediğiniz.

Dost "Seni çok seviyorum" diyen biri de olamaz. Dost, sevgisiyle bile size yük olup borçlu hissettirmek istemez.

Hayatınızı rahat bırakır ve her gün sizinle görüşmez.

Her gün görüşen kişi boştur ve ne yazık ki sizi de bomboş yapar.

Acımasızca mı? Ben bunu böyle yaşadım. Başka bir hayatta belki inanırım.


Ben dost görmedim.

Çünkü şekerli bir sakız gibidir iyi insanlar.

Şekeri bitince tükürür onları diğer insanlar.

Ve şekeriniz ne zaman biter biliyor musunuz?

Kendinize saygı ve sevgi göstermeye karar verdiğinizde....

Gelelim; genellikle bir türlü gelemediğim sadede...


Etrafınızı zehirli insanlarla çevrelediğinizde ne kadar şanslı, nezaketli, yetenekli, özel, dürüst, yetenekli ve hatta çok iyi bir insan olduğunuzu unutmak kolaydır. Unutmak yanlış kelime aslında…

Bilmeye bile vaktiniz olmaz ki…

Ve bilmediğinizi de unutamazsınız, değil mi?

“Hafta sonu Esralara gideceğim” dersiniz. En az 15 telefon görüşmesi; yarımşar saatten, bir de çok sevmediğiniz birini çağırır…

Söylenseniz “kötü” bilinirsiniz, söylemeseniz işkence çekersiniz. Yine de manikür, pedikür ve saç yaptırılır. Çünkü Esra için fedakarlık yapılmalıdır.

Eli boş gitmek de olmaz. İki saat hediye düşünülür. Alması da en az o kadar saati hayatınızdan götürür.


Ama Esra için her şeye değer…

Kaç sene oldu? 12 mi? 22 mi? Bebeklikten beri mi?

Ah değer tabii değer çünkü zamanla ölçeriz bir her şeyi.

Yirmi senedir evliyim. Kırk yıllık arkadaşım. On senedir şu şu firmadayım. Elli yıldır aynı semtteyim.


İyi halt yedin.

N'oldu?


Esra ile birlikte büyüdün değil mi? Aynı dönemlerde belki sevgiliniz oldu. Sonra belki de aynı dönemlerde evlendiniz. Aslında Esraya değmesi için en önemli sebebi buldum.

Belli ki birbirinizin nikahlarına şahitlik bile ettiniz.


Sonra o, eşinin parasını yemeye karar verdi. Esra hep daha zekiydi. Aynı okuldan mezundunuz ama o çalışmak istemedi. Siz biraz kariyer yapayım dediniz.İşte tam anda ayvayı karşılıklı yediniz.


Hafif bir gerginlik, konuşacak ortak konu bulamama, iş hayatındaki sorunu anlatsan anlaşılamama, siz çocuk yapmadınız bir de, onun ise hemen oldu. Çünkü çalışmayan yeni evliye ilk o sorulurdu. Çocuk ne zaman.? Düşünmüyorum diyemezdi yoksa çalışması gerekirdi.


Zaten bu hayatta tüm eylemler elalemin sorularına cevap vermek için gerçekleştirilirdi. Gerginlik herkesi içten içe gererdi..

Eee, siz de o çocuğunun anaokulu hikayelerini dinlerken pek oralı olmadınız şimdi. Kötülükten değildi ama bunlar iki taraf için de.

Salaklıktandı…


İkisi de birbirlerinden artık haz almadıklarını birbirlerine itiraf edemiyorlardı.

Ve yenilen her pehlivan gibi güreşe doyamıyorlardı.

Vaktinde öpüşüp sarılıp ayrılsalardı, belki de yan yanayken gitgide anlamsız bir psikolojik şiddete ve nefrete dönüşen duygu durumu için birbirlerini suçlamazlardı.


Sekiz yaşından beri arkadaşlardı ama işte bunlar; değişim ve gelişim, farklı zevklere ve amaçlara evrilim ve “yolun açık olsun” demeyi becerememek yüzünden; yeni insanlardan, yeni amaçlardan, yeni başarılardan, yeni aşklardan, yeni uğraşlardan çalınan zamanlardı.

Bir de, biri kariyer yapıp diğeri çocuk yapınca gerginleşen duygular, kariyer yapan bir de boşanırsa, en acıtan yerinden kopardı.

Nereden mi biliyorum?

Yaşadım.

Dul damgasını ilk olarak 34 senelik arkadaşımdan yedim.

“Dul” demedi bana, tabii... Der mi?

“Boşandığın için, eşim bilmesin görüştüğümüzü” dedi ve bunu, bir akşam yeni evime yerleşirken “Gelsene, sen kahve iç ben kolileri dizeyim; yeter ki nefes olsun evimde “dediğimde söyledi. Artık sadece gündüzleri gelebilirdi.

Ben 3 gün önce 10 yıllık eşinden boşanmış, nasıl ödeyeceğini bilmediği bir krediyle ev almış, hayatında ilk defa 39 yaşında yalnız yaşamaya başlayacak bir kadın olarak, rüzgar sesinden bile ürkerken; onun eşini, durumunu, tutumunu anlamalıydım.

Ama anlayamazdım; insandım.

Kusurluydum ama kusurlu olduğumun farkına varamazdım.

“Gündüz de gelme, istemem” dedim.

Aramadı...

Onun yerine insanlara delirdiğimi yaydı.

Ben de savunmamı yayardım da zamanım olmadı.

Para kazanmakla, boşanmanın duygusal yaptırımlarıyla, arkadaş kalabildiğimize inandığım eski eşimin, teselli sürecindeki baskılarıyla didinip duruyordum.


Kimse kötü değildi

Herkes seçimini yapardı...

Sadece zamana tutunup kaldığımız için de bulunduğumuz yerlerde, olimpiyatlarda kazanılmış milletçe göğsümüzü kabartan bir madalya da bize takılmamıştı.

Neye bağlanıyorduk ki?

Suyu çıkana kadar, nefret edene kadar tutunuyorduk arkadaşlara ve aşka.


Çok ilginç bir şey oldu

Çalışma hayatım, eşimin rahatsızlığı ve kişilik yapısı sebebiyle zamanında fazla sosyal olamamam sebebiyle fazla arkadaşım da yoktu. Hem eşimi, hem de artık dost olmadığını aslında uzun zamandır bildiğim ama illaki kulaklarımla duyana kadar inanmadığım arkadaşımı da kaybetmiştim.


Zaten en fazla bir arkadaşlık vaktim vardı.

Çalışma hayatım çok ağırdı ve eşimle de yemek yiyip film izlemekten başka bir şey yapmazdık ama işten gelip de o keyife beklediğim ruhumu dinlendiren günler de artık geride kalmıştı.

Yani yapayalnızdım.

En az şimdiki kadar ama o zaman bundan utanıyordum.


Şimdi ise utanmışlığımdan utanıyorum


Çünkü evde verdiğim yemekli partilerde süslediğim o sofraları yapma isteğim de yoktu artık…

39 yaşında boşanırsanız durum şöyle söyleyeyim .

30 dan sonra aslında durum zor.

Çünkü herkes evli, çocuklu ve onlar sizi dışlamasa da- ki bilmeden mükemmel dışlıyorlar- arada acıma telefonları açıp hatır soran ama kendilerinin çiftleri olduğu çin tekne tatillerine tek olarak artık davet edilmediğimden, diğer çiftlerle hayatlarına devam eden o arkadaşçaların da istikrarsız ve tutarsız telefonlarına cevap vermemeliydim ama ne bileyim?


Aranınca bir umut geliyordu.

Yine eskisi gibi olma umudu ama bir sonraki telefon iki ay sonra açılıyordu. İnanır mısınız? Çoğu iki aylık molayı 2-3 seneye çıkardı ama hala ısrarla cevap veriyordum hem de bu yaza kadar.

Yıllar geçiyordu ve onlar da 2 senede bir arasalar da nerden baksan 20 senelik dostumdu.


Yerim ben öyle dostluğu

Hatta ben yerim tümden dostluğu


Dostluk yok.

Ayrı yollara gitmezseniz var da niye var?

Kahveye gitmek için mi?

Gece barlarda gezmek için mi?

Dertleşmek için mi?


Psikologlar var. Parayla dinliyorlar sizi belki ama barlardan daha az harcıyorsunuz ve hiç değilse parasını verdiğinizden içiniz rahat. Dedikodu da yapmazlar. Ortak arkadaşınız yok. Ortak arkadaşlık çünkü insanı şeytana uydurur. Ah kankalar ah..

Ya sizinleydim ya da yalnızken de sizlerle bir sonraki buluşmanın planını yapıyordum. Sonra cidden yalnız kaldığımı anlayınca size hazırladığım sofraları kendime kurmaya başladım.

Aslında yalnız kalmadım.

Usulca yalnız bırakıldım.

Valla bana bile çaktırmadınız.

Fotografını hiç çekemezdim o sofraların tabii sizlere hizmet ederken ama siz olmayınca poz poz çektim.

Sosyal medyaya yükledim çünkü yalnızdım.

Ne yapacaktım.?

“Haydaaa” dedim. “Valla takipçilerim oldu.”

Onlar bile hatırımı sizden daha fazla sordu. hatta ben tariflerimi de verdikçe hepsi beni alkışa tuttu.


Çalışan bir kadın olarak ev kadınlarından daha iyi yemek yapabilme ihtimalimin bile bana hissettirilmemesi sebebiyle bu alkışlara çok şaşırdım çünkü ne sunsam hep daha iyi yaptıklarını söyleyen ve yemeğimi yerken bana gerçek püf noktaları öğreten o kadınlara “Nasıl olmuş?” demekten ve bilmiş cevaplar dinlemekten yemek yapabildiğimi hissedememiş olmam normaldi zaten.


Ah, bir de siz yokken vaktim de bol diye, asıl hobim olan yazmayı hatırladım.

Size kahve yapmaktan, eşime kadın olmaktan, iş yerinde ırgat gibi çalışmaktan (hoş bir ona pişman değilim) toplumun çizdiği neyse işte o olmaktan, ben benim için antidepresanın dibi olan yazmalarımı unutmuştum.


Alkışlanan yemeklerimin altını yazılarla bezedim ve sizin bile 20-30 yıl boyunca görmediğiniz , görmeme de fırsat vermediğiniz ve bu sebeple benim bile bilmediğim özelliklerimi paylaşmanın hazzını yaşamaya başladım.


Şimdi ise buraların da suyu çıksa da ben ilk defa alkışlandım.

Çok şaşırdım ve beni nasıl bozmuşsanız hala şaşırmaktayım...


Aaa, bir de 2-3 sene sonra da kitap çıkardım. 4 senede 4 kitap yazdım. Hepsi çok sattı ama o bile o kadar önemli değil. Çok satsın da kazanayım diye de yola çıkmadım.

Çünkü pahalı zevklerinize ayak uydurmam gerekli değildi artık. Yani siz yokken ben zaten çok az harcadım. İki tane köpek sahiplendim bir de. Sizinle barlarda teknelerde yemediğim parayı da elimden geldiğince iyiliğe harcadım. Arada bazen de dolandırıldım ama sizlerinki kadar uzun sürmedi.


Yani ben böyle öğrendim. Farklısını öğrenen varsa şanslıdır.

Ve yine diyorum anlattıklarım evrenin doğruları değil; benim doğrularım.


Çok ilginç, arkadaşım yok diye çok üzüldüm.

Eşim yok diye de.

Arkadaştan arkadaşa, sevgiliden sevgiliye bir umut koştum. Çünkü ülke alkışlıyordu belki.

Kitaplarım satıyordu ama sizin gibilerin sosyal medya versiyonları bir çocuk yapamadın diye inliyordu.

Ya, ben o yeni arkadaşların da içine edeyim.

Yine kaç saat kahve içip kaynana dedikodusu dinledim ve bu kez bir de hor davranmadılar, çıkarları var diye yağladılar balladılar.


Kötü biri değilim ben asla. Kötü nedir biliyor musunuz? Kul hakkına giren, dolandıran ve vicdan ve merhameti olmayan ki çok var bunlardan ve gitgide artıyorlar. Sadece güvensizim…


Baktım ben çok tutunuyorum hala insanlara.

Devam ediyorum mucizelere inanmaya.

Cennetin cehennemin bu dünyada olduğuna.

Ve hala kazık yiyorum unumu eleyip eleğimi bile astığımda ( bu arada bu kurban psikolojisi falan değil. Çok kızarım duygu sömrüsü yapanlara) Ben de bu sene zaten numaramı değiştirmiştim… Dost bildiğim bir yılanın beni mafya aracılığıyla tehdit etmesi sebebiyle, aldım yeni telefonumu elime, sitem bile etmeden çıkardım onları hayatımdan gizlice.


Numaramın değiştiğini 3-4 ay sonra anladı zaten çoğu. İşleri düşünce aradılar sanırım… DM den yazdılar. Cevap vermedim. Sitem de ederdim ama sitem edince “ergen” bilindim, “deli” bilindim.


Niye edeyim?


Bir de hep yalnızdım zaten ve yalnızlığı ekmeğime çevirdim. Yazmaya aşıkken bir de üstüne para verdiler.

Ne ilginç değil mi?

Yani bedava yapardım ben ama arkadaşlarıma yemek hazırlamaktan, hastalıkla mücadele eden eşime bakmaktan ( ki helal-i hoş olsun) on senelik evliliğim boyunca bir satır yazamadım.

Ve sonra çok ilginç bir şey oldu.

Herkes gitti zaten.


Olması gerekenler yanımda dediklerin 2-3 ayda bir arayan, başı sıkışınca bana koşan…

Belki ben de koşsam orada olurlardı ama koşacak samimiyeti göremedim.

Zaten yüzeysel bir dünya için bile fazla yüzeysel olan ve dedikodu yapmaya bayılan, en büyük zaferleri evlenmek olan insan müsvetteleriyle doluydu etrafım. Yani bir zararları yoktu. Zarar verecek olan vermişti zaten. Ve dedim ki 2-3 ayda bir merhaba deyip 1-2 saat kahve içip nezaketen vakit geçireceğime bu yeni numarayı hiç vermem. Bir tanesi bile üzülmez. Yalnız değiller çünkü. Kahve içiyorlar eminim şu anda bir yerlerde.


Ben de kendime web sitesi yaptım. Bilmiyordum nasıl yapıldığı. Google’a sordum. Öğrendim. Podcast işini de öğrendim. Grafik tasarımın dibine vurdum. Yurtdışında online satışlar yaptım. Hayalet yazar olarak tam dört tane Ingilizce kişisel gelişim kitabı yazdım.

Onu da niye yazdım biliyor musunuz? Okuduğunuz o kitaplar var ya ana dilimde değil bakın; İngilizce olarak bile 4-5 günde yazılabiliyor.


İspatlamak istedim kendime açıkçası.

121 tane sattım. 100.000 satınca kitabım ne kadar seviniyorsam o kadar sevindim.

Çünkü ben son kitabımı bir sene eve kapanıp yazdım. Ve emeğimin değerini kendim bizzat ölçmek istedim.

O kazandığım para da helalmiş.

Rahatladım.

Bir “oh” dedim.


Son dört ayda bu öğrendiklerimi paraya bile çevirdim ve kazandıklarımı da çatır çatır evdeki kuzularımla ve sokak hayvanlarıyla yedim. Yani ben yalnız kalmayı zaten öğrenmiştim ama ilk defa bu kadar çok sevdim..


Düşüne düşüne filozof oldum ama en azından arkamdan kahve içip içip bir de hesabı bana ödetip “Bu da çok kilo almış” diyecek birileri yok.

“Oooh, be”

Bana tetikte hissettirecek biri yok.

Kralı gelse yok.

Çünkü vaktim yok.

Pandemiden sonra evden çıkmadım.

Öğrendim, çalıştım ve çıktığım kısacık anlardan da çok keyif aldım.


Ve kendimi çok iyi tanıdım.

Tam bir arızayım.

Ben utanmıyorum ama kader utansın.

“Canım kankam” diye inanıp poz veriyorsunuz diye de üzülüyorum bazen.

Herkesin bir son kullanma tarihi ve rolü var.

Kötü olduklarından değil ama öyle gerektiğinden.


Şimdi tekrar düşünün.

Bu hayata sohbet etmeye mi geldiniz?

Ya da kazık yemeye mi?


Nicola Tesla’nın hayatını okudum dün.

Neden mi?

Okuyacak vaktim var.

Çıkarcı bir arkadaş müsvettesinin aldatılma hikayesini dinleyip teselli etmiyorum artık.

Ederdim aslında. Henüz o kadar kötü değilim. Vicdan da var merhamet de ama artık hak edene.

Geçen yaz ilk defa tehdit edilince çok korktum ve ilk defa onlara koştum. Ciğerim sönene kadar anlatmak istedim..

“Boşveeer” dediler.

Ne desinler?


Okuyorum ben ya , yazıyorum ya; teselli de verebiliyorum bu sebeple onlara.

Müstakbel ya da eski kaynanalarından başka konuşacak konusu olmayan insanlar ne der ki derdi olana?

“Boşveeer” bile kapasitelerine göre fazla…


Biliyor musunuz? Nicola Tesla’nın hiç arkadaşı yokmuş.

Ne ilginç… Neredeyse ölümünden 90-100 yıl sonra bile emmi oğluymuş gibi biliyoruz ismini. Hatta bir çok üretenin, Steve Jobs’un, Mark Zuckenberg’in, Amerikalı bir çok CEO’nun, bir çok sahne sanatçısının…


Bu konuda ne kadar video, belgesel varsa izledim de konuşuyorum.

Neden mi izledim?

Arkadaşım yok kahve içecek.

Pardon, cümleyi yanlış kurdum. Bir kaç tane var ama kalanlar kazık bile atsa kaliteli olur.

Güzel bir aşk gibi yani.

Bitse de yaşadığına değdi hissi.

Bu sebeple okudum. Bu sebeple konuştum

Ve şunu söyleyeyim: Çok arkadaşım var diye övünmeyin.Çünkü siz çok arkadaşınız olduğunda kendinizin kim olduğunu keşfedemezsiniz.

Ya biriniz Teslaysa?

Steve Jobssa?

Madonnaysa?

Kaynana gelin savaşlarını acı kahve eşliğinde dinlemekten bizi de ve kocaman bir tarihi de kendinizden mahrum edersiniz.


Benim gibi yapmayın ama. Kesip atmayın. Ben 45 yaşındayım. Acelem var. Siz usul usul yavaş yavaş ayrılın. Ruhları bile duymaz inanın. Duyarlarsa gelin konuşalım…


Neden mi bu savaşım?

Yetenek lazım bu dünyaya.

Zaten yalnızım, bakın

Vaktim var izleyecek, okuyacak, dinleyecek..

Bari şu bacınızı yeteneklerinizden mahrum bırakmayın…


-Nilgün BODUR



 

İLETİŞİM LİNKLERİMİZ:


NİLGÜN BODUR SOSYAL MEDYA KANALLARI


NİLGÜN BODUR KİTAPLARI ONLINE SATIŞ LİNKLERİ


bottom of page